Jensen
Giriş Tarihi : 30/03/09 Yer : İstanbul Yaş : 34 Mesajlar : 14824 Rep Puanı : 14472 Rep Gücü : 6503
| Konu: Cİn Sûresi ... Salı Tem. 13, 2010 8:33 am | |
| Cİn Sûresi ...
Nüzulü Mushaftaki sıralamada yetmiş ikinci, iniş sırasına göre kırkıncı sûredir. A'râf sûresinden sonra, Yâsîn sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Abdullah b. Abbas'tan nakledilen rivayete göre bir gün Hz. Peygamber ashabından birkaç kişiyle birlikte Ukaz panayırına doğru giderken Nahle denilen yerde ashabına sabah namazını kıldırmıştı. Onun namazda okuduğu âyetleri işiten cinler bu âyetlerin tesirini derinden hissedip hayranlık duymuşlar, bu olayı kendi topluluklarına da anlatmışlar ve Kur'an'a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıklamışlardır. İşte bu olay üzerine Cin sûresi İnmiştir
Adı
Sûre adını, birinci âyette geçen ve "cinler" anlamına gelen "cinn" kelimesinden almıştır. Sûre ilk kelimeleri olan "Kul ûhiye ileyye" veya kısaca "Kul ûhiye" İsimleriyle de anılmıştır. Konusu
Sûrenin ana konusu cinler ve bunlara ait özel durumlardır. Sûrede bir cin topluluğunun Hz. Peygamber'den Kur'an dinlediği ve ona iman ettiği, inanç bakımından cinlerin de müminler ve kâfirler olarak ikiye ayrıldığı bildirilmekte ve cinlerle ilgili olarak insan idrakini aşan bilgiler verilmektedir. Aynca sûrede Allah Te-âlâ'nın varlığı, birliği, büyüklüğü, evrendeki hükümranlığı ve Allah'tan başkasına ibadet edilmemesinin gereği üzerinde durulmuş, öldükten sonra dirilme ve hesap vermeye iman gibi İslâm'ın bazı inanç esasları ele alınmıştır. Gayb bilgisinin Allah'a mahsus olduğu, bu bilgileri ancak kendisinin razı olduğu kimselere bildireceği ve Allah'ın ilminin kuşatıcılığı ifade edilerek sûre sona ermiştir. Meali
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1-2. De ki: Cinlerden bir topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle söyledikleri bana vahyolundu: "Biz, doğru yolu gösteren hârika bir okuma dinledik ve ona iman ettik. Artık kesinlikle rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız. 3, Rabbimizin şanı çok yücedir; O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk. 4. Doğrusu aramızdaki beyinsiz Allah hakkında asılsız şeyler söylüyormuş. 5. Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanırdık. 6. İnsanlardan bazı adamlar cinlerden bazı kişilere sığınırlardı, onlar da bunların taşkınlıklarım arttırırlardı. 7. Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanırlardı. 8. Hakikaten biz (cinler) göğü yokladık, onu güçlü muha-fızlar ve alev toplarıyla doldurulmuş bulduk. 9. Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse kendisini gözetleyen bîr alev topuyla karşılaşıyor. 10. Bilmiyoruz, yeryüzündekiler hakkında bir kötülük mü murat edildi yoksa Rableri onlar için bir iyilik mi diledi? 11. Doğrusu içimizde iyiler var, ama aramızda başka türlü olanlar da var; farklı yollar izledik. 12. Sonunda anladık ki yeryüzünde Allah'ın iradesini asla engelleyemeyiz; kaçmakla da O'nun elinden kurtulamayız. 13. Ve biz doğru yol rehberini dinler dinlemez ona iman ettik; rabbine iman eden kimse artık ne ziyana ne de haksızlığa uğramaktan korkar. 14. Aramızda ilâhî emirlere boyun eğenler var, ama hak yoldan sapanlarımız da var. Boyun eğenler doğru yolu hedeflemişlerdir. 15. Hak yoldan sapanlar ise cehennemin yakıtı olmuşlardır," Tefsiri1-3. Cin, sözlükte "örtmek, örtünmek, gizli kalmak" anlamındaki "cenne" fiilinden İsim olup "gizli, görünmeyen varlıklar" mânasına gelir, tekili "cinnî"dir. Terim olarak cin, ateşten yaratılmış, duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irade sahibi, ilâhî emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık türünü ifade eder. Cİn kelimesi gerek Kur'ân'da (22 yerde) gerekse diğer İs-lâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir akıllı / şuurlu varlık türünün adı olarak kullanılmıştır. İnsanlar gibi cinler de kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara nispetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri katedebilir, insanlar onları görmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilemezler. Cinlerin gaybı bildiklerine dair yanlış inancı Kur'an kesinlikle reddeder. Göktekiineleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez. Kur'an bazı cinlerin Hz. Süleyman'ın emrine girerek ordusunda hizmet gördüklerini ve insanlarla beraber çalıştıklarını bildirmektedir. Cin telâkkisi insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerde mevcuttur. Eski Asurlular ve Bâbilliler'de kötü ruh ve cinlere inanılırdı. Sâmî kökenli kavimlerde cinlerin değişik sınıfları bulunduğu kabul edilirdi. Eski Mısır'da cinler çoğunlukla yılan, kertenkele gibi sürüngenlere benzetilirdi. Eski Yunanlılar'da da-inıon adı verilen insanüstü varlıklar bulunduğu kabul edilir, bunlar İyi ve kötü olarak ikiye ayrılırdı. Eski Romalılar'da da insanlara zarar verebilen kötü ruhlar telâkkisi mevcuttu. Çinliler cinlerin her yerde bulunduğu, iyilerinin ve kötülerinin olduğu kabul edilirdi. Özellikle taoist rahipleri cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun yaparlar. Hintliler'de de iyi ve kötü cin telâkkisi mevcuttur. İran kültüründe cin telakkisi Zerdüşt öncesinden gelir. Eski Türkler'de cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler Şaman tarafından hasta bedenlerden uzaklaştırılırdı. İsrail kültüründe, daha çok İran'ın düalist sisteminin tesiriyle kötü ruh ve cin anlayışı belirginleşmişti. Yahudiler cinlerin çöllerde ve harabelerde yaşadığına inanırlardı. Yahudi kutsal kitaplarında ağrı ve felaket veren, kan emen cinlerden söz edilir. Hıristiyan kültüründe cin telakkisi daha çok Yahudilik etkisinde gelişmiştir. Yeni Ahid, cinleri putperestlerin tanrıları bedensel ve ruhsal hastalıkların kaynağı olarak gösterir. Bilhassa XII. Yüzyıldan itibaren cin telakkisi hıristiyan sanatının önemli bir teması haline germiştir. Avrupa'da ve daha sonra Amerika'da cadı ve büyücülük büyük ilgi görmüştür. İslâm'dan önce Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, onlar adına kurban keserlerdi. Cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine inanırlar; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı Câhiliye Araplan'nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah'ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı. Kur'ân-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş, cinlerin de insanlar gibi Allah'a kulluk etmeleri için yaratıldıklarını haber vermiştir. [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Onlara da peygamber gönderilmiş, içlerinden iman edenler olduğu gibi inkâr edenler de olmuştur. Hz. Peygamber ilâhî emirleri cinlere de tebliğ etmiştir. Yukarıda "Nüzulü" başlığında belirtildiği üzere cinlerden bir grup, Hz. Pey-gamber'den Kur'an dinledikten sonra geri dönüp, doğru yolu gösteren ve üstün nitelikleri nedeniyle kendilerini hayran bırakan Kur'an'a inandıklarını, artık rableri-ne hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını kendi topluluklarına açıklayarak onları da uyarmaya çalışmışlardır. Âyetten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber o esnada Kur'an dinleyen cinleri görmemiş, fakat onların Kur'an dinledikleri kendisine vahiy yoluyla bildirilmiştir; ancak daha sonraki buluşmalarında cinleri gördüğü ve onlara tebliğde bulunduğu rivayet edilmiştir. Cinlerin Kur'an'i dinlediklerini haber vermekten maksat, Hz. Peygamber'den defalarca Kur'an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin cinlerden ibret ve örnek almalarını sağlamaktır. 3. âyette "rabbimİzİn şanı" diye çevirdiğimiz tamlamadaki "ced" kelimesi sözlükte "büyüklük, ululuk, zenginlik, güç, asıl" anlamlarına gelmektedir. Burada Allah'ın şanının yüce olduğunu ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifade eder. Âyetin devamında "O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk" mealindeki cümle de bu yorumu desteklemektedir. Cinlerin bu sözleri onların, müşriklerin "Melekler Allah'ın kızlarıdır" şeklindeki inançlarından haberdar olduklarını ve bu bâtıl İnancı reddettiklerini gösterir. 4-5. Mücâhid'e göre cinlere Allah hakkında asılsız şeyler söyleyerek onları Allah'tan başkasına tapmaya davet eden "beyinsiznden maksat îblis'tir İblis Allah'a eş, ortak ve çocuk isnadında bulunur, cinler de ona inanırlardı; ama Kur'an'ı dinleyip bilinçlendikten sonra artık ona inanmaktan vazgeçmişlerdir. 6. Rivayete göre Câhiliye döneminde bir kimse geceleyin ıssız bir vadide bulunup da başına bir şey gelmesinden korktuğunda "Kötülerin şerrinden bu vadinin efendisine sığınırım" diyerek cinlerin şerrinden onların efendisine sığınırdı. İşte "Onların taşkınlıklarını arttırırlardı" mealindeki cümle bu cinlerin kendilerine sığınılmasından dolayı kibirlenip azgınlaştıklannı anlatmaktadır. Kur'an'ı Kerîm'de, Hz. Süleyman'la ilgili anlatılanlar dışında, cinlerin insanlarla ilişki kurduğuna, insanlar üzerinde etkili olduğuna, cinci, büyücü gibi bazı kişilerin cinlerin etkisini önlediklerine dair hiçbir bilgi yoktur. Bazı âlimler, faiz yiyenlerin kıyamet gününde mezarlarından şeytan çarpmış gibi kalkacağını bildiren âyetedayanarak cinlerin insanları etkileyeceğini ileri sürmüşlerse de bunun temsilî bir anlatım olduğu açıktır. Cinlerin etkisini önlemek İçin Felâk ve Nâs sûrelerini okumayı tavsiye eden bazı hadisler. dolayısıyla da cinlerin insanlar üzerinde etkili olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Ancak bu tür hadislerin, aslında fizyolojik sebeplerden kaynaklanan bazı hastalıklar veya bunalımlar için psikolojik bakımdan bir yatıştırma ve terapi amacı taşıdığı düşünülebilir. Bazı müfessirler,"... onların taşkınlıklarını arttırırlardı" mealindeki cümleyi "Cinler insanların taşkınlıklarını arttınrlardı" şeklinde de yorumlamışlardır. İbn Âşûr'a göre müşriklerden bir topluluk, cinlerin kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için onlara ibadet ederlerdi, bu durum cinlere tapanların günah ve sapkınlığını arttırırdı.
7. İnsanlardan âhireti inkâr edenler olduğu gibi cinlerin de Kur'an dinlemeden önce âhireti inkâr ettikleri, öldükten sonra tekrar dirilme olacağına inanmadık- lan anlaşılmaktadır. Zİra İblis onlara da menfi telkinlerde bulunmaktadır. "Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanırlardı" diye çevirdiğimiz kısım "Allah'ın hiç kimseyi göndermeyeceğini sanırlardı" şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde insanların da cinler gibi Allah'ın hiçbir peygamber göndermeyeceğine inandıklarını söylemiş olurlar.
8-10. Tefsirlerde anlatıldığına göre cinler öteden beri göklerde dolaşır, oradaki melek vb. varlıkların konuşmalarını dinlerler, aldıkları bilgilere kendilerinden de yorumlar katarak onlarla irtibat kuran kâhinlere anlatırlardı. 9. âyetin "Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabi-lecek yerlerinde otururduk" mealindeki kısmı da buna işaret eder. Ancak Hz. Peygamber gönderildikten ve Kur'an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin gökleri dinlemesine İzin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 8. âyette verilen bilgiye göre cinler, gökleri araştırıp yokladıklarını, ancak göklerin güçlü bekçiler tarafından korunmuş ve alev toplarıyla donatılmış olduğunu gördüklerini ifade etmişlerdir. 9. âyetin son cümlesine göre de cinler, gök ehline kulak misafiri olup gizlice onlardan bilgi kapmaya çalışanlara gözetleme yerlerinden alev toplan atılarak gökleri dinlemelerinin engellendiğini söylemişlerdir. Sûrenin nüzul sebebini anlatan İbn Abbas da önceden cinlerin, Allah'ın meleklere evrenin yönetimiyle ilgili olarak gönderdiği vahyi dinlediklerini, ancak Hz. Peygamber'in gönderilmesiyle birlikte onların gökleri dinlemelerinin yasaklandığını, bunun nedenini araştırırlarken Nah-le denilen yerde Hz. Peygamber'le karşılaştıklarını ve böylece göklerden haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anladıklarını haber vermektedir. Elmalüı, Hz. Peygamber'i göklere, getirdiği âyet ve mucizeleri de alev toplarına benzeterek bu âyetleri tevil etmekte, Kurân-ı Kerîm karşısında insan ve cin şeytanlarının ödlerinin koptuğunu, dillerinin tutulduğunu ve artık eskisi gibi gayp-tan dem vuramayacaklarını anladıklarını söylemektedir. Bazı müfessîrler 10. âyeti şöyle yorumlamışlardır: "Gönderilen peygambere itaat edecekler de Allah onları doğru yola mı iletecek, yoksa isyan edecekler de onlan helak mi edecek bilmiyoruz" Bu âyetten cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18. âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere burada vahyin korunduğuna, Allah'ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyî bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytanî güçlerin alev toplarıyla engellendiğine işaret edilmiştir.
11. Cinlerin, Kur'an'ı tanımadan önce de iyilerinin ve kötülerinin olduğu be- lirtİlmektedir. "Farklı yollar izledik" mealindeki cümle cinlerin de insanlar gibi çeşitli fırka ve mezheplere ayrıldığım gösterir.
12-13. Cinler, Kur'ân-ı Kerîm'i dinleyince evrendeki her şeyin Allah'ın kudretinde olduğunu, onun iyileri Ödüllendirip kötüleri cezalandıracağını,kimsenin Allah'a güç yetiremeyeceğini ve O'nun elinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını Kur'an'dan öğrenip anlamışlar; kendileri iman ettikten sonra diğerlerini de inkarcılıktan ve Allah'a ortak koşmaktan sakınmaya çağırmışlardır. 13. âyette Allah'ın kullarına karşı adaletle muamele edeceği cinlerin ağzından dile getirilmektedir. Bu da Allah'ın iyilikleri ödüllendirme, kötülükleri cezalandırma konusundaki kusursuz adaletinin mutlakfığına yani insanlarla sınırlı olmayıp irade sınavına tâbi tutulan bütün varlıkları kapsadığına yapılan bir vurgu olarak değerlendirilmelidir.
14-15. "Haksızlığa sapanlar"dan maksat inanç ve amelde doğruluktan, adaletten sapanlardır. Bunlar, özellikle Allah'a ortak koşmakla hem hakikat çizgisinden saptıkları hem de böylece kendilerine haksızlık ettikleri için âyette "zalimler" anlamına gelen "kasitûn" sıfatıyla nitelendirilmişlerdir. Ni-tekîm bir âyet-i kerîmede şirk büyük bir haksızlık (zulüm) olarak nitelenmiştir.
Meali
16-17. (Ey Peygamber! Şunu da söyle Yine bana vahyolundu ki, eğer hak yolda dosdoğru yürürlerse kendilerini, içinde denemek üzere nimetlere boğarız; kim de rabbini anmaktan yüz çevirirse Allah onu gitgide artan bir azaba uğratır. 18. Mescitler yalnız Allah'ındır. O halde Allah'ın yanma katarak hiçbir kimseye yalvarmayın. 19. Allah'ın kulu O'na ibadet etmek üzere kalktığında üstüne çıkarcasına etrafına üşüşüyorlar. 20-21. De ki: "Ben kendisine hiç kimseyi ortak koşmaksızm yalnız rabbime yakarır kulluk ederim." De ki: "•Doğrusu ben size ne zarar verme ne de doğrunun ölçütünü zihninize yerleştirme gücüne sahibim." 22-23. Şunu da söyle: "Şüphe yok ki Allah'ın gönderdiklerini tebliğ etmedikçe beni de Allah'a karşı kimse koruyamaz; O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam." Artık kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse bilsin ki, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi onu beklemektedir. 24. Sonunda tehdit edildikleri azabı gördükleri zaman kimin yardımcılarının daha güçsüz ve sayıca daha az olduğunu anlayacaklar." 25. De ki: "Tehdit edildiğiniz azap yakın mıdır yoksa rabbini onun için uzun bir süre mi koyar bilemem." 26. Gaybı O bilir, gizlisini kimseye açmaz; 27-28. Ancak elçi olarak seçtikleri başka. Allah, onların her türlü durumlarını ilmiyle kuşattığı ve her şeyin sayışım belirlediği halde, rablerinin mesajlarını tebliğ ettiklerini ortaya çıkarmak için elçilerin önlerinden ve arkalarından gözcüler gönderir. Tefsiri16-17. Müfessirler bu âyetlerin cinlerin sözü değil, sûrenin birinci âyetinin başında yer alan "De ki..." buyruğu ile bağlantılı olduğunu kabul ederler. [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Buna göre mâna şöyle olur: "Ey Peygamber! Muhataplarına, sana vahyolunan yukarıdaki bilgileri duyurduğun gibi şu gerçeklerin vahyolunduğunu da duyur: Eğer onlar teslimiyet gösterip hak yolda dosdoğru yürürlerse biz de kendilerini, içinde denemek üzere nimetlere boğarız..." Burada, doğru yolda gidenlere bolca nimetler nasip edileceği, ama bu lütuflann daima bir fitne yani sınav ve deneme amacı da taşıdığı belirtilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de, inancı doğru, yaşayışı düzgün olanların nimetlerle, güzel bir hayatla ödüllendirileceğifakat bu lütuflann aynı zamanda bir sınav riski taşıdığı başka yerlerde de bildirilmiştir. 16. âyete şöyle de mâna verilir: Eğer onlar, içinde bulundukları inkarcılığa devam ederlerse istİdrac olarak onların nzıklannı çoğaltırız, sonunda zenginliklerine ve güçlerine güvenerek fitneye düşer, büsbütün sapkınlaşır-larsa onlan hem dünyada hem de âhirette cezalandırırız Bu mânayı destekleyen başka âyetler de vardır. 17. âyette de Allah'ı anmaktan yüz çevirenlerin çetin bir azaba atılacakları ifade buyurulmuştur.
18. Mescid, müslümanlaniı namaz kılmalarına ayrılmış mekânı ifade eder. Bu âyet de sûrenin birinci âyetinde geçen "bir cin topluluğunun (Kur'an'ı) dinlediği" mealindeki cümlecikle bağlantılı olup ibadet yerlerinin Allah'a mahsus olduğunu, İnsanların Allah'tan başkasına ibadet etmemeleri gerektiğinin Hz. Peygamber'e vahyedildiğini bildirmektedir. Müfessirler, buradaki "mesâcid" kelimesine bunun dışında şu anlamları da vermişlerdir: a) Mescitlerden maksat Mescid-i Haram'dır. Âyet Kabe'ye putları yerleştirip onlara tapan müşrikleri uyarmakta ve yaptıklarının yanlış olduğuna işaret etmektedir. b) Namaz ve ibadet yalnız camilere hasredilmiş olmadığından burada bütün yeryüzü kastedilmiştir, c) Secdede yere temas eden uzuvlar yani eller, ayaklar, dizler ve alın kastedilmiş, Allah'ın verdiği bu organlarla O'ndan başkasına secde edilmemesi emredilmiştir. Bazı müfessirlerce, secdenin namazın bir rüknü olduğu göz önüne alınarak bu kelime "namaz" anlamıyla da açıklanmıştır.
19. "Allah'ın kulu"ndan maksat Hz. Peygamber'dir. Allah Teâlâ Resulünü onurlandırmak için onu yüce zâtına İzafe ederek anmıştır. Âyette Hz. Peygamber Nahle denilen yerde ashabına namaz kıldırırken emlerin ondan Kur'an dinlemek için neredeyse birbirlerini çiğneyecek şekilde etrafını kuşattıkları ifade edilmektedir. "Üstüne çıkarcasına" diye tercüme ettiğimiz "libed" kelimesinin farklı kıraatlerine göre âyete şöyle de mâna verilmiştir: "Peygamber Allah'a kulluk etmeye ve O'na çağırmaya başlayınca cinler ve insanlar onun getirdiği dini yok etmek İçin birbirlerini destekliyorlardı, ancak Allah onlara fırsat vermedi." Taberî bu anlamı tercih etmiştir. [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]20-23. Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber'e, tebliğ ettiği tevhid dini yüzünden insanların düşmanlığını kazandığını, eğer bu davadan vazgeçerse kendisini düşmanlarına karşı koruyacaklarını söylüyorlardı Bu âyetler onlara cevap olarak inmiş ve böylece Hz. Peygamber'in Allah'tan başkasına kulluk etmesinin söz konusu olamayacağı, onun kendisine verilen ilâhî emir ve mesajları tebliğ etme görevini yerine getirmekten başka gayesinin bulunmadığı ifade edilmiştir.
24. Hz. Peygamber'e ve müslümanlara yardım edip onları dünyada zafere, âhirette de kurtuluşa erdireceğini, inkarcıları ise cezalandıracağını bildiren âyetler geldikçe müşrikler onlarla alay edip bu işin ne zaman ve bu zayıf müminlerle na- sil olacağını soruyorlardı. İşte âyet onların bu sorularına cevap vermektedir
25. Müminlere vaad edilen zaferin veya inkarcılara verilecek cezanın ve kıyamet olayının ne zaman gerçekleşeceği konusu gayb bilgilerinden olduğu için Allah bildirmedikçe peygamberin de onu bilmesi mümkün değildir. Sûrenin başından beri işlenen konularda ağırlıklı olarak cinlerin gaybt bilmedikleri ya açıkça veya işaret yoluyla ifade edilmiştir.
26-28. Gaybı yalnızca Allah'ın bildiği, bu konuda O'nun hoşnut olup seçtiği elçinin dışında -cinler dahil- hiç kimseye bilgi vermediği ifade buyurulmuştur. Allah'ın hoşnut olup seçtiği elçiden maksat peygamberler, onlara bildirdiği gayb bilgileri ise ilâhî vahiyler ve haberlerdir ki bunlar da onların peygamber olduğunu gösterir. Meselâ Hz. Peygamber'e kıyamet gününde ve âhirette meydana gelecek olaylar vb. birçok gayb haberini içeren Kur'an vahyedilmiştir. Şevkânî'nin eserinde, Kur'an ve vahiy dışında da Hz. Peygamber'e fıten ve benzeri bazı gayb bilgilerinin verildiği zikredilmiş ve âyetin bunlara da işareti söz konusu edilmiştir. İlâhî vahyin korunması, ona şeytan sözünün karışmaması ve peygamberlerin Allah'ın mesajlarını tebliğ edip etmediklerinin tam olarak ortaya çıkması için Allah Teâlâ, elçisinin önünde ve arkasında koruyucu / gözetleyici melekler görevlendirmişçevrelerini bunlarla donatmış ve tahkim etmiştir. Allah bunu, vahyi koruyamadığından değil, hikmeti gereği yapmaktadır; zira Allah'ın her şeye gücü yeter; O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Allah'ın peygamberlerini kıyamet ve âhiret halleri gibi bazı gayb konularından haberdar etmesinin bir amacı da mucize mahiyetindeki bu bilgilerle onların nübüvvetini kanıtlamaktır. Bu âyetler, astroloji yoluyla olağanüstü bilgilere ulaştıklarını söyleyenleri de yalanlamaktadır. Zemahşerî gibi Mu'tezi-le âlimleri bu âyetlere dayanarak kerametin imkânsızlığını, keramet olduğu söylenenlerin asılsız olduğunu savunmuşlardır. Ancak Râzî, burada özellikle âhiretle ilgili gaybî bilgilerden söz edildiğini belirterek Mu'tezile'nin âyetten bu anlamı çıkarmasını dayanaksız bulmuştur. | |
|