hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Cİn Sûresi ...

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Cİn Sûresi ... 2duy3hj

Cİn Sûresi ... Empty
MesajKonu: Cİn Sûresi ...   Cİn Sûresi ... EmptySalı Tem. 13, 2010 8:33 am


Cİn Sûresi
...



Nüzulü
Mushaftaki sıralamada
yetmiş ikinci, iniş sırasına göre kırkıncı sûredir. A'râf sûresinden
sonra, Yâsîn sûresinden önce Mekke'de inmiştir.
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen rivayete göre bir gün Hz. Peygamber
ashabından birkaç kişiyle birlikte Ukaz panayırına doğru giderken Nahle
denilen yerde ashabına sabah namazını kıldırmıştı. Onun namazda okuduğu
âyetleri işiten cinler bu âyetlerin tesirini derinden hissedip hayranlık
duymuşlar, bu olayı kendi topluluklarına da anlatmışlar ve Kur'an'a
inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını
açıklamışlardır. İşte bu olay üzerine Cin sûresi İnmiştir

Adı

Sûre adını, birinci âyette geçen ve "cinler" anlamına gelen "cinn"
kelimesinden almıştır. Sûre ilk kelimeleri olan "Kul ûhiye ileyye" veya
kısaca "Kul ûhiye" İsimleriyle de anılmıştır.
Konusu

Sûrenin ana konusu cinler ve bunlara ait özel durumlardır. Sûrede bir
cin topluluğunun Hz. Peygamber'den Kur'an dinlediği ve ona iman ettiği,
inanç bakımından cinlerin de müminler ve kâfirler olarak ikiye
ayrıldığı bildirilmekte ve cinlerle ilgili olarak insan idrakini aşan
bilgiler verilmektedir. Aynca sûrede Allah Te-âlâ'nın varlığı, birliği,
büyüklüğü, evrendeki hükümranlığı ve Allah'tan başkasına ibadet
edilmemesinin gereği üzerinde durulmuş, öldükten sonra dirilme ve hesap
vermeye iman gibi İslâm'ın bazı inanç esasları ele alınmıştır. Gayb
bilgisinin Allah'a mahsus olduğu, bu bilgileri ancak kendisinin razı
olduğu kimselere bildireceği ve Allah'ın ilminin kuşatıcılığı ifade
edilerek sûre sona ermiştir.
Meali

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1-2. De ki: Cinlerden bir
topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle söyledikleri bana vahyolundu: "Biz,
doğru yolu gösteren hârika bir okuma dinledik ve ona iman ettik. Artık
kesinlikle rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız. 3, Rabbimizin şanı çok
yücedir; O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk. 4. Doğrusu aramızdaki
beyinsiz Allah hakkında asılsız şeyler söylüyormuş. 5. Oysa biz,
insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini
sanırdık. 6. İnsanlardan bazı adamlar cinlerden bazı kişilere
sığınırlardı, onlar da bunların taşkınlıklarım arttırırlardı. 7. Onlar
da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini
sanırlardı. 8. Hakikaten biz (cinler) göğü yokladık, onu güçlü
muha-fızlar ve alev toplarıyla doldurulmuş bulduk. 9. Halbuki biz (daha
önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk;
fakat şimdi kim dinlemek isterse kendisini gözetleyen bîr alev topuyla
karşılaşıyor. 10. Bilmiyoruz, yeryüzündekiler hakkında bir kötülük mü
murat edildi yoksa Rableri onlar için bir iyilik mi diledi? 11. Doğrusu
içimizde iyiler var, ama aramızda başka türlü olanlar da var; farklı
yollar izledik. 12. Sonunda anladık ki yeryüzünde Allah'ın iradesini
asla engelleyemeyiz; kaçmakla da O'nun elinden kurtulamayız. 13. Ve biz
doğru yol rehberini dinler dinlemez ona iman ettik; rabbine iman eden
kimse artık ne ziyana ne de haksızlığa uğramaktan korkar. 14. Aramızda
ilâhî emirlere boyun eğenler var, ama hak yoldan sapanlarımız da var.
Boyun eğenler doğru yolu hedeflemişlerdir. 15. Hak yoldan sapanlar ise
cehennemin yakıtı olmuşlardır,"
Tefsiri

1-3. Cin, sözlükte "örtmek, örtünmek, gizli
kalmak" anlamındaki "cenne" fiilinden İsim olup "gizli, görünmeyen
varlıklar" mânasına gelir, tekili "cinnî"dir. Terim olarak cin, ateşten
yaratılmış, duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irade sahibi, ilâhî
emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan
varlık türünü ifade eder. Cİn kelimesi gerek Kur'ân'da (22 yerde)
gerekse diğer İs-lâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir
akıllı / şuurlu varlık türünün adı olarak kullanılmıştır.
İnsanlar gibi cinler de kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara
nispetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun
mesafeleri katedebilir, insanlar onları görmedikleri halde onlar
insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat
gaybı bilemezler. Cinlerin gaybı bildiklerine dair yanlış inancı Kur'an
kesinlikle reddeder. Göktekiineleklerin konuşmalarından gizlice haber
almak isterlerse de buna imkân verilmez. Kur'an bazı cinlerin Hz.
Süleyman'ın emrine girerek ordusunda hizmet gördüklerini ve insanlarla
beraber çalıştıklarını bildirmektedir.
Cin telâkkisi insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerde
mevcuttur. Eski Asurlular ve Bâbilliler'de kötü ruh ve cinlere
inanılırdı. Sâmî kökenli kavimlerde cinlerin değişik sınıfları bulunduğu
kabul edilirdi. Eski Mısır'da cinler çoğunlukla yılan, kertenkele gibi
sürüngenlere benzetilirdi. Eski Yunanlılar'da da-inıon adı verilen
insanüstü varlıklar bulunduğu kabul edilir, bunlar İyi ve kötü olarak
ikiye ayrılırdı. Eski Romalılar'da da insanlara zarar verebilen kötü
ruhlar telâkkisi mevcuttu. Çinliler cinlerin her yerde bulunduğu,
iyilerinin ve kötülerinin olduğu kabul edilirdi. Özellikle taoist
rahipleri cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun
yaparlar. Hintliler'de de iyi ve kötü cin telâkkisi mevcuttur. İran
kültüründe cin telakkisi Zerdüşt öncesinden gelir. Eski Türkler'de
cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler Şaman
tarafından hasta bedenlerden uzaklaştırılırdı.
İsrail kültüründe, daha çok İran'ın düalist sisteminin tesiriyle kötü
ruh ve cin anlayışı belirginleşmişti. Yahudiler cinlerin çöllerde ve
harabelerde yaşadığına inanırlardı. Yahudi kutsal kitaplarında ağrı ve
felaket veren, kan emen cinlerden söz edilir. Hıristiyan kültüründe cin
telakkisi daha çok Yahudilik etkisinde gelişmiştir. Yeni Ahid, cinleri
putperestlerin tanrıları bedensel ve ruhsal hastalıkların kaynağı olarak
gösterir. Bilhassa XII. Yüzyıldan itibaren cin telakkisi hıristiyan
sanatının önemli bir teması haline germiştir. Avrupa'da ve daha sonra
Amerika'da cadı ve büyücülük büyük ilgi görmüştür.
İslâm'dan önce Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler,
onlar adına kurban keserlerdi. Cinlerin kâhinlere gökten haberler
getirdiğine inanırlar; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir
bağ kurarlardı Câhiliye Araplan'nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı
olduğuna inanır, melekleri Allah'ın askerleri, cinleri de şeytanın
askerleri sayarlardı. Kur'ân-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş,
cinlerin de insanlar gibi Allah'a kulluk etmeleri için yaratıldıklarını
haber vermiştir.
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Onlara da peygamber gönderilmiş, içlerinden iman
edenler olduğu gibi inkâr edenler de olmuştur. Hz. Peygamber ilâhî
emirleri cinlere de tebliğ etmiştir.
Yukarıda "Nüzulü" başlığında belirtildiği üzere cinlerden bir grup, Hz.
Pey-gamber'den Kur'an dinledikten sonra geri dönüp, doğru yolu gösteren
ve üstün nitelikleri nedeniyle kendilerini hayran bırakan Kur'an'a
inandıklarını, artık rableri-ne hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını kendi
topluluklarına açıklayarak onları da uyarmaya çalışmışlardır. Âyetten
anlaşıldığına göre Hz. Peygamber o esnada Kur'an dinleyen cinleri
görmemiş, fakat onların Kur'an dinledikleri kendisine vahiy yoluyla
bildirilmiştir; ancak daha sonraki buluşmalarında cinleri gördüğü ve
onlara tebliğde bulunduğu rivayet edilmiştir. Cinlerin Kur'an'i
dinlediklerini haber vermekten maksat, Hz. Peygamber'den defalarca
Kur'an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin cinlerden
ibret ve örnek almalarını sağlamaktır.
3. âyette "rabbimİzİn şanı" diye çevirdiğimiz tamlamadaki "ced" kelimesi
sözlükte "büyüklük, ululuk, zenginlik, güç, asıl" anlamlarına
gelmektedir. Burada Allah'ın şanının yüce olduğunu ve hiçbir şeye muhtaç
olmadığını ifade eder. Âyetin devamında "O, ne bir eş edinmiştir ne de
çocuk" mealindeki cümle de bu yorumu desteklemektedir. Cinlerin bu
sözleri onların, müşriklerin "Melekler Allah'ın kızlarıdır" şeklindeki
inançlarından haberdar olduklarını ve bu bâtıl İnancı reddettiklerini
gösterir.
4-5.
Mücâhid'e göre cinlere Allah hakkında
asılsız şeyler söyleyerek onları Allah'tan başkasına tapmaya davet eden
"beyinsiznden maksat îblis'tir İblis Allah'a eş, ortak ve çocuk
isnadında bulunur, cinler de ona inanırlardı; ama Kur'an'ı dinleyip
bilinçlendikten sonra artık ona inanmaktan vazgeçmişlerdir.
6.
Rivayete göre Câhiliye döneminde bir
kimse geceleyin ıssız bir vadide bulunup da başına bir şey gelmesinden
korktuğunda "Kötülerin şerrinden bu vadinin efendisine sığınırım"
diyerek cinlerin şerrinden onların efendisine sığınırdı. İşte "Onların
taşkınlıklarını arttırırlardı" mealindeki cümle bu cinlerin kendilerine
sığınılmasından dolayı kibirlenip azgınlaştıklannı anlatmaktadır.
Kur'an'ı Kerîm'de, Hz. Süleyman'la ilgili anlatılanlar dışında, cinlerin
insanlarla ilişki kurduğuna, insanlar üzerinde etkili olduğuna, cinci,
büyücü gibi bazı kişilerin cinlerin etkisini önlediklerine dair hiçbir
bilgi yoktur. Bazı âlimler, faiz yiyenlerin kıyamet gününde
mezarlarından şeytan çarpmış gibi kalkacağını bildiren âyetedayanarak
cinlerin insanları etkileyeceğini ileri sürmüşlerse de bunun temsilî bir
anlatım olduğu açıktır. Cinlerin etkisini önlemek İçin Felâk ve Nâs
sûrelerini okumayı tavsiye eden bazı hadisler. dolayısıyla da cinlerin
insanlar üzerinde etkili olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür.
Ancak bu tür hadislerin, aslında fizyolojik sebeplerden kaynaklanan bazı
hastalıklar veya bunalımlar için psikolojik bakımdan bir yatıştırma ve
terapi amacı taşıdığı düşünülebilir.
Bazı müfessirler,"... onların taşkınlıklarını arttırırlardı" mealindeki
cümleyi "Cinler insanların taşkınlıklarını arttınrlardı" şeklinde de
yorumlamışlardır. İbn Âşûr'a göre müşriklerden bir topluluk, cinlerin
kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için onlara ibadet
ederlerdi, bu durum cinlere tapanların günah ve sapkınlığını arttırırdı.


7.
İnsanlardan âhireti inkâr edenler
olduğu gibi cinlerin de Kur'an dinlemeden önce âhireti inkâr ettikleri,
öldükten sonra tekrar dirilme olacağına inanmadık- lan anlaşılmaktadır.
Zİra İblis onlara da menfi telkinlerde bulunmaktadır. "Allah'ın hiç
kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanırlardı" diye çevirdiğimiz kısım
"Allah'ın hiç kimseyi göndermeyeceğini sanırlardı" şeklinde de tercüme
edilebilir. Bu takdirde insanların da cinler gibi Allah'ın hiçbir
peygamber göndermeyeceğine inandıklarını söylemiş olurlar.

8-10.
Tefsirlerde anlatıldığına göre cinler
öteden beri göklerde dolaşır, oradaki melek vb. varlıkların
konuşmalarını dinlerler, aldıkları bilgilere kendilerinden de yorumlar
katarak onlarla irtibat kuran kâhinlere anlatırlardı. 9. âyetin "Halbuki
biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabi-lecek yerlerinde
otururduk" mealindeki kısmı da buna işaret eder. Ancak Hz. Peygamber
gönderildikten ve Kur'an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin gökleri
dinlemesine İzin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 8. âyette verilen
bilgiye göre cinler, gökleri araştırıp yokladıklarını, ancak göklerin
güçlü bekçiler tarafından korunmuş ve alev toplarıyla donatılmış
olduğunu gördüklerini ifade etmişlerdir. 9. âyetin son cümlesine göre de
cinler, gök ehline kulak misafiri olup gizlice onlardan bilgi kapmaya
çalışanlara gözetleme yerlerinden alev toplan atılarak gökleri
dinlemelerinin engellendiğini söylemişlerdir. Sûrenin nüzul sebebini
anlatan İbn Abbas da önceden cinlerin, Allah'ın meleklere evrenin
yönetimiyle ilgili olarak gönderdiği vahyi dinlediklerini, ancak Hz.
Peygamber'in gönderilmesiyle birlikte onların gökleri dinlemelerinin
yasaklandığını, bunun nedenini araştırırlarken Nah-le denilen yerde Hz.
Peygamber'le karşılaştıklarını ve böylece göklerden haber almalarını
engelleyen şeyin ne olduğunu anladıklarını haber vermektedir.
Elmalüı, Hz. Peygamber'i göklere, getirdiği âyet ve mucizeleri de alev
toplarına benzeterek bu âyetleri tevil etmekte, Kurân-ı Kerîm karşısında
insan ve cin şeytanlarının ödlerinin koptuğunu, dillerinin tutulduğunu
ve artık eskisi gibi gayp-tan dem vuramayacaklarını anladıklarını
söylemektedir.
Bazı müfessîrler 10. âyeti şöyle yorumlamışlardır: "Gönderilen
peygambere itaat edecekler de Allah onları doğru yola mı iletecek, yoksa
isyan edecekler de onlan helak mi edecek bilmiyoruz" Bu âyetten
cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18.
âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere burada vahyin korunduğuna,
Allah'ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına,
kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyî
bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytanî güçlerin alev toplarıyla
engellendiğine işaret edilmiştir.

11.
Cinlerin, Kur'an'ı tanımadan önce de
iyilerinin ve kötülerinin olduğu be- lirtİlmektedir. "Farklı yollar
izledik" mealindeki cümle cinlerin de insanlar gibi çeşitli fırka ve
mezheplere ayrıldığım gösterir.

12-13
. Cinler, Kur'ân-ı Kerîm'i dinleyince
evrendeki her şeyin Allah'ın kudretinde olduğunu, onun iyileri
Ödüllendirip kötüleri cezalandıracağını,kimsenin Allah'a güç
yetiremeyeceğini ve O'nun elinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını
Kur'an'dan öğrenip anlamışlar; kendileri iman ettikten sonra diğerlerini
de inkarcılıktan ve Allah'a ortak koşmaktan sakınmaya çağırmışlardır.
13. âyette Allah'ın kullarına karşı adaletle muamele edeceği cinlerin
ağzından dile getirilmektedir. Bu da Allah'ın iyilikleri ödüllendirme,
kötülükleri cezalandırma konusundaki kusursuz adaletinin mutlakfığına
yani insanlarla sınırlı olmayıp irade sınavına tâbi tutulan bütün
varlıkları kapsadığına yapılan bir vurgu olarak değerlendirilmelidir.

14-15.
"Haksızlığa sapanlar"dan maksat inanç
ve amelde doğruluktan, adaletten sapanlardır. Bunlar, özellikle Allah'a
ortak koşmakla hem hakikat çizgisinden saptıkları hem de böylece
kendilerine haksızlık ettikleri için âyette "zalimler" anlamına gelen
"kasitûn" sıfatıyla nitelendirilmişlerdir. Ni-tekîm bir âyet-i kerîmede
şirk büyük bir haksızlık (zulüm) olarak nitelenmiştir.

Meali


16-17. (Ey Peygamber! Şunu da söyle Yine bana vahyolundu ki, eğer hak
yolda dosdoğru yürürlerse kendilerini, içinde denemek üzere nimetlere
boğarız; kim de rabbini anmaktan yüz çevirirse Allah onu gitgide artan
bir azaba uğratır. 18. Mescitler yalnız Allah'ındır. O halde Allah'ın
yanma katarak hiçbir kimseye yalvarmayın. 19. Allah'ın kulu O'na ibadet
etmek üzere kalktığında üstüne çıkarcasına etrafına üşüşüyorlar. 20-21.
De ki: "Ben kendisine hiç kimseyi ortak koşmaksızm yalnız rabbime
yakarır kulluk ederim." De ki: "•Doğrusu ben size ne zarar verme ne de
doğrunun ölçütünü zihninize yerleştirme gücüne sahibim." 22-23. Şunu da
söyle: "Şüphe yok ki Allah'ın gönderdiklerini tebliğ etmedikçe beni de
Allah'a karşı kimse koruyamaz; O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam."
Artık kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse bilsin ki, içinde ebedî
kalacakları cehennem ateşi onu beklemektedir. 24. Sonunda tehdit
edildikleri azabı gördükleri zaman kimin yardımcılarının daha güçsüz ve
sayıca daha az olduğunu anlayacaklar." 25. De ki: "Tehdit edildiğiniz
azap yakın mıdır yoksa rabbini onun için uzun bir süre mi koyar
bilemem." 26. Gaybı O bilir, gizlisini kimseye açmaz; 27-28. Ancak elçi
olarak seçtikleri başka. Allah, onların her türlü durumlarını ilmiyle
kuşattığı ve her şeyin sayışım belirlediği halde, rablerinin mesajlarını
tebliğ ettiklerini ortaya çıkarmak için elçilerin önlerinden ve
arkalarından gözcüler gönderir.
Tefsiri

16-17. Müfessirler bu âyetlerin cinlerin sözü
değil, sûrenin birinci âyetinin başında yer alan "De ki..." buyruğu ile
bağlantılı olduğunu kabul ederler.
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Buna göre mâna şöyle olur: "Ey Peygamber!
Muhataplarına, sana vahyolunan yukarıdaki bilgileri duyurduğun gibi şu
gerçeklerin vahyolunduğunu da duyur: Eğer onlar teslimiyet gösterip hak
yolda dosdoğru yürürlerse biz de kendilerini, içinde denemek üzere
nimetlere boğarız..." Burada, doğru yolda gidenlere bolca nimetler nasip
edileceği, ama bu lütuflann daima bir fitne yani sınav ve deneme amacı
da taşıdığı belirtilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de, inancı doğru, yaşayışı
düzgün olanların nimetlerle, güzel bir hayatla ödüllendirileceğifakat bu
lütuflann aynı zamanda bir sınav riski taşıdığı başka yerlerde de
bildirilmiştir. 16. âyete şöyle de mâna verilir: Eğer onlar, içinde
bulundukları inkarcılığa devam ederlerse istİdrac olarak onların
nzıklannı çoğaltırız, sonunda zenginliklerine ve güçlerine güvenerek
fitneye düşer, büsbütün sapkınlaşır-larsa onlan hem dünyada hem de
âhirette cezalandırırız Bu mânayı destekleyen başka âyetler de vardır.
17. âyette de Allah'ı anmaktan yüz çevirenlerin çetin bir azaba
atılacakları ifade buyurulmuştur.

18.
Mescid, müslümanlaniı namaz
kılmalarına ayrılmış mekânı ifade eder. Bu âyet de sûrenin birinci
âyetinde geçen "bir cin topluluğunun (Kur'an'ı) dinlediği" mealindeki
cümlecikle bağlantılı olup ibadet yerlerinin
Allah'a mahsus olduğunu, İnsanların Allah'tan başkasına ibadet
etmemeleri gerektiğinin Hz. Peygamber'e vahyedildiğini bildirmektedir.
Müfessirler, buradaki "mesâcid" kelimesine bunun dışında şu anlamları da
vermişlerdir:
a)
Mescitlerden maksat Mescid-i
Haram'dır. Âyet Kabe'ye putları yerleştirip onlara tapan müşrikleri
uyarmakta ve yaptıklarının yanlış olduğuna işaret etmektedir.
b)
Namaz ve ibadet yalnız camilere
hasredilmiş olmadığından burada bütün yeryüzü kastedilmiştir,
c)
Secdede yere temas eden uzuvlar yani
eller, ayaklar, dizler ve alın kastedilmiş, Allah'ın verdiği bu
organlarla O'ndan başkasına secde edilmemesi emredilmiştir. Bazı
müfessirlerce, secdenin namazın bir rüknü olduğu göz önüne alınarak bu
kelime "namaz" anlamıyla da açıklanmıştır.

19. "Allah'ın kulu"ndan maksat Hz.
Peygamber'dir. Allah Teâlâ Resulünü onurlandırmak için onu yüce zâtına
İzafe ederek anmıştır. Âyette Hz. Peygamber Nahle denilen yerde ashabına
namaz kıldırırken emlerin ondan Kur'an dinlemek için neredeyse
birbirlerini çiğneyecek şekilde etrafını kuşattıkları ifade
edilmektedir. "Üstüne çıkarcasına" diye tercüme ettiğimiz "libed"
kelimesinin farklı kıraatlerine göre âyete şöyle de mâna verilmiştir:
"Peygamber Allah'a kulluk etmeye ve O'na çağırmaya başlayınca cinler ve
insanlar onun getirdiği dini yok etmek İçin birbirlerini
destekliyorlardı, ancak Allah onlara fırsat vermedi." Taberî bu anlamı
tercih etmiştir.
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


20-23. Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber'e,
tebliğ ettiği tevhid dini yüzünden insanların düşmanlığını kazandığını,
eğer bu davadan vazgeçerse kendisini düşmanlarına karşı koruyacaklarını
söylüyorlardı Bu âyetler onlara cevap olarak inmiş ve böylece Hz.
Peygamber'in Allah'tan başkasına kulluk etmesinin söz konusu
olamayacağı, onun kendisine verilen ilâhî emir ve mesajları tebliğ etme
görevini yerine getirmekten başka gayesinin bulunmadığı ifade
edilmiştir.

24.
Hz. Peygamber'e ve müslümanlara yardım
edip onları dünyada zafere, âhirette de kurtuluşa erdireceğini,
inkarcıları ise cezalandıracağını bildiren âyetler geldikçe müşrikler
onlarla alay edip bu işin ne zaman ve bu zayıf müminlerle na- sil
olacağını soruyorlardı. İşte âyet onların bu sorularına cevap
vermektedir

25.
Müminlere vaad edilen zaferin veya
inkarcılara verilecek cezanın ve kıyamet olayının ne zaman
gerçekleşeceği konusu gayb bilgilerinden olduğu için Allah bildirmedikçe
peygamberin de onu bilmesi mümkün değildir. Sûrenin başından beri
işlenen konularda ağırlıklı olarak cinlerin gaybt bilmedikleri ya açıkça
veya işaret yoluyla ifade edilmiştir.

26-28.
Gaybı yalnızca Allah'ın bildiği, bu
konuda O'nun hoşnut olup seçtiği elçinin dışında -cinler dahil- hiç
kimseye bilgi vermediği ifade buyurulmuştur. Allah'ın hoşnut olup
seçtiği elçiden maksat peygamberler, onlara bildirdiği gayb bilgileri
ise ilâhî vahiyler ve haberlerdir ki bunlar da onların peygamber
olduğunu gösterir. Meselâ Hz. Peygamber'e kıyamet gününde ve âhirette
meydana gelecek olaylar vb. birçok gayb haberini içeren Kur'an
vahyedilmiştir. Şevkânî'nin eserinde, Kur'an ve vahiy dışında da Hz.
Peygamber'e fıten ve benzeri bazı gayb bilgilerinin verildiği
zikredilmiş ve âyetin bunlara da işareti söz konusu edilmiştir.
İlâhî vahyin korunması, ona şeytan sözünün karışmaması ve peygamberlerin
Allah'ın mesajlarını tebliğ edip etmediklerinin tam olarak ortaya
çıkması için Allah Teâlâ, elçisinin önünde ve arkasında koruyucu /
gözetleyici melekler görevlendirmiş
çevrelerini bunlarla donatmış ve tahkim etmiştir. Allah
bunu, vahyi koruyamadığından değil, hikmeti gereği yapmaktadır; zira
Allah'ın her şeye gücü yeter; O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. Allah'ın
peygamberlerini kıyamet ve âhiret halleri gibi bazı gayb konularından
haberdar etmesinin bir amacı da mucize mahiyetindeki bu bilgilerle
onların nübüvvetini kanıtlamaktır. Bu âyetler, astroloji yoluyla
olağanüstü bilgilere ulaştıklarını söyleyenleri de yalanlamaktadır.
Zemahşerî gibi Mu'tezi-le âlimleri bu âyetlere dayanarak kerametin
imkânsızlığını, keramet olduğu söylenenlerin asılsız olduğunu
savunmuşlardır. Ancak Râzî, burada özellikle âhiretle ilgili gaybî
bilgilerden söz edildiğini belirterek Mu'tezile'nin âyetten bu anlamı
çıkarmasını dayanaksız bulmuştur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Cİn Sûresi ...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Yasİn sÜresİ
» Rahman Suresi 29.Ayet
» Al-i İmran Suresi 26 ve 27. Ayetler
» Vakıa suresi
» Leyl sÛresİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: İslam ve İnsan :: Ayetler, Dualar ve hadisler-
Buraya geçin: