İslam
dinini bildiren Hazreti Muhammed kudsal kitap Kur'an-ı Kerim ile "TANRI"
kavramını reddeder; "tanrı" nın varolmayıp "sadece ALLÂH'ın mevcud"
olduğunu vurgular! Bu gerçeğin farkında mıyız?
Bu bölümde, Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği "ALLÂH" kavramının bütün
inançlardaki "TANRI" kavramından niçin son derece farklı olduğunu açık
seçik göreceksiniz…
* * *
En ilkelinden gelişmişine kadar, hemen herkesin, düşüncesinde bir
"TANRI" kavramı vardır… O'na kızar, O'nu sever, O'nu yargılar, Zaman
zaman yaptığı yanlış (!) işleri yüzünden O'nu itham eder; adeta O'nu
yukarıda bir yıldızda ya da galaksinin herhangi bir yerinde boşlukta
oturmakta olan tonton bir dede, ya da celalli bir sultan gibi hayal
ederiz!.
Biraz daha geniş düşünenler ise, bu hayalimizde var kabul ettiğimiz
"TANRI"nın gerçekte varolmasının mümkün olmadığını belirterek; "biz
tanrıya inanmıyoruz" derler ve bu yüzden de "ateist-tanrı tanımaz"
olarak adlandırılırlar…
Oysa gerçekte, ne tanrı tanımazların (ateistlerin), ne de duyduklarına
göre hiç düşünmeden şatlanma yollu bir tanrı var sananların; Hz.
Muhammed'in açıkladığı "ALLÂH"tan haberleri yoktur!
Bu yüzdende "Tanrı" ile "ALLÂH" kavramlarını aynı zannedip hatta sanki
iyi bir iş yapıyor sanısı ile "ALLÂH" yerine dillerine "TANRI" kavramını
dolarlar… Aslında yaptıkları doğrudur; zira onlar gerçekten "ALLÂH"tan
ve "ALLÂH" kavramından sözetmeyip, hayallerinde varsaydıkları
"TANRILARINDAN" bahsetmektedirler…
Şunu kesinlikle bilelim ki…
Resulullah Muhammed Mustafa aleyhisselam ve Kur'an-ı Kerim şu çok önemli gerçeği vurgulamaktadır;
ÖTEDE ya da ÖTENDE bir TANRI yoktur; SADECE "ALLÂH" vardır!.
"ALLÂH"ı hakkıyla idraka çalışmadılar…(22-74)
Ayeti bizim bu konudaki ihmalimize işaret eder…
Biline ki…
Dilimizdeki "TANRI", "İLAH", "MABUD" kelimeleri ile bunların
İngilizce'deki karşılığı olan "GOD", Fransızca'da karşılığı olan "DİYÖ",
Almanca'da karşılığı olan "GOT" kelimeleri hep "TAPINILACAK bir varlık"
kavramını ifade eden kelimelerdir…
Yani, insanlar, bu kelimeler ile ÖTEDEKİ bir mabuda, ilaha, tanrıya işaret ederler!.
"ALLÂH" kelimesi ise ÖZEL olarak bir varlığın ismidir!.Ki biz,O varlığa
işaret etmek ve O varlığı tanıtmak için, ya çeşitli vasıflarıyla tarif
ederiz; ya da bu vasıflarını çeşitli isimlerle işaret ederiz…Ancak,
bütün bu isimler, hep, O varlığın, sadece ve sadece çeşitli vasıflarına
işaret eder; ve o vasfı yönünden O'nu tarif eder…
Mesela, bu fakire "HULUSİ" derler…Bu isim, O'nun özel ismidir…Herhangi
bir lisana bu ismi çeviremezsiniz…İngilizce de olsa, Fransızca da olsa
hep gene "HULUSİ" denmek zorunluluğu vardır…
İşte bunun gibi, "ALLÂH" isminin de, ÖZEL bir varlığın ÖZEL ismi olması
nedeniyle, başka bir kelimeye çevrilmesi, veya başka bir kelimeyle
anılması mümkün değildir…
Esasen, yukarıda belirttiğimiz gibi, diğer kelimeler "tanrısallık
kavramına" işaret ederken; "ALLÂH" kelimesi ise tamamiyle ÖZEL bir
VARLIĞA işaret eden ÖZEL bir isimdir…
Bu sebebledir ki, tanrısallık ifade eden hiç bir kelime, asla "ALLÂH" kelimesinin yerini tutamaz!.
"ALLÂH" yerine "TANRI" kelimesini kullananlar, bunu ya cahillikten,
bilgisizlikten kullanmaktadırlar; ya da kavranış yani idrak
yetersizliğinden konuyu değerlendirmedikleri için yapmaktadırlar…
İşte, böyle özel bir ismi olan ve "CÜZ" kavramından dahi münezzeh
bulunan varlığa kişi "ALLÂH" dediği zaman, bu kavram yanısıra bir de
"CÜZ" tasavvur ederse; ya da bir "CÜZ" kabul ederse, bu hangi isim ve
kavram altında olursa olsun, o kişi "ALLÂH"a şirk koşmuş olur; yani
"ALLÂH" gerçeğini örtmüş ve bir "TANRI" kabullenmiş olur!.
Ki bu durumda da şu ayetle uyarılır:
— ALLÂH YANISIRA TANRI OLUŞTURMA!.
Sonra aşağılanmış ve kendi başına bırakılmış olursun… (17-22)
İşte bu konuda ikinci bir uyarı daha:
— "ALLÂH" YANISIRA TANRI EDİNME! (28-88)
Yani varolan gerçek mutlak varlık "ALLÂH" iken; sen "ALLÂH" kavramından
gaflete düşüp, "ALLÂH" ismiyle işaret edilen varlığı ötende bir TANRI
sanıp; böylece bir TANRI edinmiş durumuna düşme!.
Ötede, ya da ötende bir tanrı kabul etmek suretiyle, farkında olmadan
"ALLÂH" kavramı ve anlamı dışına çıkarak "tanrı" kavramı içine girersin…
Böylece de Kur'an-ı Kerim'in açıklamış olduğu "vahdet" idrakından kendini mahrum etmiş olursun…
Ve böylece de "nefsine en büyük zulmü yapmış olursun"
Hazreti Muhammed aleyhisselam, "ALLÂH RESULU" olduğunu, almış olduğu
vahiy sonucu olarak açıklayıp, artık insanların tanrıya tapmaması için
elinden gelen gayreti göstermeye başladı…
"TANRI YOKTUR, SADECE ALLÂH VARDIR" mesajıyla insanlara gerçeği
anlatmaya başlayan Hazreti Muhmmed'in vurguladığı bu gerçek, KELİME'İ
TEVHİD şeklinde formüle edilmişti…
İslam Dininin temelini, "LA İLAHE İLLALLÂH" sözünün manası oluşturur.
"La İlahe İllAllâh" ne demektir?
Bu söz basit olarak ele alınırsa;
"TANRI yoktur sadece ALLÂH vardır" anlamında değerlendirilir…
Eğer kelimelerin anlamı üzerinde durursak…
"La İlahe"; " La" yoktur; "İlahe", TANRI demektir, yani tapınılacak tanrı yoktur, demektir.
Şimdi burada şu noktaya dikkat edelim…
Kelime-i Tevhid, "La ilahe" ile başlıyor… Ve başlangıçta, kesin bir hüküm vurgulanıyor. "Yoktur tapınalacak varlık!";
"Lâ ilâhe!.."
Akabinde, bir açıklama geliyor… "İllâ" "sadece", "ALLÂH" vardır!.
"İLLÂ ALLÂH" yani "sadece ALLÂH"!.
Birinci mana olarak, bu cümleden açığa çıkan gerçek şudur…
"Tapınalacak TANRI yoktur"… Evet, burada, kesin olarak, tapınılacak bir
öte tanrı olmadığını vurguladıktan sonra, "İLLA ALLÂH" diyor…
"İLLA", yukarıda açıklamaya çalıştığımız üzere, "ancak" manasına
anlaşılabileceği gibi, buradaki kullanım şeklinde görüldüğü üzere
"SADECE" anlamında dahi kullanılır…
Evet, "İLLA", "ALLÂH" kelimesiyle birarada kullanıldığı zaman kesinlikle
"SADECE" anlamında algılamak zorundadır; zira "ALLÂH"tan gayrı vücud
sahibi yoktur ki, "ALLÂH" ona kıyaslansın veya o şeyle benzer kefeye
konarak ona nisbetle tarif edilsin!. Bu hususu da geniş şekilde Hz.
"MUHAMMED NEYİ OKUDU" isimli kitabımızda açıkladık.
İşte bu sebepten dolayıdır ki, "İLLÂ" kelimesi "ALLÂH" ismiyle yanyana
kullanıldığı zaman bunu daima "SADECE" kelimesiyle tercüme etmek
zorundayız…
Nitekim bu mana İngilizceye tercüme edilirken:
"There is no god BUT ALLÂH"
şeklinde değil;
"There is no god ONLY ALLÂH"
şeklinde tercüme edilmelidir…
Ki böylece, İslam Dini'nin getirmiş olduğu VAHDET-TEKLİK inanç veya düşünce sistemi farkedilebilsin.
Evet, sadece "ALLÂH" vardır ki, "O ALLÂH, tapılacak bir tanrı değildir",
anlamı mevcuttur bu açıklamada…Çünkü başta, kesin olarak "LA İLAHE"
yani "tapılacak TANRI yoktur"; hükmü veriliyor!.
Öyle ise "ALLÂH", İnsanın dışında, ötesinde; ve hatta bu vargördüğümüz
varlıkların dışında ve ötesinde tapınılacak bir TANRI değildir!.
"ALLÂH"ın "AHAD" olşunu şayed iyice idrak edersek, görürüz ki
-basiretle-, bir ALLÂH, bir de, yanısıra kainat gibi, iki ayrı yapı
mevcut değildir!
Yani bir "ALLÂH" var, bir de alemler mevcut, değil!.
Başka bir deyişle, bir içinde yaşadığımız alemler, kainat mevcut; bir de
bunların ötesinde, bunlardan ayrı, bunların dışında bir "TANRI mevcut"
anlayışı, tümüyle batıldır!.
Hazreti MUHAMMED'İN açıkladığı "ALLÂH" bir TANRI değildir !.
Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLÂH", AHAD'dır!.
Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLÂH", sonsuz manalara sahip olup, her an bunları seyir halindedir!.
İSLAM'ın "Tevhid" inancı, yani, Hazreti Muhammed'in açıkladığı inanç
sistemi, TAPILACAK TANRI OLMADIĞI; ALLÂH'ın AHAD olduğu ve dolayısıyla
bir TANRI'nın mevcut olmadığı; insanların, bütün yaşamları boyunca
kendilerinden meydana gelecek fiillerin neticelerine katlanacağı esasına
dayanır!.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde hep, insanın bilfiil kendi
çalışmalarının, yaptıklarının karşılığını alacağı şöyle vurgulanır:
"İnsan için kendi çalışmalarının karşılığı dışında hiç birşey yoktur!." (53-39)
"Yaptıklarınızdan başka bir şeyden dolayı karşılık göremezsiniz." (37-39)
"Yaptıklarınızın karşılığına (neticesine) ereceksiniz." (36-54)
"Herkes için yaptıklarına göre dereceler vardır. Bu da kendilerine
haksızlık edilmeyerek, çalışmalarının karşılığını almaları içindir."
(46-19)
"Siz çok büyük ızdırap verecek azabı tadacaksınız; ancak bu, yaptıklarınızın neticesi olarak başınıza gelecektir!." (37-39)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü üzere, insan dünyada yaptığı
çalışmalarının karşılığını göreceğine göre, acil olarak ilk yapması
gereken şey ölümötesi yaşamın ne olduğunu araştırmak ve "ALLÂH"ın ne
olduğunu idrak etmektir…
Hazreti Muhammed aleyhisselama "ALLÂH nedir" diye soranlara cevab,
"ALLÂH" tarafından bizzat veriliyor Kur'an-ı Kerim'de, "İHLAS"
Suresinde:
"De ki, O ALLÂH AHAD'dır;
ALLÂH SAMED'dir;
LEM YELİD ve LEM YULED'dir;
ve LEM YEKUN LEHU KÜFUVEN AHAD'dır!."
"Hz. MUHAMMED'İN açıkladığı ALLÂH"ın ne olduğunu açıklayan bu surede
öncelikle, kelimelerin geniş manası üzerinde duralım… Ve sonra da bu
manaların getirmekte olduğu sonuçlar üzerinde düşünmeye başlayalım…
"ALLÂH AHAD"dır…Yani, sınırsız, sonsuz, cüzlere ve zerrelere bölünmesi sözkonusu olmayan TEK'dir…
Şimdi bu tanımlamayı iyi düşünelim!.
Cüzlere, zerrelere bölünüp parçalanması mümkün olmayan "AHAD", ya sonlu
sınırlı bir tektir, ki bu takdirde evrenin herhangi bir yerinde
oturmaktadır (!); ya da sonsuz, sınırsız cüzlere ayrılmaz TEK'tir ki, bu
takdirde de ancak ve sadece, tekrar ediyorum ancak ve sadece "KENDİSİ"
mevcuttur!.
"AHAD" olan "ALLÂH"ın dışında herhangi bir varlığın mevcudiyetini ileri
sürmek önce akıl ve mantığa, sonra da iz'an ve insafa sığmaz!.
Düşünelim…
Şayed "ALLÂH"tan ayrı, "ALLÂH"ın dışında bir varlık var ise… Bu varlık
ile "ALLÂH" arasındaki sınır nerededir?.. Bu sınırı nerede
çizeceksiniz?..
Ya varlık, mevcud, sınırsız sonsuz TEK'tir, ikinci bir varlık yoktur!.
Ya da sınırlı sonlu, evrenin içinde bir yerde, veya evrenin dışında MEKANI OLAN bir TANRI mevcuttur (!)..?
Burada idrak edilmesi en önemli olan şey "SINIRSIZLIK-SONSUZLUK" kavramıdır…
Şimdi bu "sınırsızlık-sonsuzluk" kavramını en - boy - derinlik olarak değil, boyutsal olarak kavramaya çalışalım…
GERÇEKTE, mevcud olan TEK, bölünmez, parçalanmaz, sınırsız-sonsuz olan
TEK'tir!. AHAD'dır!. Eşi, misli, benzeri, mikro ya da makro planda
kendisinin dışında hiç birşey olmayan "ALLÂH AHAD"dır!.
Ancak biz, mevcut algılama araçlarımıza bağımlı olarak, o TEK yapıyı,
çok parçalardan oluşmuş bir bütün gibi değerlendirme yanılgısı
içindeyiz!. Çünki, beynimiz kesitsel algılama araçlarına göre hüküm
vermekte!.
Oysa beyin, kesitsel algılama araçlarının yani beş duyusunun son derece
sınırlı değerlendirme kapasitesi ile kayıtlı kalmasa… Bu sınırlar içinde
algıladığı verileri, sadece, evrendeki sayısız varlıklardan birer kesit
veya birer örnek kabul etse…
Sonra derin bir tefekkür ile, algılayabildiği örneklerden; daha nelerin
mevcut olabileceğini tespit edebilse… Ve sonra, onların yapısal
derinliklerine doğru, boyutsal bir seyahat yaparak, evrensel ÖZ ile
karşılaşsa… Ve nihayet kendi "ben"liğinin dahi o evrensel "ÖZ" içinde
"yok" oluşunu farkedebilse…
İşte bu işin çok önemli bir yanı…
* * *
Konunun ikinci önemli yanı da şurası…
Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLÂH", "AHAD" yani sınırsız-sonsuz,
zerrelere ayrılmaz olduğuna ve bu durum her yöne ve her BOYUTA şamil
bulunduğuna göre; bu takdirde O'nun varlığı yanısıra, varolabilecek
ikinci bir varlık, nerede, hangi BOYUTTA veya hangi başlangıç noktasında
O'nun varlığına bir sınır çizerek, kendine yer açabilecektir?!.
"AHAD ALLÂH" dışında var kabul edilecek ikinci bir varlığın, TANRI'nın yeri neresidir?..
"ALLÂH"ın içinde mi, yoksa dışında mı?!.
"ALLÂH", sonsuz-sınırsızdır, dedik…
"ALLÂH"ın sınırsız-sonsuz oluşu dolayısıyla bir MERKEZİ olması da muhaldir!.
Bir şeyin merkezi olması için, onun sınırları olması, bu sınırların
köşelerinin kesiştiği noktanında merkez kabul edilmesi gerekir…
Halbuki, "ALLÂH"ın sınırı yoktur…
Sınırı olmayan şeyin, merkezi de olmaz!. Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!.
Bizim beş duyusal yaşamımıza ve beş duyudan ileri gelen madde kabulümüze
göre, bir nesnenin içi ve dışı vardır; özü vardır kabuğu vardır!. Oysa,
merkezi olmayan şeyin özü ve kabuğundan, içi ve dışından sözedilemez!.
Nitekim bu mana Kur'an-ı Kerim'de bir ayette şöyle vurgulanmaktadır:
"HU ve'l evvelü vel ahirü ve zahiru vel batın"
"O, evvel, ahir, zahir, batın'dır"
Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!. Bunlar,
gerçekte TEK bir şeydir!. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!
"Evvel, Ahir, Zahir, Batın" kelimeleri ile işaret ettiğin şey hep "O"dur!.
Sen, "O"na, ister "Zahir" de, ister de, "Batın" de, ister "Ahir" de,
ister "Evvel" de; dediğin, işaret ettiğin, tarif ettiğin hep "O"dur!.
Zira, "zahir-batın" ayırımı senin beş duyundan doğmaktadır!. Beş duyu
ile algılayabildiğine "zahir" diyorsun, algılayamadığına "batın"!.
Oysa altı, yedi, oniki duyu ile algılama durumundan olsaydın, senin için
zahirler de değişecekti, batınlar da!. Ve sen, bugün zahir dediğine
batın, batın dediğine zahir demek durumunda olacaktın.
"ALLÂH" ise sınırsız-sonsuz TEK olması hasebiyle, "ZAHİR" VE "BATIN" kavramlarından beridir, münezzehtir!.
Evet, merkezi, içi-dışı, zahiri-batını, başı-sonu olmayan; bu gibi
anlamlardan ve oluşlardan beri olan varlığın, bir yerde son bulup; o
noktadan sonra, ikinci bir ayrı varlığın başlamasından sözedebilir
misiniz?..
Elbette hayır!.
İşte, bu yüzden farkederiz ki, düşünebilen, hayal edebilen her noktada,
tüm özellikleriyle; ve "ZAT"ıyla ve dolayısıyla tüm özellikleriyle ancak
ve ancak, sadece ve sadece KENDİSİ yani, "AHAD" olan "ALLÂH"
mevcuttur!.
"O"nun dışında, ikinci bir varlığın vücudundan sözeden ise, tümüyle
derin düşünce yetersizliğinden doğan yanılgı içerisindedir!. Ki bu
durumun dindeki adı da "ŞİRK"tir!.
"ALLÂH", "AHAD" olduğuna göre… Kendi varlığı yanısıra ikinci bir varlıktan sözedilemez!.
Ve gene, "O"nun zerrelere ayrılması şeklinde zaman boyutuna girmesi de sözkonusu değildir…
"ALLÂH SAMED'dir"…
"SAMED" kelimesinin anlamında derinlemesine bir araştrma yaparsak, şu manalar ile karşılaşırız bilebildiğimiz kadarıyla:
"Hiç boşluğu olmayan, eksiksiz, gediksiz, deliksiz, nüfuz edilemiyen…
Bir şey girmez, bir şey çıkmaz!. Som…" Hani som altın deriz ya; işte
öyle… Yani bir diğer ifade ile "sırf"!.
Görüldüğü gibi bütün bu manalar esas itibariyle "AHAD" isminin manasını bütünleyen, ışıklayan, açıklamalar şeklindedir.
Öyle ise "ALLÂH DOĞURMAMIŞTIR" uyarısı hangi manalarda anlaşılacaktır?
İlk anlıyacağınız mana şudur:
"ALLÂH" kendisinden ikinci bir varlık meydana getirmemiştir!.
Ya da başka bir ifade şekliyle; "ALLÂH"ın varlığından meydana gelmiş ikinci bir varlık mevcut değildir!.
Çünki O, cüzlere, zerrelere bölünmesi parçalanması mümkün olmayan TEK'tir, yani "AHAD"tır!.
1- Sınırsız sonsuzdur ki, bu yüzden ikinci bir varlığı kendi içinde veya dışında meydana getirmesi sözkonusu olamaz.
2- "AHAD" oluşu dolayısıyla cüzlere, zerrelere ayrılmaz ki, O'ndan meydana gelen ikinci bir parça olsun!.
İşte bu yüzden, "ALLÂH"tan meydana gelmiş, O'nun doğurduğu, O'nun
özellikleri ile de olsa, ikinci bir varlığın mevcudiyetinden asla
sözedilemez!
Netice…
"ALLÂH" ne başka bir varlık tarafından doğurulmuş yani meydana
gelmiştir; ne de O'nun doğurduğu, yani O'nun varlığından meydana gelmiş
ikinci bir varlık mevcuttur!.
Bu arada açıklamadığımız bir husus daha var…
Onu da görelim…
Şimdi de "LEM YULED"i anlayalım…
"Doğmamıştır" dendiğine göre burada bize şu idrak ettirilmek isteniyor demektir.
"ALLÂH, başka bir varlıktan meydana gelmemiştir!."
"ALLÂH"ın başka bir varlık tarafından meydana getirilmesi nasıl düşünülebilir ki?.. Zira O, "AHAD"dır!.
Yani, sınırsız-sonsuz, cüzlere bölünme kabul etmez TEK'tir!.
"ALLÂH"ı, meydana getirecek bir varlık düşünebilmek için, "ALLÂH"ın
ister yönsel, ister BOYUTSAL bir SINIRI olması gerekir ki; o sınırın
ötesinde O'nu meydana getirecek ikinci bir varlık olsun!!!. Ve sonra da o
ikinci varlık kendisinden "ALLÂH"ı meydana getirsin!!!.
"ALLÂH", "AHAD"dır!.
"AHAD" olan "ALLÂH" ise, sınırsız-sonsuz, zerrelere bölünmezdir…
Bu sebeble de, kendisinin bir noktada bitip, o noktadan sonra ikinci bir varlığın başlamasından sözedilemez!.
Bu yüzden de "ALLÂH"ı meydana getiren, DOĞURAN, ikinci bir varlıktan bahsedilemez, böyle bir şey düşünülemez!.
İşte, "LEM YULED" uyarısının bize anlatmak istediği, anlayışımız kadarıyla budur…
* * *
Geldik bu tarif metnindeki son uyarıya…
"LEM YEKUN LEHU KÜFÜVEN AHAD"
"O'nun dengi, misli, mikro ya da makro benzeri mevcut değildir, AHAD'tır."
Burada şu ayeti de hatırlayalım:
"…LEYSE KEMİSLİHİ ŞEY'A…" (42-11)
"İster mikro, ister makro planda O'nun misli olabilecek hiç bir şey mevcut değildir."
Bu arada, konuya vukufu olmayanların düşecekleri bir hatayı önleme amacıyla, şu hususu da belirtmeden geçmeyelim…
Kur'an-ı Kerim'de çeşitli yerlerde "İlahımız", "İlahınız" gibi ifadeler
geçmekte; ancak akabindede "İLAH"ın, "ALLÂH" olduğu vurgulanmaktadır…
Peki bu duruma göre, "ALLÂH"ın, bir "İlah" yani "tanrı" olduğu ileri sürülemez mi?
Sürülemez!.
Bu gibi tanımlamalar, "İlah"a yani "tanrı"ya tapanlara yapılan açıklamalardır.
Yani onlara denilmektedir ki;
"Sizin, İLAH sandığınız, TANRI dediğiniz şey mevcut değildir; gerçekte
var olan SADECE "ALLÂH"tır!. Sizin ve bizim "İlah"ımız hep aynı ve
tektir…Ve dahi, O da "ALLÂH"tır.."
Evet, bu açıklamalardan gaye, o kişilerin belirli bir "tanrı" varsayımından kurtulup, "ALLÂH"ı idrak etmeye çalışmalarıdır…
Şimdi, elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim…
Varlığına iman ettiğimiz, ya da inanmadığımız, ancak her iki halde de
"ALLÂH" adını verdiğimiz TANRI ile; burada tarif edilen Hazreti
MUHAMMED'in açıkladığı "ALLÂH" aynı mıdır?
Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLÂH" için "TANRI" kelimesi
kullanılabilir mi, ya da "TANRILIK" mefhumu kabul edilebilir
mi?..Düşünülebilir mi?!.
Yani, gerçekte, dün - bugün - yarın varolan ve sonsuza dek varolmakta devam edecek olan, "BAKİ" "VECH"tir.
"VECH"in perdesi olan yegane şey ise, o şeye ait olan "İSİM"dir…Ki o
isim, sonradan "VECH"in bir manası üzerine konmuş bir perdedir… Perdedin
ardındaki varlık ve onu meydana getiren manalar ise "ALLÂH"
isimlerinden varlıklarını alırlar…
Sonuç olarak şunu kesinlikle bilelim ki…
Kur'an-ı Kerim'de ve Hz. Muhammed'in açıkladığı "ALLÂH" kavramında ötede
ya da ötende, yani senin dışında bir tanrı kavramından sözedilmeyip;
sadece kendisi var olan sonsuz-SINIRSIZ "TEK" farkettirilmeye
çalışılmaktadır…
AHMED HULÛSİ