iSTiKLAL
MARŞI ve AÇIKLAMASI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Şair birinci dörtlükte şafaklarda dalgalanan kırmızı sancağın asla
inmeyeceğini söylüyor ve Türk milletine bu inancını, “korkma!” diyerek
belirtiyor. 1. dizedeki “yüzen” kelimesi “dalgalanan” karşılığında
kullanılmıştır. Şair, bayrağın, yurdumuzun üstünde tüten en son ocağın
söndüğü ana kadar dalgalanışına devam edeceğini söylerken, Türk
milletinin son ferdine kadar bayrağını ve onun ifade ettiği değerleri
yaşatacağını dile getiriyor. Son vatan evladı kalana kadar hürriyet
mücadelesi devam edecektir. Halk arasında şöyle bir inanç vardır:
Yaşayan her varlığın gökte bir yıldızı bulunmaktadır. O canlı öldüğünde
gökteki yıldızı da söner, kayıp gider. Türk milletinin yıldızı ise
bayrağında bulunan yıldızdır. Şairimiz, milletimize ait o yıldızın asla
gökten inmeyeceğini, daima parlayacağını ifade etmiş. Türk milleti,
yaşamaya devam edecektir. Ona ait yıldız gökte baki kalırken, sönük,
silik olmayacaktır; parlayarak, temsil ettiği değerlerin yüceliğini
haykıracaktır.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!
2. dörtlükte bayrak, nazlı bir hilale benzetilmiştir. Göklerde nazlı bir
güzel gibi salınmaktadır. Ancak, bayrak Türk milletine kızgındır;
kaşlarını çatmıştır. Çünkü büyük bir milletin bayrağı olarak
bağımsızlığı istemektedir. İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönem göz önüne
alındığında, bayrağa yüklenen bu ruh hali anlaşılabilir. İstiklal bir an
önce kazanılmalıdır ve ay yıldız göklerde özgürce dalgalanmalıdır.
Hilalin çatılmış bir kaşa benzetilmesi, aynı zamanda şekilsel bir
ilişkiyi de düşündürür. Yıldız göz olarak kabul edilirse, hilal de onun
üzerinde çatılmış bir kaşı andırır. Ayrıca “hilal” kelimesi ile ad
aktarması yapılmıştır. Hilal, bayrağın bir parçasıdır. Parça söylenerek,
o parçanın ait olduğu bütün kast edilmiştir. Şair, bayrağından
milletine kızmamasını istiyor. Yoksa onun uğruna dökülen kanların
kendisine helal olmayacağını söylüyor. Bayrağın rengi şehitlerin
kanlarından gelmektedir. Hatta kan üzerine düşen ay ve yıldız imgesinin
kaynağı “Dandanakan Savaşı (1040)”na kadar ***ürülür. Son dizede şair,
bağımsızlığın Türk milletinin tabii bir hakkı olduğunu söylüyor.
Türkler, tarihin eski çağlarından beri özgür yaşamışlar, asla başka
milletlerin egemenliği altına girmemişlerdir. Kurtuluş Savaşı’nın
sürdüğü tarihlerde Türklüğün son kalesi olan Anadolu coğrafyası tehdit
altındadır. Şair, içinde bulunulan kötü şartlara rağmen, bağımsızlık
adına verilen mücadelenin başarıya ulaşacağından, her Türk evladı gibi,
emindir.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Şair, 3. Dörtlükte ezelden beri bağımsız yaşamış bir milletin ferdi
olduğunu vurguluyor. “Ben” zamiri etrafında Türk milletinin tarihi seyri
içinde yaşamış ve yaşamakta olan bütün fertlerinin duyguları dile
getirilmektedir. Tarihin en eski zamanlarından beri özgür yaşamayı
başarabilmiş ve bunu bir karakter özelliği haline getirmiş bir milletin
bağımsızlığına ancak çıldırmış olanlar göz dikebilir. Şairin hürriyet
aşkını elinden almaya, onu zincire vurmaya kalkanlar, akıl dışı bir işin
peşinde koşmaktadırlar. Bağımsız yaşamayı bir karakter haline getiren
Türk milleti, özgürlüğünü elinden almak isteyenlere karşı kükremiş bir
sel gibidir. Karşısına çıkan setler aşılmaz gibi görünse de onları ezip
geçer. Özgürlüğün verdiği coşkunluk öylesine şiddetlidir ki, bu
coşkunluk dağları yırtar, enginlere sığmaz.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Şair, 4. Dörtlükte bağımsızlık için mücadele veren milletine
seslenmektedir. Batı ufuklarından gelen amansız saldırı her ne kadar
teknik açıdan üstünse de; üstün silahlara karşı şairin elinde inanç dolu
insanların imanları kadar sağlam sınırları vardır. Bu sınırlar,
canlarını idealleri uğruna hiç düşünmeyerek feda edenler tarafından
korunmaktadır. Bir yanda inançlı insanlar, diğer yanda ise çelik kadar
güçlü ancak bir o kadar da soğuk bir duvar... Zafere olan inanç asla
mücadeleyi bırakmaz ve sonunda istediğini elde eder. Nitekim “Milli
Mücadele”mizde böyle olmuştur. Dörtlükte “medeniyet”, tek dişi kalmış
bir canavara benzetilmiştir. Elinde teknik üstünlük barındıran ancak
ruhtan mahrum olan bu canavar, şairin ve onun gibi bağımsızlığı için
mücadele veren insanların cesaretini kıramamalıdır. Medeniyet maskesi
altındaki canavar, ulurcasına haykırıp gözdağı vermeye çalışmaktadır.
Ancak şair, bu ulumanın bağımsızlığa inanmış milletini
yıldırmayacağından son derece emindir. Çünkü gerçekte bu canavar
korkutacak bir güce bile sahip değildir. Kalan tek dişiyle,
koparamayacağı bir lokmaya göz dikmiştir ki bu lokma Türk milletinin
egemenliğidir.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Şair 5. Dörtlükte bağımsızlık için savaşan vatan evlatlarına sesleniyor.
Onlardan, ne pahasına olursa olsun alçakların kutsal olan vatan
topraklarına girmelerine engel olmalarını istiyor. Türk topraklarına
yapılan haksız ve edepsiz saldırının durması için, onlardan gerekirse
gövdelerini siper etmelerini istiyor. Böyle yaptıkları taktirde
Tanrı’nın onlara vaat ettiği özgür günler gelecektir. Hatta zafere o
kadar yaklaşılmıştır ki vaat edilen bu günler gelmek üzeredir.
Bağımsızlık adına verilen mücadele başarıya yaklaşmıştır. Burada
İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemde milli mücadelenin hala devam
ettiğini ve cephede savaşın hala sürdüğünü göz önünde bulundurmak
gerekir.
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Şair bu dörtlükte bağımsızlık için mücadele veren vatan evlatlarına
seslenmeye devam ediyor. Onların, uğruna canlarını feda ettikleri
toprakların kutsallığından bahsediyor. Bu toprakları vatan haline
getiren şehitlerin emanetine zeval getirmemelerini istiyor. Hiçbir
toprak parçası, uğruna kan dökülmeden “vatan” haline gelemez. Türkler de
üzerinde yaşadıkları topraklar
için çok kan akıtmış, çok can vermişlerdir. Öyle ki her karış toprağın
mayasına şehit kanı karışmıştır. İstiklal Marşı’nın yazıldığı milli
mücadele döneminde bağımsızlık için savaşanlar, kimi zaman kefensiz ve
isimsizce gömülen şehitlerin torunlarıdır. Atalarının emanetini dünyayı
verseler değiştirmemelidirler. Ne olursa olsun vatan topraklarına düşman
ayağı bastırılmamalıdır.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Şair 7. dörtlükte seslenişine devam ediyor. Bu vatan cennet kadar
güzeldir. Onun uğruna can feda etmek kadar doğal bir şey olamaz. Her
karışı şehit kanlarıyla sulanmıştır; şair bu durumu heyecanın doğurduğu
bir mübalağa ile “toprağı sıksan şehitler fışkıracak” diyerek dile
getirmiş. Şair son iki dizede Tanrı’ya yalvarıyor. Her şeyini kaybetse
de vatanından asla vazgeçemeyeceğini söylüyor. Şair, Tanrı’dan canını,
sevdiğini ve bütün varlığını almasını; ancak kendisini vatanından
ayırmamasını istiyor. Her sevgiden üstün tuttuğu vatan sevgisini bu
şekilde dile getiriyor. Eskiler, vatan sevgisinin imandan geldiğini
söylemişler, vatan olarak kabul edilen toprakların kutsallığından şüphe
duymamışlardır.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
8. dörtlükte, Tanrı’ya yalvarış devam ediyor. Şairin Tanrı’dan tek bir
isteği vardır. İbadet edilen yerlere, yabancıların elleri değmemelidir.
Türkler, Anadolu coğrafyasında yaşadıkları bin sene zarfında dinlerinin
gereği olarak mabetler inşa etmişler, birlik ve beraberliklerini uzun
müddet bu ibadethanelerde pekiştirmişlerdir. Türk milleti, bağımsızlık
mücadelesini bir başka medeniyet dairesine mensup devletlere karşı
yürütürken birlik ve beraberliği temsil etmesi amacıyla şairimizin, dini
motifleri ön plana çıkarması doğaldır. Çünkü, bağımsızlık adına yapılan
savaşların, manevi bir temeli de vardır. Bu sebeple, asırlarca
mabetlerde okunan ve dinin temeli olan “ezan” motifi ön plana çıkarılmış
ve ezan seslerinin sonsuza kadar yurdun üstünde inlemesi temenni
edilmiş.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Şair, 9. Dörtlükte, ettiği duaların kabul olarak milletinin bağımsızlığa
ulaştığı anda nasıl mutlu olacağını bir şehidin ağzından dile
getiriyor: Eğer mezarının baş ucunda bir mezar taşı olursa, bu taş bile
onun minnetinin bir ifadesi olarak secdeye varacaktır. Şair, burada
savaş meydanlarında ölenlerin, kimi zaman isimsiz, mezar taşsız,
törensiz ve sessiz sedasız toprağa verildiklerine dikkati çekiyor. Aynı
coşkunluğun bir neticesi olarak şehit, yaralarından kanlara boşalmak
suretiyle manevi bir şeklide arşa kadar yükselecektir. Halk inancına
göre, göğün en yüksek ve en kutsal yeri “arş” adı verilen manevi
katmandır. Burada şair, bağımsızlık için can
verenlerin sabırsızlıkla, amaçladıkları sonucu beklediklerini belirtmek
istemiş. Verilen mücadele, başarıyla sonuçlandığı zaman şehitler boşuna
ölmüş olmayacaklardır.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Son beş dizede şair, tekrar, bayrağına sesleniyor. Bayrak tıpkı kırmızı
şafaklar gibi dalgalanmalıdır. Onun uğruna dökülen kanlar heba
olmamalıdır, verilen canlar boşa çıkmamalıdır. O, kırmızı ve engin
şafaklarda milletinin özgürlük sembolü olarak dalgalandığında şehit
kanları kendisine helal olacaktır. Şairin bayrağı ve milleti sonsuza
kadar çöküş, yıkılış yaşamayacaktır. Çünkü hürriyet, ezelden beri hür
yaşamış bir bayrağın en doğal hakkıdır. Aynı şekilde, Hakk’a tapan Türk
milleti de bağımsızlığı tabii bir hak olarak yaşamalıdır. İnanmak ve
inancını yaşamak da özgür olmayı gerektirir