Anadolu'da evvelce Bizans İmparatorluğu var idi. Bu topraklar
kazanılınca her yönden İslâmiyet yerleştirilmeye çalışılmıştır. Maddi ve
manevi olarak İslâm eserleriyle donatılmaya başlanmıştır. Yeni yurdun
dinî, askerî, sosyal ve iktisadî hayatındaki yapılanmasında esnaf ve
gazâ teşkilatlarının büyük payları vardır. Bu teşkilatlara Aşıkpaşazade
Tarihinde:
1- Anadolu Gazileri
2- Anadolu Ahîleri
3- Anadolu Abdalları
4- Anadolu Bacıları
gibi adlar verilmiştir.
Anadolu Ahîleri : 13. yüzyılda doğan Osmanlı İmparatorluğu'nun
kuruluşunda büyük rolü olan, kadrosunda gazi teşkilatları, alpler ve alp
erenler de bulunan bir teşkilattır. Çapulculuğu önlemek can ve mal
güvenliğini sağlamak ve ticaret ahlâkını kurmak gibi hayırlı vazifeler
yapmıştır.
Bu teşkilatın başlangıcı insanlığın başlangıcıyladır. İlk defa
Cebrail A.S.'ın, Hz. Adem A.S.'a peştamal kuşattığı kabul edilmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V.) zamanında İslâmî Fütüvvet Teşkilâtı olarak var
olmuştur. Arapça'da fütüvvetin kelime manası: Başkalarını kendi
nefsinden üstün tutan cömert, yiğit, kahraman, insanlığın hayrı için
çalışandır. Arapça'da ah ve ahî kelimesi, erkek kardeş anlamına gelir.
Ahîlik, İstanbul'un fethine kadar kuvvetli olarak yaşandı. Yerini, XV.
yüzyılda yayıldığı için bir esnaf teşkilâtı zannedilmiştir. Ahîlik, bir
taraftan fetih ve gazâ hamlelerini kolaylaştıran askeri bir teşekkül,
bir taraftan sanatkârları ve çalışanları sınıflandırıp çalışmalarını
desteklemiş iktisadî bir kurum, bir taraftan da bütün mensuplarının
dinî-manevî ihtiyaçlarına cevap veren bir inanış ve TASAVVUF
hareketidir. Her sanayi grubu için Kur'-an-ı Kerîm'deki Peygamberlerden
kendi sanatını yapanlar, sanatlarının pîri sayılmıştır.
Çiftçiler için Adem (A.S), hallaçlar için Şit (A.S.), terziler ve
yazıcılar için İdris (A.S), marangozlar için Nuh (A.S.), tüccarlar için
Hud (A.S), de-veciler için Salih (A.S), sütçüler ve dülgerler için
İbrahim (A.S), avcılar için İsmail(A.S.), çobanlar için İshak(A.S),
saatçiler için Yusuf (A.S), Musa (A.S), ekmekçiler için Zülküf (A.S),
tarihçiler için Lût (A.S), bağcılar için Üzeyir (A.S), çulhacılar için
İlyas (A.S), zırhçılar için Davut (A.S), hekimler için Lokman (A.S),
balıkçılar için Yunus (A.S), gezginler için İsa(A.S) ve tüccarlar için
Hz. Muhammed (S.A.V) PîR addedilmiştir.
Ahî başkanları zaviye (küçük tekke) yaptırırlar, her türlü sanatkâr
burada buluşurdu. Ahîler, ahî terbiyesini okuyarak, dinleyerek ve
birlikte yaşayarak alıyorlardı. İlk giren adayın başı tıraş edilir,
TÖVBE verilirdi. Üzerlerine hırka ve şalvar, başlarına büyük beyaz
serpuş giyerlerdi. Serpuşların tepesinde bir şerit bulunurdu.
Ayaklarında mest olurdu. Tuğ ve bayrak verilir, kuşak kuşatılır,
seccadeye geçirilir, helva pişirilir, lokma sunulur, diğer şehirlere
helva gönderilirdi. Bunlar zaman içinde gerçekleşirdi. Böylece uzun
yıllar süren bir eğitimden sonra olgun bir AHî olunurdu. Ahîliğe giren
talip "nim tariyk" (yarı yol) ve "sahib-i tariyk"
( yol sahibi) adlarını sıra ile alırdı. Kuşak ve peştamal bağlama işine
şedd denirdi. (sıkı bağlama-kuşak)
Kuşak bağlamada:
"Beline kuşatıyorum tâki sözünde durasın,
Şeytana uymayasın daima ona düşman olasın,
Dünyaya muhabbet etmeyesin,
Allah'ın kaza ve kaderine sabredesin,
Nereye gidersen bu tuğ yanında olsun,
Allah'ın bunda hikmeti vardır" denirdi.
Çıraklarla, ustaları ve şeyhleri arasında aracılık yapana Nakib denirdi.
(Bir dergâhta şeyhe yardım eden, vekillik eden en eski mürid, derviş).
Ahîliğin kuralında, eli, kapısı, sofrası açık, gözü, dili, beli kapalı
olmak esastı.
Seyyah İbnî Batuta Seyahatnamesinde;
"Tekke mensuplarının türlü işlerde, türlü sanatlarda çalışarak, terleri
ve hünerleriyle geçindiklerini söylemiştir. Ahîler Türkmen kavimlerinde,
her vilayet, belde ve karyesinde vardır. Yabancılara şevkat gösterme,
yiyeceklerini, ihtiyaçlarını sağlamada bunların dünyaya misli yoktur.
Ahî denilen reisleri bir zaviye inşa eder, kandiller asar, mensupları
gündüzleri hayatlarını kazanmaya çalışır, ikindiden sonra kazançlarını
reise getirir, bununla yiyecek ve tekkede harcanan diğer maddeleri
alırlar. Beldelerine gelen misafirleri dergâhlarında misafir ederler,
toplanıp yemek yerler" demiştir.
Anlıyoruz ki; tekkeler "bir hırka, bir lokma" edebiyatının geçerli
olduğu tembeller, uyuşuklar yuvası değil. Aksine Necm suresinin
39.'ayet-i Kerimesinde belirtildiği gibi:
"ve en leyse lil'insâni illâ mâ se'â"
"İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur."
Âyet-i kerimesinin gereğinin yapıldığı, hem de tasavvuf eğitiminin
alındığı bir okul hüviyetindedir. İnsanlar hem dünya işlerini yapmakta,
hem de ahret için çalışmaktadırlar. Böylece Kur'an-ı Kerîm'deki
Zülcenahayn olma (çift kanatlı) standardını yakalamaya
çabalamaktadırlar.
Bir ordu düşünün ki, askerlerinin hepsi tasavvufu yaşıyor Osmanlı
Ordusu - Yeniçeriler.
Bir esnaf teşkilatı düşünün ki, mensuplarının hepsi Tasavvufu yaşıyor,
Osmanlı Esnafı-Ahîler.
Osmanlıyı askerî alanda olduğu gibi iktisadî ekonomik alanda da Osmanlı
yapan budur. O halde bu koca çınarı asırlardır ayakta tutan terbiye
nedir? Nedir bu tasavvuf ?
Tasavvuf nefsimizin 28 basamakta temizlenmesi neticesinde 3 vücudumuzun
da (ruh, vech, nefs) Allah'a teslimiyetidir.
Bu 28 basamak Kur'an-ı Kerîm âyetleri ışığında şöyle sıralanmaktadır.
1- Olaylar
2- İntibalar (olayların muhakemesi)
3- Meyil (Allah'a ulaşmaya meyil)
4- Rahîm esması
5- Mürşide ulaşmanın garanti edilmesi (Ön rıza)
6- İşitmek
7- İdrak etmek
8- Kalbe hidayet konması
9- Kalbin Allah'a dönmesi
10- Göğüsten kalbe yol açılması
11- Kalbe Allah'ın nurunun ulaşması
12- Huşû oluşması
13- Hacet namazı ile Mürşidin gösterilmesi
14- Tövbe (Mürşide ulaşma)
15- Nefs-i Emmare
16- Nefs-i Levvame
17- Nefs-i Mülhime
18- Nefs-i Mutmainne
19- Nefs-i Raziye
20- Nefs-i Marziye
21- Nefs-i Tezkiye
22- Fena Makamı
23- Beka Makamı
24- Zühd Makamı
25- Vechin (fizik vücudun) teslimi
26- Ulûl Elbab Makamı
27- İhlâs Makamı
28- Salâh Makamı
Ahilikte adet olan kuşak ve peştamal kuşanma törenleri, o esnaf Allah'a
verdiği yeminleri yerine getirdikçe yapılırdı. Çıraklık mutlaka Mürşidin
önünde tövbe etmekle başlardı. 21. basamağa gelince, yani Vuslat olunca
KALFA (Kuşak kuşanma) 27. basamağa gelince de, yani İhlâs olunca da
USTA (Peştamal kuşanma) olurdu.
İşte Ahîlik yukarıdaki 28 basamakta Tasavvufun yaşanması, yani Kur'an-ı
Kerîm'in hayata geçirilmesi, yani Sahabenin hayatının örnek alınmasıdır.
Allah'ın insanlardan istediği ruh, vech (fizik vücud) ve nefs üçlüsünün
yaşarken Allah'a teslimini içerir. Bu teslimiyet, bu 28 basamağın
yaşanmasıyla gerçekleşir. Bu da Al-i İmran suresi 191.Âyet-i kerimede
emredildiği gibi Allah isminin biribiri ardına daimi olarak
tekrarlanmasıyla olur.
" elleziyne yezkürûnallahe kıyâmen ve ku'ûden ve alâ cünûbihim"
Onlar ayaktayken, otururken ve yan üstü yatarken Allah'ı zikrederler.
Yunus'un söylediği gibi "Daim zikrullah ile" (Allah'ın daimi zikri ile.)
Esnaflık, çok ince insan menfaatlerinin karışacağı bir iştir. Hile ve
aldatma olmaması, Allah'ın En'am suresinin 151 ve 152'inci âyetlerinde
ifadelendirdiği 10 emirden biri olan "ölçü ve tartıda hile yapmayın"
emrinin gerçekleşebilmesi için, o insanların nefslerine uymadan
sanatlarını yapmaları lâzımdır.
Başlangıçta kapkara olan, 19 afeti bünyesinde barındıran nefsin,
Allah'ın zikriyle, nurlarla temizlenip beyaza dönüşmesi ve ruhun 19
hasletiyle bezenen bir nefs hüviyeti olması gerekir. İşte bu
terbiyeye girmeden esnaf olunamazdı. Nefsinin karadan beyaza
dönüşebilmesi için insanın Hacet Namazıyla bu terbiyeyi ona yaptıracak
olan Mürşidini, şeyhini bulması, Allah'a verdiği yeminleri yerine
getirmesi gerekir. Bu iş 28 basamakta yalnız ve ancak Allah'ın zikriyle
tamamlanır.
Ve bunu Sahabe, Peygamberimizin (S.A.V) önderliğinde 23 senede
tamamlamıştır. Yunus Emre Taptuk Emre'nin, Mevlâna Şemsi Tebrizi'nin,
Akşemseddin Hacı Bayram Veli'nin önderliğinde bu terbiye sürecinden
geçmişler ve Allah'a dost olmuşlardır.
Günümüzde bazı meslek grupları halâ sanatlarını zikirle ifa
etmektedirler. Bakırcılar çekiçlerini iki darbede indirirler bakırların
üstüne. Tak-tak. Ve her bir indirişte o iki heceli kelimeyi söylerler.
Zikrederler. "Al-lah, Al-lah".
Yine keçeciler, yünü vücutlarına vurdukça kendi terlerini, Allah
zikriyle katarlar keçelerine. "Al-lah, Al-lah".
Şimdilerde çok uzaklarda kalan bir örnekten söz edelim:
Sabah olmuş, esnaf dükkânını yeni açmıştır. Müşteri dükkândan içeri
girer. İstediği malı gösterir. Dükkân sahibi:
- Ben onu satmıyorum, der.
Adamın ısrarı üzerine karşı dükkânı işaret eder;
- Bak, aynı maldan onda da var. Ben siftahımı ettim. O henüz siftah
etmedi, git ondan al.
O dönemin Tasavvufu yaşayan, İslâmı yaşayan bu esnaf davranışının,
günümüzde de yaşanması temennisiyle