Hipnoz Nedir? Hipnoz Teknikleri Nelerdir? Hipnozun uygulama alanları.
Hayatın Her Anı Güzeldir
Yaşadığımız kaygılar mutluluklara mutluluklar kaygılara dönüşebilir.
Yapmamız gereken şey, bunlar olurken bedenimizi tüm sarsıntılara karşı
sağlam ve ayakta durması için uygun koşullara hazırlayalım.
Günlük hayatımızda değiştiremeyeceğimiz ve bizim kontrolümüz dışında oluşan stres kaynakları her zaman olacaktır.
Önemli olan, bu stres kaynaklarıyla başa çıkabilmemiz ve onlardan en alt seviyede etkilenmemizdir.
Hipnoz Nedir?
Gevşeme egzersizleri, günlük hayatımızdaki beden ve ruh sağlığımızı koruyacak, en önemli yardımcı tekniklerden birisidir.
Bu yüzyılda tıpkı diğerlerinde olduğu gibi, yaratılmış varlıkların en
mükemmelli olan insanın, çözümlemesinin yapılarak bilinmeyenine
ulaşılma çabasıyla geçmekte. İnsanı keşfetmek, içindeki
karmaşayı-işleyişi, neden ve nasılla ortaya koymak araştırıcıyı bir
okyanusun enginliğinde huzura götüren gemi gibidir.
Kimi zaman derin uykusuzluklar vücut lahzanızda bir noktaya dönüşerek
kaybolurcasına yavaşça bedeninizden ayrılıp kopar. Kimi zaman da bir
kar tanesi gibi büyüyerek çığ olup üzerinize çöker. Ama içinizdeki
öğrenme arzusu çoğu zaman zafere ulaştırıcı bir güç olarak size ek
kuvvet sağlar.
İnsanı sadece yüzeysel gören, dokulardan - organlardan oluşan bir
organizma olarak tanımlayan ve mekanik bir işleyişle açıklayan düşünce
şekli artık günümüz insanını mutlu etmesi beklenemez.
İçindeki zafer egosu, onu kendine hâkim olmadan çevreye-dünyaya hâkim
olma arzusuna taşımıştır. Böyle bir çelişki ile kendini
tanımayan-çözümleyemeyen bir varlık olarak girdiği bu sarmalda,
makineleşen beyni ve refleksleri ile mekanikleşip, tekil halde yaşamaya
başlamıştır. Kendinin farkında ise bunun çözümünü bulmaya çalışmış,
ruhsal yıpranmışlığını tekil kalmışlığa bağlayıp, gruplara cemaatlere
dâhil olmaya başlamıştır. Kendince bir çözüm gibi görülse de aslında
yapılan yine kendinden kaçıştır.
Bilgi ve teknoloji çağının içinde olduğumuzu her defasında yüksek sesle
haykırırız. Doğrudan kendi iç dünyamıza inebilecek çalışmalardan korkar
kaçarız. Böylece bu ebedi varlığın anlaşılmasını ne yazık ki güç
kılarız.
İlk insanı düşünün. Önce kendini keşfetmeye başlayarak yaşama tutunmaya
çalışmıştı. Yaşaması için avlanması gerektiğini öğrendi, sonra
yağışlardan ve soğuktan korunması gerektiğini. Saldırılara karşı
kendisini koruyabilecek silahlar geliştirdi. Bu silahlarla güçlendiğini
hissederek hırs denen kontrolü zor duyguyu keşfetti.
Kendisi ile ilgili belki de öğrenmesi gereken en önemli şeyi
öğrenemedi. O organik bir yapıydı, organizmayı yöneten beyni, beyne
komutları yollayan dokunamadığı- göremediği ve sorgulamaktan dahi
korktuğu bir yönetici vardı. Bu yöneticiyle yüzleşmemek için hep kaçtı.
Zekâmızı bilimle birleştirip tabulardan kendimizi arındırarak bu
yöneticiyi vücudundaki her olağanüstü gelişmeden haberdar olan vasıflı
bir kişilik haline dönüştüremedik.
Tarihi geçmişimiz hep varsanılarla ve kabullenişlerle doludur. Bazen de
umursamışlıklara ad koymakla geçmiştir. Komik hikâyeler efsanelere
dönüşür ve bizde peşleri sıra koşar oluruz.
Gülmeyi
de çok severiz mesela, bu yüzden çoğu zaman bir Rus bir Amerikalı bir
Türk diye başlar hikâyelerimiz, işte öyle bir hikâyede;
Rus,
"Yaptığımız yeraltı çalışmalarında yerin 100 metre altında bakır tel
bulduk, bu atalarımızın bundan 1000 yıl öncesinde telefon şebekelerinin
olduğunu kanıtıdır" der.
Amerikalı buda bir şey mi, "Biz kazılarda 200 metre derinlikte 2000 yıl
öncesine ait fiber optik hatlar bulduk ve bu Amerikan toplumunun
Ruslardan 1000 yıl öncesinde, gelişmiş dijital haberleşme sistemlerinin
olduğunu gösterir" der.
Türk, olanları tebessümle izlemektedir ve lafa şöyle başlar, "Biz
kazılarda 500 metre derine indik ve hiçbir şey bulamadık. Buda
atalarımızın 5000 yıl öncesinde mobil telefon ve kablosuz iletişim
sistemlerine sahip olduğunun bir kanıtıdır" der.
Yüzyıllar öncesine gidebilsek ve elimizdeki cep telefonunu bir bilim
adamına gösterip bununla kilometrelerce uzaklıkta birisiyle
konuşulabildiğini söyleseydik, mekanizmasını anlatsaydık bilim adamı
bile olsa bize inanma ihtimali muhtemelen yoktu.
Bugüne geldiğimizde, insanı kan damarları, sinir hücreleri, kas ve
iskelet sistemiyle organlardan oluşan bir yapı olarak gören, hipnoz ve
hipnoterapiyi bilimsel bir gerçek olarak algılamayan, bu motor
sistemin, çok komplike psişik bir kaptan tarafından yönetildiğini,
basitçe ifade ederek, ayrıntılara inmeyen bir bakış ne kadar doğrudur.
Homeostasis denilen dengesel sistemle, birbiri arasında bilgi iletişimi
içerisinde olan hücreler ve organların ortak bir tavır alarak zararlı
etkeni ortadan kaldırmak için işbirliği yapmaları sağlanır. Normal
sınırlar içinde belirli kalıpsal davranışlar göstererek, organizmanın
hayatiyetini devam ettirebilmesini sağlar. Bu kalıpsal davranışların
dışına çıkamaz.
İnsanın nöronal ve hormonal dengesini sağlayan kurucu sistem sayesinde,
vücudun herhangi bir parçasında yapılacak müdahalelerde, organizmada
belirli kalıpsal davranışlar doğurur.
Sistem otonom işleyen farkında olmadan meydana gelen cevaplar şeklinde kendini korur. Hipnozun müdahalesi işte bu noktadadır.
Hipnozda, yaptığımız davranışsal yanlışların farkına vararak, kendi
doğrumuza ulaşırız. Bunun için önümüze koyulan engellerden kurtulmamız
gerekir.
Topluluk karşısına çıktığımızda duyduğumuz kaygı, elimizin yüzümüzün
kızarmasına, sesimizin çatallaşmasına, kelimeleri unutmamıza neden
oluyorsa, bu durumu sağlayan, bizim o bahsettiğimiz kalıpsal
davranışlardan başka bir şey değildir.
"Topluluk karşısında konuşmak nedir ki, herkes çıkıp konuşuyorsa bende
yapabilirim" fikrine inanmak bedenide inandırmak, kalıpsal
davranışınızın değişmesine ve sizin artık böyle bir durumla
karşılaştığınızda farklı bir tepki vermenize neden olacaktır.
Hipnozun etkilerinin elbette bu kadar kolay olması da beklenemez. Bir
kalıbı aldığımızda onun yerine koyacağımız yeni kalıp çok iyi analiz
edilmelidir. Aksi halde telafisi mümkün olmayacak derinlikte zarara yol
açılabilinmektedir.
Şöyle ki; ağrı herhangi bir yerinde meydana gelen bir arızayı haber
verir. Arızalı bölge tedavi edilmedikçe ağrı devam ettiği gibi
şiddetini artırarak tahribata yol açar.
II. Dünya savaşında anestezik maddelerin yetersizliği, birçok apandist,
diş çekimi, doğum gibi girişimleri, daha az ihtiyaç duyulan girişimler
olarak yorumlanmasına neden olmuştur ve anestezik ilaçlar olmadan
ameliyat yapmak mecburiyetini meydana getirmiştir.
Düşünün
bir kere elimiz ufacık kesildiğinde bile ne kadar acı çekeriz. Anestezi
olmadan bir operasyon… Peki yapılması gereken şey nedir?
Yeni
bir algısal kalıp devreye sokmak. O zamana kadar hayatın kurgusal
gerçeklikleriyle, canlılığın korunması için gerekli olan koruyucu
sistemleri geçici olarak devre dışı bırakmak gerekmektedir.
Peki, Bu Mümkün müdür?
Japonya'da bu mümkün kılınmıştır.
Hastalar çeşitli hipnoz teknikleri ile hipnotize edilerek analjezi
sağlanmış, sonra cerrahi uygulanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken
nokta, bu sağlanan denge ile kalıpsal davranışların uzun süre devam
ettirilmemesidir. Bir noktadan sonra bu durum kişiye zarar verebilir.
Bir örnekte Amerika'dan vermek istiyorum.
Sırt ağrısı şikâyeti olan bir öğretmene, sırt ağrılarını ortadan
kaldırmak amacıyla bir seans tertiplenmiştir. Hipnotizörün yaptığı bu
seans çok başarılı geçmiş ve hastanın sırt ağrılar; tedavi edilmiştir.
Fakat Nevrotik bir kişiliğe sahip olan öğretmen bu ağrıları yolu ile
çatışmalarını boşaltmakta ve rahatlamaktadır. Kendisine bu imkânı
sağlayan kapı da Hipnoz seansı ile hiçbir tedbir alınmadan kapatılınca
hastamız derin bir depresyona girmiştir. (USA A.syf679–680)
Bu ve benzeri nedenlerle Hipnoz uygulaması yapan kişiler mutlak ne
yaptığını iyi bilen, insan gibi karmaşık bir yapıyı kontrol etmenin
derinliğini fark etmiş ve mutlaka insan anatomisi eğitimi almış uzman
kişiler olmalıdır.
Sadece Hipnozu bilmek değil, uygulama yapılana da, olabilecekler ile
değerlendirebilecek akademik bilgi ve yetkiye sahip olmak
gerekmektedir.
Bu nedenle tıp doktoru olmayan ve psikiyatrik bilgisi yetersiz olanların bu alanda uğraşması kesinlikle sakıncalıdır.
Avrupa'da ve A.B.D. de çıkan kanunlarda bu yöndedir.
Hipnoz bir büyü ya da sahne gösterisi değil, farkındalık dediğimiz
çözülebilir kilidi açmak için yüzyıllardır kullanılan altın anahtardır.