hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Büyük Patlama ve Evrenin Doğası

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Büyük Patlama ve Evrenin Doğası 2duy3hj

Büyük Patlama ve Evrenin Doğası Empty
MesajKonu: Büyük Patlama ve Evrenin Doğası   Büyük Patlama ve Evrenin Doğası EmptyPtsi Ocak 18, 2010 10:49 am

BÜYÜK PATLAMA VE EVRENİN DOĞASI

Kozmoloji

Diyalektik
düşünmeye alışkın olmayan birçok insan için sonsuzluk fikrini kabul
etmek zordur. Sonsuzluk fikri, her şeyin bir başlangıcının ve sonunun
olduğu günlük nesnelerin sonlu dünyasıyla o denli uyuşmazlık içindedir
ki, garip ve açıklanamaz bir şey olarak görünür. Dahası, bu fikir belli
başlı dünya dinlerinin birçoğunun öğretileriyle de uyuşmaz. Antik
dinlerin birçoğunun kendi Yaratılış Efsaneleri vardı. Ortaçağ Yahudi
alimleri Yaratılış tarihini İ.Ö. 3760 olarak belirlemişlerdi ve
gerçekten de Yahudi takvimi bu tarihten başlar. 1658’de, Piskopos
Ussher evrenin İ.Ö. 4004’te yaratıldığını hesapladı. 18. yüzyıl boyunca
evrenin en fazla altı ya da yedi bin yaşında olduğu düşünüldü.

Fakat
–diye itiraz edebilirsiniz– 20. yüzyıl biliminin bütün bu Yaratılış
efsaneleriyle hiçbir ortak yanı yoktur! Modern bilimsel yöntemlerle
evrenin boyutlarının ve kökeninin tam bir tablosunu elde edebiliriz. Ne
yazık ki iş bu kadar basit değil. Birincisi, muazzam ilerlemelere
rağmen gözlemlenebilir evren hakkındaki bilgimiz, bize bilgi sağlayan
en büyük teleskopların, radyo sinyallerinin ve uzay sondalarının
gücüyle sınırlıdır. İkincisi ve daha da önemlisi, bu sonuçların ve
gözlemlerin, genellikle salt mistisizmi andıran son derece spekülatif
bir şekilde yorumlanma tarzıdır. Yaratılış Efsanesi (“Büyük Patlama”)
ve onun ayrılmaz refakatçisi olan Kıyamet Günü (“Büyük Çatırtı”)
âlemine gerçekten geri döndüğümüz şeklinde yaygın bir izlenim var.



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Teleskobun icadıyla
birlikte, teknolojinin gelişimi evrenin sınırlarını yavaş yavaş hep
daha uzağa itti. Aristoteles ve Ptolemaios zamanından beri insanların
aklını kuşatan kristal küreler ve dahası Ortaçağ dini önyargılarının
ilerleme yoluna diktiği tüm diğer engeller sonunda yıkıldı.

1755’te
Kant, “ada evrenler” olarak adlandırdığı uzak yıldız kümelerinin
varlığını öngördü. Buna rağmen 1924 gibi geç bir tarihte bile, tüm
evrenin, yalnızca 200.000 ışık yılı çapında olduğu ve –kendi galaksimiz
ve iki komşu galaksi olmak üzere– sadece üç galaksiden oluştuğu tahmin
ediliyordu. Daha sonra Amerikalı kozmolog Edwin Powell Hubble, Wilson
dağında 100 inçlik yeni teleskobunu kullanarak, Andromeda Bulutsusunun
kendi galaksimizin çok daha dışında olduğunu gösterdi. Sonra, ondan
daha uzak olan başka galaksiler keşfedildi. Kant’ın “ada evrenler”
hipotezinin doğruluğu ispat edildi. Böylece evren –insanların beyninde–
hızla “genişledi” ve daha uzak nesneler keşfedildikçe daha da
genişlemeye devam etti. Bugün, 200.000 ışık yılı şöyle dursun, evrenin
on milyarlarca ışık yılından daha geniş olduğu düşünülüyor ve zamanla
bugünkü hesaplamaların bile yeterli büyüklüğe hiçbir şekilde
yaklaşmadığı görülecektir. Çünkü evren, Cusa’lı Nicolas ve diğerlerinin
düşündüğü gibi sonsuzdur. İkinci Dünya Savaşından önce evrenin yaşının
sadece iki milyar yıl olduğu düşünülüyordu. Bu öngörü Piskopos
Ussher’ınkinden biraz daha iyidir. Ancak yine de umutsuz derecede
yanlıştır. Bugün büyük patlamacılar arasında evrenin
tahmini yaşıyla ilgili şiddetli bir tartışma yürüyor. Buna daha sonra döneceğiz.

Büyük patlama teorisi gerçekten de bir Yaratılış Efsanesidir (tıpkı ilk Tekvin
kitabı gibi). Büyük patlama teorisi evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce
meydana geldiğini söyler. Bu teoriye göre, bundan önce ne evren, ne
madde, ne uzay ve ne de zaman vardı. O patlama anında, evrendeki tüm
maddenin tek bir noktada yoğunlaşmış olduğu varsayılır. Büyük patlama
hayranlarının bir tekillik olarak kabul ettiği bu görünmez
nokta, daha sonra öyle bir güçle patladı ki, derhal bütün evreni
doldurdu ve bunun sonucu olarak evren halen genişlemeye devam ediyor.
Bu arada, “zamanın başladığı” an da bu idi. Bunun bir çeşit şaka olup
olmadığını merak edecek olursanız bunu aklınızdan çıkarın. Büyük
patlama teorisinin anlattığı şey tam da budur. Adlarının arkasında uzun
harf dizileri olan üniversite profesörlerinin büyük çoğunluğunun
gerçekten inandığı şey budur. Bilim çevrelerinin bir kesiminin
yazılarında mistisizme doğru kayışın en açık delilleri mevcuttur. Son
yıllarda, en son evren teorilerinin popüler açıklaması maskesi altında,
özellikle büyük patlama sözde teorisiyle bağlantılı olarak her türlü
dini düşüncenin kaçakçılığını yapmaya teşebbüs eden bir bilim kitapları
seli görmekteyiz.

New Scientist
(7 Mayıs 1994) “Başlangıçta Patlama Vardı” başlıklı bir makale
yayınladı. Bu makalenin yazarı Colin Price, bir bilimci olarak eğitim
almış ve çalışmıştı, ama şimdi bağımsız bir cemaat papazıdır. Şunu
sorarak başlar: “Büyük patlama teorisi kutsal kitaba bu kadar mı ait?
Veya başka bir şekilde ifade edelim, Yaratılış hikâyesi bu denli
bilimsel mi?” Ve kendinden emin bir iddiayla bitirir: “Hiç kimse büyük
patlama hikâyesini Tekvin kitabının ilk iki bölümünün yazarlarından
daha iyi takdir edemezdi.” Bay Price’ın kuşkusuz dili sürçerek de olsa
kesin bir doğrulukla büyük patlama hikâyesi olarak
tanımladığı şeyin arkasında yat

an mistik felsefenin tipik bir örneğidir bu.

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Doppler Etkisi

1915’te,
Albert Einstein genel görelilik teorisini ileri sürdü. Bundan önce
yaygın evren görüşü, Sir Isaac Newton tarafından 18. yüzyılda
geliştirilen klasik mekanik modelden türetilmişti. Newton’a göre evren
birtakım değişmez hareket yasalarına uyarak tıkır tıkır işleyen muazzam
büyüklükte bir saat mekanizması gibiydi. Boyutları sonsuzdu, ama özde
değişmeyen bir evrendi. Bu evren görüşü tüm diyalektik olmayan, mekanik
teorilerin kusurlarından nasibini almıştı. Statikti.

1929’da Edwin Hubble
yeni bir güçlü teleskop kullanarak, evrenin daha önce düşünüldüğünden
çok daha büyük olduğunu gösterdi. Üstelik, daha önce gözlemlenmemiş bir
olguyu da fark etti. Işık, hareket eden bir kaynaktan gözümüze
geldiğinde frekansında bir değişim olur. Bu durum, tayf (spektrum)
renkleriyle ifade edilebilir. Bir kaynak bize doğru yaklaşırken, bu
kaynaktan çıkan ışığın frekansının, tayfın yüksek frekans tarafına (mor
renge) doğru kaydığını görürüz. Kaynak bizden uzaklaştığındaysa, tayfın
düşük frekans tarafına (kırmızı renge) doğru bir kayma görürüz. İlk
defa Avusturyalı Christian Doppler tarafından geliştirilen ve onun
ardından “Doppler Etkisi” olarak adlandırılan bu teorinin astronomiye
büyük katkıları vardı. Yıldızlar, gözlemcilere karanlık bir zemin
üzerindeki bir ışık deseni olarak görünür. Birçok yıldızın tayfının
kırmızıya doğru bir kayma gösterdiğini fark eden Hubble’ın gözlemleri,
galaksilerin, uzaklıklarıyla doğru orantılı bir hızla bizden
uzaklaşmakta olduğu fikrini doğurdu. Hubble evrenin genişlediğini
düşünmemiş olsa da, bu yasa Hubble Yasası olarak tanındı.


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Hubble, kırmızıya
kayma ile galaksilerin görünen parlaklıklarıyla ölçülen uzaklıkları
arasında karşılıklı bir ilişkinin [korelasyon] olduğunu gözlemledi. O
dönemde gözlemlenebilen en uzak galaksilerin saniyede 25.000 mil hızla
uzaklaşmakta oldukları ortaya çıktı. 1960’larda 200 inçlik yeni
teleskobun gelişiyle birlikte, saniyede 150.000 mil hızla uzaklaşan çok
daha uzak nesneler keşfedildi. “Genişleyen evren” hipotezi bu
gözlemlerin üzerinde inşa edilmişti. Üstelik, Einstein’ın genel
görelilik teorisinin “alan denklemleri” bu fikre uydurulabilecek bir
tarzda yorumlanabilirdi. Bunun uzantısı olarak, eğer evren
genişlediyse, geçmişte daha küçük olması gerekirdi. Sonuç, evrenin tek
bir yoğun madde çekirdeği olarak başlamış olması gerektiği hipoteziydi.
Aslında bu Hubble’ın fikri değildi. Rus matematikçisi Alexander
Friedmann tarafından 1922’de ortaya atılmıştı. Daha sonra George
Lemaître ilk defa 1927’de “kozmik yumurta” fikrini ileri sürdü.
Diyalektik materyalizm açısından, sürekli bir denge durumunda, ebediyen
değişmez, kapalı bir evren fikri açıkça yanlıştır. Bu nedenle, böylesi
bir evren görüşünün terk edilmesi şüphesiz ileri bir adımdı.

Hubble
ve Wirtz’in gözlemleriyle Friedmann’ın teorilerine hatırı sayılır bir
destek verilmiş oluyordu. Bu gözlemler evrenin ya da en azından evrenin
gözlemleyebildiğimiz kısmının genişlediğinin işareti gibi görünüyordu.
Buna, evrenin, eğer uzayda sonluysa, zamanda da sonlu olması
gerektiğini –bir başlangıcı olması gerektiğini–
kanıtlamaya çalışan Belçikalı rahip Georges Lemaître tarafından el
konuldu. Böyle bir teorinin Katolik kilisesine getireceği yararlar her
türlü şüphenin ötesindedir. Bu teori, geçmişte bilim tarafından yüz
kızartıcı şekilde evrenden kovulduktan sonra, şimdi Kozmik Ju-ju Man
olarak muzaffer bir dönüşe hazırlanan Yaratıcı fikrine kapıları ardına
kadar açar. “Lemaître’in teorisinin temel güdüsünün, kendi fiziğini,
Kilisenin hiçlikten yaratılış öğretisiyle uzlaştırma ihtiyacı olduğunu
daha o zamandan anlamıştım” diyordu yıllar sonra Hannes Alfvén.
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Lemaître daha sonraları Papalık Bilim Akademisinin yöneticisi yapılarak ödüllendirildi.

Şişme” Teorisi
Bu ve
diğer sorunlardan kurtulmak için Amerikalı fizikçi Alan Guth “şişen
evren” teorisini geliştirdi (bu düşüncenin, kapitalist dünyanın
enflasyon
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
krizinden geçmekte olduğu 1970’lerde ileri sürülmesi tesadüfi
değildir). Bu teoriye göre, sıcaklık o denli hızla düşmüştü ki, farklı
alanların ayrışması için ya da farklı taneciklerin oluşması için hiç
zaman kalmamıştı. Farklılaşma ancak daha sonraları, evren daha da
genişlediğinde meydana geldi. Büyük patlamanın en son versiyonu budur.
Bu versiyon, büyük patlama anında evrenin, her 10–35 saniyede
büyüklüğünü ikiye katladığı üstel bir genişlemeden (bu nedenle
“şişme”adı verilir) geçtiğini iddia eder. “Standart model”in daha eski
versiyonları tüm evreni bir greyfurt boyutuna sıkıştırılmış olarak
tahayyül ederken, Guth daha iyisini yaptı. O, evrenin bir greyfurt gibi
başlamadığını, bir hidrojen atomu çekirdeğinden milyarlarca kez daha
küçük olabileceğini hesapladı. Bu takdirde, ilk hacminin 1090 katı bir
büyüklüğe (bu da 1’den sonra 90 tane sıfır demektir) erişene kadar
inanılmaz bir hızla –saniyede 300.000 kilometre olan ışık hızından
defalarca kat fazla– genişleyebilirdi!

Bu teorinin içeriğine
bir bakalım. Bu teori de diğer büyük patlama teorilerinin hepsi gibi,
evrendeki bütün maddenin tek bir noktada yoğunlaştığı hipotezinden yola
çıkar. Buradaki temel hata, evrenin gözlemlenebilir evrene eşit
olduğunun, ve maddenin içinden geçtiği tüm farklı evreleri, dönüşümleri
ve farklı durumları hesaba katmaksızın evrenin tüm tarihini lineer bir
süreç olarak yeniden kurmanın mümkün olduğunun tasavvur edilmesidir.



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Diyalektik
materyalizm evreni Einstein ya da Newton gibi statik veya sürekli
“denge” durumunda bir varlık olarak değil, sonsuz bir varlık olarak
kavrar. Madde ve enerji yaratılamaz veya yok edilemez; periyodik
patlamaları, genişleme ve daralmaları, itme ve çekmeleri, hayat ve
ölümü içeren sürekli bir hareket ve değişim süreci içindedir. Bir veya
birçok büyük patlama düşüncesi aslında olmayacak bir şey değildir.
Buradaki sorun bambaşka bir şeydir; sorun, gözlemlenmiş kesin bir
olgunun (Hubble’ın kırmızıya kayışı gibi) mistik bir yorumu ve evrenin
yaratılışı hakkındaki dini fikirleri bilimin içine arka
kapıdan sokma
girişimidir.


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Öncelikle,
evrendeki tüm maddenin “sonsuz yoğunluğa” sahip tek bir noktada
yoğunlaşmış olması gerektiği düşünülemez. Bunun ne anlama geldiğinde
net olalım. İlkin, sonlu bir uzaya sonsuz miktarda madde ve enerji
koymak imkânsızdır. Sadece soruyu ortaya atmak bile onu yanıtlamak için
yeterlidir. “Ah! der büyük patlamacılar, fakat evren, Einstein’in genel
görelilik teorisine göre sonsuz değil, sonludur.” Eric Lerner kitabında
Einstein’ın denklemlerinin sonsuz sayıda farklı evreni mümkün kıldığına
işaret eder. Friedmann ve Lemaître birçok denklemin genişleyen evren
sonucuna çıktığını gösterdi. Ancak hiçbir surette bu denklemlerin hepsi
bir “tekillik” durumunu ima etmez. Yine de Guth ve ortaklarının
dogmatik bir biçimde ileri sürdükleri varyant budur.

Evrenin sonlu
olduğunu kabul etsek bile, “tekillik” düşüncesi bizi açık bir şekilde
hayali nitelikte sonuçlara götürür. Görebildiğimiz evrenin ufak bir
köşesini evrenin tümü olarak ele alırsak –ki bu hiçbir mantıksal ve
bilimsel temeli olmayan keyfi bir kabuldür– her biri yaklaşık 100
milyar ana yıldız (bizim güneşimiz gibi) silsilesi içeren, 100
milyardan fazla galaksiden bahsediyoruz demektir. Guth’a göre, bu
maddenin hepsi tek bir protondan daha küçük bir yerde yoğunlaşmış
durumundaydı. Madde, saniyenin trilyonda birinin trilyonda birinin
trilyonda birinin milyarda biri kadar bir sürede, trilyon kere trilyon
kere trilyon derece sıcaklığındayken, sadece tek bir alan ve sadece bir
çeşit tanecik etkileşimi vardı. Evren genişleyip sıcaklık düştükçe,
farklı alanların, ilk basitlik durumundan “yoğunlaşmış” olduğu farz
edilir.

Böylesi eşi benzeri
görülmemiş bir genişlemeyi harekete geçirecek enerjinin nereden geldiği
sorunu ortaya çıkar. Bu bilmeceyi çözmek için Guth, bazı teorik
fizikçiler tarafından varlığı öngörülen, ancak en küçük bir deneysel
kanıta bile sahip olmayan, her yerde ve her zaman hazır bulunduğu
varsayılan bir kuvvet alanına (“Higgs alanı”) başvurdu. Eric Lerner şu
yorumda bulunur:

Guth’un teorisinde, bir boşluk içinde bulunan Higgs alanı, gerekli tüm enerjiyi hiçlikten –ex nihilo– üretir. Onun ortaya koyduğu şekliyle evren, Higgs alanının lütfettiği büyük bir “bedava öğle yemeği”dir.[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

İmdada Yetişen Nötrino

Büyük
patlama taraftarlarının kendi konumlarına sımsıkı sarılmaktaki
kararlılığı genellikle en gülünç perendeleri atmalarına yol açıyor.
Kayıp “soğuk karanlık madde”nin % 99’unu boş yere araştırırken, evrenin
sonsuza kadar genişlemesini önlemek için teorinin gerektirdiği
niceliklere benzer bir şey bulamadılar. 18 Aralık 1993’te New Scientist, Evren Sonsuza Kadar Genişleyecek başlıklı
bir makale yayınladı. Burada “Cepheus takımyıldızındaki bir grup
galaksinin birkaç ay önce düşünüldüğünden çok daha az görünmez madde
ihtiva ettiği” ve Amerikalı gökbilimcilerin eskiden ileri sürdüğü
iddiaların “hatalı analizlere dayandığı” itiraf edildi. Araştırmalara
harcanan yüz milyonlarca doları bir tarafa bıraksak bile işin ucunda
bilimsel şöhret yatıyordu. Acaba bu gerçeğin büyük patlamayı bu denli
bağnazca savunmakla bir bağlantısı olabilir miydi? Her zamanki gibi,
görmek istediklerini gördüler. Gerçekler teoriye uygun olmak zorundaydı!

Teorinin hayatta
kalması için varlığı zorunlu olan “soğuk karanlık madde”yi bulmaktaki
açık başarısızlık, bilim çevrelerinin daha sorgulayıcı kesimlerinde
rahatsızlığa neden oluyordu. Zamanımızın Bir Çılgınlığı mı? manidar başlığıyla 4 Haziran 1994’te yayınlanan New Scientist’in
başyazısı, karanlık madde fikriyle Viktorya döneminin gözden düşmüş
“eter” kavramını –ışık dalgalarının uzayda yol almasına aracı olduğuna
inanılan, görünmez bir ortam– karşılaştırıyordu:

Görünmezdi, her
yerde, her an hazır ve nazırdı ve 19. yüzyılın sonlarında her fizikçi
ona inanırdı. Fizikçilerin ışığın içinde yayıldığı ortam olduğunu
düşündükleri eterdi bu, ama bu düşüncenin bir hayalet olduğu ortaya
çıktı. Sesten farklı olarak, ışığın, içinde yayılacağı bir ortama
ihtiyacı yoktur.


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Bugün, 20. yüzyılın
sonlarında, fizikçiler Viktorya dönemindeki meslektaşlarıyla görülmedik
ölçüde benzer bir durumdadırlar. Bir kez daha görünmez, her yerde ve
her an hazır ve nazır bulunan bir şeye bel bağlıyorlar. Bu kez söz
konusu olan karanlık maddedir.

Bu noktada ciddi bir
bilimcinin teoride temelden yanlış bir şeylerin olup olmadığını
kendisine sorması beklenir. Aynı başyazı şöyle devam ediyor:

Kozmolojide serbest
parametreler bir yangın gibi her tarafı sarıyor. Eğer gözlemler teoriye
uymuyorsa, kozmologlar basitçe yeni değişkenler eklemekten mutlu
görünüyorlar. Teoriyi sürekli yamamakla, bazı Büyük Fikirlerin
üzerinden atlıyor olabiliriz.

Gerçekten de öyle. Ama “gerçeklerin” engel olmasına izin vermeyin. Şapkasından tavşan çıkaran bir sihirbaz gibi, birden bire nötrinoyu keşfettiler!
Atomaltı bir parçacık
olan nötrino, Hoffmann tarafından “varlıkla yokluk arasında kararsız
dalgalanma” olarak tarif edilir. Diyalektiğin diliyle söylemek
gerekirse, “Vardır ve yoktur.” Böyle bir olgu, bir şey ya kendisidir ya
da değildir şeklinde kategorik bir iddia öne süren özdeşlik yasasıyla
nasıl bağdaştırılabilir? Kuantum mekaniği tarafından tanımlanan
atomaltı parçacıklar dünyasında her adımda tekrar ortaya çıkan bu gibi
ikilemlerle karşılaşıldığında, genellikle, nötrinonun kütlesiz ve
yüksüz bir parçacık olduğu düşüncesi gibi formülasyonlara başvurma
eğilimi vardır. Hâlâ birçok bilimci tarafından savunulan ilk düşünce,
nötrinonun kütlesinin olmadığıydı ve elektrik yükü kütlesiz
varolamayacağına göre bunun kaçınılmaz sonucu nötrinonun her ikisine de
sahip olmadığıydı.


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Nötrinolar son derece
küçük parçacıklardır ve bu nedenle saptanmaları zordur. Nötrinonun
varlığı ilk defa, çekirdekten yayılan taneciklerin toplam enerji
miktarındaki bir açığı izah etmek amacıyla ileri sürülmüştü. Belli bir
enerji miktarı kaybolmuş görünüyordu ve bunun nereye gittiği
açıklanamıyordu. Enerjinin korunumu yasası enerjinin ne
yaratılabildiğini ne de yok edilebildiğini ifade ettiğinden, bu olgunun
başka bir açıklamaya ihtiyacı vardı. İdealist fizikçi Niels Bohr,
1930’da enerjinin korunumu yasasını terk etmeye oldukça hazır
görünmesine rağmen, bunun için biraz erken olduğu ortaya çıktı! Aradaki
fark, daha önce bilinmeyen bir parçacığın keşfedilmesiyle açıklanmıştı:
nötrino.

Güneş çekirdeğinde 15
milyon santigratlık bir sıcaklıkta oluşan ve ışık hızıyla hareket eden
nötrinolar güneş yüzeyine üç saniyede ulaşırlar. Katı maddenin içinden
görünüşe bakılırsa onu hiç etkilemeksizin geçerek seller halinde evrene
akarlar. Nötrinolar o kadar küçüktürler ki, dünyanın içinden dümdüz
geçip giderler. Bu ele avuca gelmez tanecikler o kadar ufaktırlar ki,
maddenin diğer biçimleriyle olan etkileşimleri de asgari düzeydedir.
Dünyanın içinden ve hatta katı kurşunun içinden bile hiçbir iz
bırakmadan geçebilirler. Aslında siz bu satırları okurken bile
vücudunuzdan trilyonlarca nötrino geçiyor. Bir tanesinin vücudunuzda
takılı kalabilme ihtimali ihmâl edebilecek kadar az olduğundan endişe
etmenize gerek yok. Bir nötrinonun 100 ışık-yılı kalınlığındaki katı
kurşunun içinden geçebileceği, soğurulma olasılığının ise yalnızca % 50
olduğu hesaplanmıştı. Bunca zaman saptanamamış olmasının nedeni de
budur. Aslında, ne kütlesinin ne de yükünün olmadığı düşünülen ve 100
ışık yılı kalınlığındaki kurşunun içinden geçebilen bu kadar küçük bir
parçacığın nasıl olup da saptanabildiğini hayal etmek zordur. Fakat
saptanmıştır.

Öyle görünüyor ki,
bazı nötrinolar bir inç kurşunun onda biriyle durdurulabiliyorlar.
1956’da, Amerikalı bilimciler ustaca bir deneyle bir anti-neutrinoyu
yakalamayı başardılar. Ondan sonra 1968’de her ne kadar bugünkü
teorilerin öngördüğü miktarın sadece üçte biri kadar olsa da, güneşten
gelen nötrinolar keşfedildi. Şüphesiz nötrino, hemen saptanamayacak
özelliklere sahipti. Son derece küçük olması göz önüne alınırsa,
şaşırtıcı değildi bu. Fakat, maddenin en temel özelliklerinden yoksun
bir madde biçimi olduğu fikri açıkça çelişkiliydi. Nihayet, sorun
tamamen farklı iki merkez tarafından çözüme bağlanmış gibi gözüküyor.
İlkin, nötrinonun kâşiflerinden biri olan Frederick Reines, 1980’de,
bir deneyde nötrino salınımının varlığını keşfettiğini ilân
etti. Bu deney, nötrinonun bir kütleye sahip olduğunu gösterebilirdi,
fakat Reines’ın sonuçları kesin sonuçlar olarak değerlendirilmedi.

Ne var ki, tamamen
farklı bir deney yapan Sovyet fizikçileri, elektron-nötrinolarının 40
elektron volt civarında bir kütlesi olduğunu gösterdiler. Bu miktar,
bir protonun kütlesinin 2000’de biri olan bir elektronun kütlesinin
bile sadece 13.000’de biri kadar olduğundan, nötrinonun uzun süre
kütlesinin olmadığına inanılması hemen hemen hiç şaşırtıcı değildir.

Son günlere kadar,
bilimsel kuruluşların genel görüşü, nötrinonun ne kütlesinin ne de
yükünün olmadığıydı. Bugün, birdenbire fikirlerini değiştirdiler ve
aslında nötrinonun kütlesi olduğunu –ve üstelik epey bir kütlesinin
olduğunu– ilân ettiler. Bu, Aziz Paul’un Şam’a giderken atından
düşmesinden bu yana yaşanan en şaşırtıcı değişimdir! Aslında böylesi
yersiz bir acele, bu mucizevi değişimin arkasındaki güdüler hakkında
ciddi şüpheler uyandırmalıdır. Acaba, “soğuk karanlık madde” hakkında
bilgi toplamaktaki apaçık başarısızlıkları yüzünden umutsuz bir duruma
düştüler de, sonunda nötrinoya geri dönmeye mi karar verdiler? İnsan
Sherlock Holmes’in Dr. Watson’a ne söylemiş olabileceğini ancak hayal
edebilir!


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Parçacık
araştırmaları alanındaki muazzam ilerlemelere rağmen mevcut durum
belirsizdir. Yüzlerce yeni parçacık keşfedilmiştir, ancak şimdiye kadar
Mendeleyev’in kimya alanında yaptığı gibi, belli bir düzen getirmeye
muktedir tatmin edici hiç bir genel teori yoktur. Şu anda doğanın temel
kuvvetlerini dört başlık altında gruplandırarak birleştirme çabası
vardır, bu kuvvetlerin her biri farklı bir düzeyde işlev görür:
Kütleçekim, elektromanyetizma, “zayıf” ve “güçlü” nükleer kuvvetler.

Kütleçekim,
yıldızları, gezegenleri ve galaksileri bir arada tutarak kozmolojik
ölçekte işler. Elektromanyetizma, atomları birbirine bağlayarak
molekülleri oluşturur, güneşten ve yıldızlardan gelen fotonları taşır
ve beynin sinapslarını harekete geçirir. Güçlü kuvvet, atom
çekirdeğindeki proton ve nötronları bir arada tutar. Zayıf kuvvet,
radyoaktif bozunma sırasında kararsız atomların dönüşümünde kendini
gösterir. Sözü edilen son iki kuvvetten her ikisi de sadece çok küçük
bir alanda kendini gösterir. Ne var ki, bu düzenlemenin konu hakkında
söylenebilecek son sözü söylediğini varsaymak için hiçbir neden yoktur,
hatta bir bakıma keyfi bir görüştür.

Bu kuvvetler arasında
büyük farklılıklar vardır. Kütleçekim madde ve enerjinin bütün
biçimlerine etkirken, güçlü kuvvet sadece bir parçacık sınıfına etki
eder. Ancak kütleçekim kuvveti, güçlü nükleer kuvvetten yüz milyon kere
trilyon kere trilyon kere trilyon kat daha zayıftır. Daha da önemlisi,
neden kütleçekim kuvvetine zıt bir kuvvetin olmaması gerektiği pek açık
değildir, oysa elektromanyetizma hem pozitif hem de negatif elektriksel
yük olarak kendini açığa vurur. Einstein’ın çözmeye uğraştığı bu sorun,
evrenin doğası hakkındaki tüm tartışmalarda hayati bir öneme sahiptir
ve halen çözülmeyi beklemektedir. Her bir kuvvet, neredeyse yirmi
farklı parametreden oluşan farklı denklem kümeleriyle açıklanır. Bu
denklemler sonuç verir, fakat hiç kimse nedenini bilmez.

Büyük Birleşik
Teoriler (“BBT”ler) denen teoriler, evrenin evriminde maddenin yalnızca
geçici bir evre olabileceği fikrini ileri sürerler. Ne var ki,
BBT’lerin protonların bozunumu konusunda yaptığı öngörünün
doğrulanmamış olması, en azından BBT’lerin en basit versiyonunu
geçersiz kılmaktadır. Kendi keşiflerine bir anlam kazandırma çabasıyla
bazı fizikçiler, “süper simetri” teorileri (“SUSY”ler) gibi, çok daha
esrarengiz ve olağanüstü teorilere giriştiler. Bu teoriler, evrenin
başlangıçta dörtten fazla boyuta sahip olduğu iddiasındadır. Bu görüşe
göre evren, örneğin on boyutta başlamıştır, fakat maalesef bunların
dördü hariç hepsi büyük patlama sırasında çökmüş ve bugün fark
edilmeyecek kadar küçük bir hale gelmiştir.

Görünüşe göre bu
nesneler, saf uzaydan yoğunlaşan madde ve enerji kuantası olduğu
varsayılan atomaltı parçacıkların bizzat kendisidir. Böylece, evrenin
temel olgularını açıklamak için yürüttükleri boş çabaların içinde bir
metafizik spekülasyondan diğerine sürüklenip duruyorlar. Süper simetri,
evrenin mutlak bir mükemmellik durumuyla başladığını varsayar. Stephen
Hawking’in sözleriyle, “erken evren daha basitti ve çok daha çekiciydi,
çünkü çok daha basitti.” Bazı bilimciler bu tür mistik
spekülasyonları estetik nedenlerle haklı çıkarmaya bile çalışıyorlar.
Mutlak simetrinin güzel olduğu farzedilmektedir. Böylece, kendimizi bir
kez daha Platon idealizminin sığ atmosferinde buluruz.

Gerçekte, doğa mutlak
simetriyle karakterize edilemez, çelişkilerle, düzensizliklerle, büyük
felâketlerle ve süreklilikteki ani kırılmalarla doludur. Bizzat hayatın
kendisi bu iddianın kanıtıdır. Her canlı sistemde, mutlak denge ölüm
anlamına gelir. Burada gözlemlediğimiz çelişki insanlığın düşünce
tarihi kadar eskidir. Bu, düşüncenin “mükemmel” soyutlamalarıyla,
gerçek maddi dünyayı karakterize eden zorunlu düzensizlikler ve
“kusurlar” arasındaki çelişkidir. Bütün sorun, güzel olsun ya da
olmasın matematiğin soyut formüllerinin, kesinlikle gerçek doğa âlemini
lâyıkıyla temsil etmemesi gerçeğinden kaynaklanır. Böyle bir şeye
inanmak birincil önemde bir yöntem hatasıdır ve kaçınılmaz olarak
yanlış sonuçlar çıkarmamıza yol açar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
~©Ήєλя†ŁєSs
Onursal Üye
Onursal Üye
~©Ήєλя†ŁєSs


Giriş Tarihi : 07/05/09
Yer : BurSalı yaK GarDeŞ
Yaş : 32
Mesajlar : 492
Rep Puanı : 654
Rep Gücü : 2974
Büyük Patlama ve Evrenin Doğası 2duy3hj

Büyük Patlama ve Evrenin Doğası Empty
MesajKonu: Geri: Büyük Patlama ve Evrenin Doğası   Büyük Patlama ve Evrenin Doğası EmptyPtsi Ocak 18, 2010 10:55 am

teşekkürler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Büyük Patlama ve Evrenin Doğası 2duy3hj

Büyük Patlama ve Evrenin Doğası Empty
MesajKonu: Geri: Büyük Patlama ve Evrenin Doğası   Büyük Patlama ve Evrenin Doğası EmptyPtsi Ocak 18, 2010 10:56 am

yorum için tşkler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Büyük Patlama ve Evrenin Doğası
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Tarihteki en büyük 10 patlama
» Ve Evrenin İlk Fotoğrafı ...
» Evrenin Ahenkli Dansı
» Evrenin yok olmasının 4 Temel Nedeni !
» İşte evrenin bebeklik dönemi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: Enteresan Olaylar-
Buraya geçin: