Arkadaşlar hepsini okumanızı Şiddetle tavsiye ediyorumm
Bazı Kürtlere göre “kahraman”; kimi Kürt aydınına göre “iblis”;
Dersimli Kürtlere göre “hain”; Aleviler’e göre “cellat”; Doğulu
şeyhlere/şıhlara göre ise “Mevlana Hakimüddin” idi…
Sünni Kürtleri, Alevi Türkmen Safeviler’in kılıcından Osmanlı’yla
ittifak yaparak kurtaran İdris-i Bitlisi gerçekte kimdi? Türkleri nasıl
Kürtleştirdi? DTP’nin kapatılmasıyla ne ilgisi vardı?
Çok gerilere gitmeyelim.
Selçuklular-Kürtler ilişkisi inişli çıkışlı oldu. Taraflar birbirinden pek hazzetmedi.
Kürtler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadiroğlu gibi Türk beylikleri himayesinde de pek mutlu olmadılar.
Kürtler, en çok Osmanlılar döneminde rahat ettiler.
Bunu sağlayan kişi ise İdris-i Bitlisi idi…
Gelin 500 yıl önceye gidelim.
Birinci perde
Fatih Sultan Mehmed’in ünvanı; “Sultanü’l-barrayn ve hakamül’l-bahrayn”
idi; yani Anadolu, Rumeli ile Karadeniz-Akdeniz’in sultanı.
Fatih, Avrupa’nın sultanı olmak istiyordu. Bu nedenle yürüyüşü hep
Batı’ya doğru oldu. Devrimciydi; hukuktan maliyeye; toprak üzerindeki
siyasetinden güzel sanatlara kadar hep ilerici adımlar attı. Ali Kuşçu
gibi alimlere önem verdi.
Fatih’in ölümünden sonra oğulları Cem ile Beyazıd arasında taht kavgası çıktı.
II. Beyazıd, Cem Sultan’a karşı halkın desteğini almak için Şeriatı
hayatın merkezine koydu. Sarayın gerici unsurlarıyla ittifak yaptı.
Çandarlı İbrahim gibi statükocu vezirleri tekrar saraya çağırdı. Babası
zamanında yapılan sivil devlet kanunlarını daralttı; devletleştirilmiş
emlak ve evkafı sahiplerine dağıttı. İtalyan ressamlarına yaptırılan
Sarayın duvarlarındaki freskoları söktürdü.
Bu kısa bilgilerden sonra gelelim anlatacağımız olayın kahramanına: Yavuz Sultan Selim.
II. Beyazıd’ın oğluydu. Şehzadeliği döneminde Trabzon Valisi’ydi. Artık
yaşlanan babasının atılgan olmamasına kızıyordu. Darbeyle babasının
tahtını gasp etti. Osmanlı’nın Batı’ya yürüyüşünü Doğu’ya çevirdi…
Şimdi de olayın ikinci kahramanını tanıyalım: Şah İsmail.
İkinci perde
15’inci yüzyıl sonunda İran’da taht kavgaları başladı. Saltanatı Bayındır soyundan Safeviler ele geçirdi.
Devletin başına Erdebil Ocağı’ndan Şeyh Haydar’ın küçük oğlu Şah İsmail
geçti. Şah İsmail aynı zamanda, “Hatayi” mahlasıyla Türkçe şiirler
yazan bir şairdi. Türkmen’di. Kimine göre “Alevi” kimine göre “Şii” idi.
Anadolu Alevi Türkmenleri Şah İsmail’i kendi hükümdarları ve pirleri saydı/ hala da öyle sayarlar.
Buraya minik bir parantez açmalıyım:
Bu destek sadece inanç temelli değildi; Türkmenler yeni merkezileşmiş
Osmanlı’ya karşı hoşnutsuzdular. Çünkü ne asker ne de vergi vermek
istiyorlardı. İstedikleri kendi aşiret hukukları çerçevesinde göçebe
hayata devamdı.
Hele hele özellikle Beyazıd döneminde Sünni İslamiyet’in Osmanlı resmi ideolojisine dönüşmesini kabullenmediler.
Bu nedenlerle de Şeyh Cüneyd-Şeyh Haydar döneminde Safeviler’e yakınlaştılar.
Safeviler Erdebil sufileri sayesinde Azerbaycan, Doğu Anadolu, Irak ve İran’da siyasi gücü ele geçirdiler.
Şah İsmail Azerbaycan dolaylarının hakimi Veziriazam Şemseddin
Geylani’nin desteğiyle Akkoyunluları mağlup etti. Gözü Osmanlı
topraklarındaydı.
1502-1507’de iki kez saldırıya geçti. Erciş, Ahlat, Diyarbakır, Mardin,
Cizre, Musul, Bağdat’ı aldı. Sünni din adamlarının türbelerini yıktı.
Bu hareketi Sünni Kürt aşiretlerinin tepkisini çekti…
Üçüncü perde
Ve gelelim yazımızın konusu olan kişiye: İdris-i Bitlisi.
Ailesi Bitlisli ve “Mevlana Hakimeddin” lakabıyla biliniyordu.
Babası tasavvuf ve tefsir konularına hakim Mevlana Şeyh Hüsameddin Ali-ül Bitlisi idi.
Ahmet Yesevi’nin yolundan yürüyen Seyyid Mehmet Nur Bahçi’den feyz
almış; halifesi olmuş; şeyhi ölünce Nurbahçi tarikatını kurmuştu.
Bilginleri ve şairleri sevip koruyan Türkmen beyliği Akkoyunlu
hükümdarı Uzun Hasan’ın hizmetinde “divan katibi” olarak görev
yapmıştı. Sekiz kitabı vardı.
İdris-i Bitlisi böylesine önemli bir alimin oğlu olarak dünyaya geldi.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1452 - 1457 arasında doğduğunu
yazabiliriz. Doğum yeri de muğlaktı; kimine göre Diyarbakır kimine göre
Bitlis’ti. Kürt’tü.
Eğitimi babasından “İdrisiye Medresesi”nde aldı. Arapça, Farsça öğrendi.
Uzun Hasan başkentini Diyarbakır’dan Tebriz’e nakledince ailece oraya göçtüler.
Tebriz’de “Saray katipliği” yaptı. Ali Şir Nevai gibi alimlerle
arkadaşlık kurdu. Şah İsmail’in 1501’de Akkoyunluları tarihten
silmesine kadar sarayda görev yaptı. Ailesini koruyup kollayan
Akkoyunluları yok ettiği için Şah İsmail’e düşman kesildi. Ve tabii bir
düşmanlık nedeni ise Şah İsmail’in mezhebiydi.
İdris-i Bitlisi, Safevi tehlikesi konusunda II. Beyazıd’ı uyarmak için
Osmanlı Sarayı’na kadar gitti. İyi karşılandı ama umduğunu bulamadı.
Kendisine Arabistan kadıaskerliği gibi “bürokratik” bir görev verildi.
Bir de resmi tarih yazıcılığı.
İdris-i Bitlisi’ye isteğini veren padişah Yavuz Selim oldu.
Yavuz Selim Trabzon Valiliği döneminde Safeviler’i tehlike olarak değerlendirmiş, babasını uyarmıştı.
Yavuz Selim tahta oturunca hemen İdris-i Bitlisi ile ittifak yaptı; Şah
İsmail konusunda hemfikirdiler; yok edilmesi gerekiyordu.
Yavuz Selim sürekli kendine tehditkar mektuplar gönderen, “Anadolu
halkının babasının müridleri olduklarını” yazan, Timur bozgunundan
bahseden Şah İsmail’i susturmak istiyordu.
Kürtlerin desteğini almak için İdris-i Bitlisi’yi görevlendirdi.
İdris-i Bitlisi kısa sürede Sünni Kürtleri Osmanlı’nın yanına çekti.
Uzatmayalım…
20 Nisan 1514’te İstanbul’dan sefere çıkan Yavuz Selim, 24 Ağustos 1514’te Çaldıran’da Şah İsmail’i mağlup etti.
Bu savaş sonunda Kürt aşiretleri özel bir idareye tabii oldu. Kürt
derebeyliğinin temeli atıldı. Bu ayrıntılara da girmeyip meselenin
özüne gelelim: Türkler nasıl Kürtleştirildi?
Ve final
Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yeniçeriler’in huzursuzluğu nedeniyle
Amasya’ya dönen Yavuz Selim, Doğu Anadolu’da düzenin sağlanması
görevini İdris-i Bitlisi’ye verdi.
İdris-i Bitlisi 25 Kürt aşiretini bir araya getirerek, onları -kendi
üslubuyla yazarsak- “Kızılbaşların kökünü kazımaya teşvik etti.”
Hepsi, “Kızılbaş topluluklarına karşı kılıç darbesiyle cihat etme” yemini ettiler.
İdris-i Bitlisi kararı bildirmek için Amasya’ya Yavuz Selim’in yanına gitti.
Dedi ki, “Yüce amaç, Kızılbaşların topluluklarını parçalamaya ve
birliğini darmadağın etmeye yol açacak tedbirleri almak olduğuna göre,
bu durumda Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün yerli beylerin
itaat edecekleri ve emirlerine boyun eğecekleri birinin tayin edilmesi
daha iyi olur. Böylece bu iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.”
O kişi Bıyıklı Mehmed Ağa oldu; Diyarbakır bölgesi Beylerbeyi yapıldı.
İdris-i Bitlisi memnundu.
Şakir Epözdemir gibi tarihçiler bakın ne yazıyor: “O dönemlerde Doğu ve
Güneydoğu bölgesi baştanbaşa Kızılbaşların işgali altındaydı. Bölge
insanı ve beyleri bu zulümden kurtulmak için İdris-i Bitlisi’yi
beklemiştir.”
Bizim tarihçiliğimiz böyledir işte; neyse…
Gelelim sonuca…
İdris-i Bitlisi’nin Selim Şah-namesi’nde yazdığına göre “40 bin Kızılbaşın/Türkmen’in başı kesildi.”
Ve binlerce insan, Sünni Kürt kimliğine bürünerek katliamlardan kurtuldu.
Bu nedenledir ki, Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında İdris-i Bitlisi’yi “hain” olarak göstermektedir.
Günümüzde İdris-i Bitlisi hala tartışılmaktadır.
Bu yazının konusu benzer tartışmaları yinelemek değildir.
Ya da resmi ideoloji gereği “aslında Kürt yoktur onlar Türk’tür” demek hiç değildir.
Bakınız; kişi kendini hangi kimlikte görüyorsa öyledir. Türk, Kürt,
Yahudi, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz, Gürcü, Sünni, Alevi hepsi Türkiye
Cumhuriyeti’nin saygın vatandaşlarıdır.
Bu yazının yazılma amacı şudur:
Bazı Kürt aydınları sık sık tv’lerde yakın tarihten örnekler veriyor ve
nasıl eziyetlerle karşılaştıklarını anlatıyor. Söylediklerinin çoğu
doğru.
Ama tarihi nereden başlatacağız?
500 yıl geriye gittiğinizde de Alevi Türkmenleri kesen, onlara “jenosid” uygulayan İdris-i Bitlisi’yi görürüz!
Evet empati şart. Kardeşliğe mecburuz.
Salt yaşanan acılar üzerinden siyasal rant elde etmeye çalışarak yarını inşa edemeyiz.
Sorunu kardeşlik temelinde çözülmesi isteniyor ise her türlü teröre övgüler düzmeye son vermek gerekiyor.
Artık beyaz sayfa açmak şarttır.
Bunu yapamazsak daha nice partiler kurulur ve kapatılır…