Merhaba Osmanlı
Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye. Osmanlı Devleti.
Bu devletin, kendine lâyık gördüğü muhteşem bir unvan vardır: �Devlet-i
ebed müddet�. Ebediyete, sonsuza kadar devam edecek devlet. Veya dünya
durdukça duracak. Unvan da devlet kadar muhteşem.
"Devlet-i ebed müddet" ufkunu yitirmememiz lazım. Onu kaybettiğimizde
bilin ki felâket çağımız başlamıştır. Terkibe dikkat ediniz, �devlet-i
ebed müddet� deniyor, "devlet-i ebed müddet-i Osmaniyye� denmiyor.
Ebediyen, sonsuza dek, dünya durdukça ayakta kalacak olan �devlettir�.
Osmanlının bir hususiyeti de Türk�te devlet idrakini şuurlaştırmasıdır.
Bu şuurun olanca parlaklığıyla kavranmasından sonradır ki gerektiğinde
�ya devlet başa, ya kuzgun leşe� denmiş, �nizam-ı âlem içün�, yerkürenin
dirlik ve düzeni için, evlat vermek dahil, katlanılmadık fedakârlık
kalmamıştır. Her şey, �din ü devlet, mülk ü millet� uğruna.
Bir dönem Selçuklu Sultanlığı idik. Bir zaman Osmanlı Padişahlığı. Şimdi
Türkiye Cumhuriyeti. Nüfus aynı, bayrak aynı, esas müesseseler aynı,
yurt aynı, dil aynı, din aynı... Kalan teferruat.
Öyleyse devlet-i ebed müddetten murat edilen �devlet� devam etmekte.
Bunu dolaylı şekilde ispatlamak da mümkün. Eğer rejim değişikliğiyle
devlet hayatı bitseydi, bugün Ermeni gailesi gibi bir derdimiz olmazdı.
�Hadise 1915�te cereyan etmiştir. Cumhuriyet rejimine geçiş ise 8 yıl
sonra. 1915�te olanlardan bize ne?� diyebiliyor muyuz, desek bile dünya
kaale alır mı? O halde Osmanlı dönemi, Beylik, erken Osmanlı, yükseliş
devri, duraklama, gerileme vakti ve Tanzimat gibi safhalarıyla birlikte
bizim için artık bir mekteptir. Aile hayatı, mahalle hayatı, içtimai
hayat, hukuk hayatı, devlet hayatı, eğitim gibi onlarca belki yüzlerce
mevzu için ders alınması icap eder. Ki Osmanlı ufkunu, vizyonunu
kaybetmeyelim.
Osmanlı, imparatorluk, süper güç, cihan devleti yüksekliğinden
bakıyordu. Devlet reisi, Şâh-ı cihândı. Yabancı devlet krallarına �Sen
ki Fransa vilayetinin kralı� diye yazılıyor, bir koca devlet ancak bir
il olarak kabul ediliyor, şairleri devrin memleketlerini dünya merkezi
İstanbul�un bir taşına feda ediyor, �bir sengine yekpâre acem mülkü
fedadır� diyor; Hıristiyan âleminin medar-ı iftiharı Ayasofya, arka
arkaya yükselen Şehzadebaşı, Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet
camileriyle tekrar be tekrar geçiliyordu.
Devlet reisinin "halifeyi ruy-i zemin" (yer yüzünün halifesi),
"sultanü'l-berreyn" (karaların sultanı) ve "hakanü'l-bahreyn"
(denizlerin hakanı) gibi unvanları vardı. Devlet-i ebed müddet fikrinin
dirilişini yaşamak zorundayız. Bu bizi ayakta tutacak, kendimize güven
duygusunu aşılayacak mayadır. Osmanlı için battı, çöktü, bitti gibi
ifadeler kullanamayız. İstanbul, Dersaâdet, Darü'l-Hilâfe, Âsitâne,
Türklerin elinde kaldığı sürece bu sözün değeri olamaz. Osmanlı,
Selçuklu'dan devraldıklarını zenginleştirerek, Türkiye Cumhuriyeti'ne
inkılap etti. Aynı bayrağın nöbetçileri değişti. Zaten Avrupalı,
Osmanlı'ya �Türkiye� diyordu. Onların söylediği resmileştirildi. Eğer bu
dirilişi yaşar, bu ufku tekrar yakalarsak, bugün önümüzde sıra dağlar
gibi yükselen, 12 Ada, Kıbrıs, Kürt kışkırtması, Ermeni ihtilafı ve
benzerlerinin küçük meseleler olduğu görülecektir.
Osmanlı, yok olmadı, bitmedi, tükenmedi. Devlet değişim yaşadı. Diğer
unsurlar aynen sürmekte. O halde bu coğrafyayı teşkil eden herkes, Türk,
Kürt, Laz, Ermeni, Rum... hepimiz Osmanlıyız.
Merhaba Osmanlı... Anlat bize ne biliyorsan, ne gördüysen, zaferlerini ve pişmanlıklarını anlat.