hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Nasreddin Hoca

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Nasreddin Hoca 2duy3hj

Nasreddin Hoca Empty
MesajKonu: Nasreddin Hoca   Nasreddin Hoca EmptyPtsi Ağus. 09, 2010 1:24 pm


Nasreddin Hoca


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



Nasreddin Hoca (d. 1208 Eskişehir Hortu köyü — ö. 1284 Akşehir), 13. yüzyılda Akşehir'de yaşamış bir halk kahramanıdır.

Yazıya geçirilmiş ilk Nasrettin Hoca hikayesi, Sarı Saltuk'un hayatını anlatan "Saltuknâme"de
bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem Sultan'ın şehzadeliği
esnasında verdiği talimat üzerine Ebülhayr Rûmî tarafından Saltukname,
yedi senelik bir çalışma sonucunda Türk sözlü geleneğinden toplanarak
1480 yılında tamamlanmış ve kitaplaştırılmıştır.

Abdullah Efendi'de başlamış ve tahsilinin sonunda babasının yerine
köyünde imamlık yılında vefat ettiği şeklindeki rivayet göz önüne
alınırsa, onun, Selçuklular devrinde yaşadığını ve Timur Han ile
görüşmediğini dikkate almak gerekir.[1]


Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin,
gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay
öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin
incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına
göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini,
güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile
getirmiştir. Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi,
yergi, övgü, alaya alma. Gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye
sürükleme, Şeriat'ın katılıkları karşısında çok ince ve iğneli bir
söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir. O, bunları söylerken bilgin,
bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz,
korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle
karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin egemen
öğesidir. Bu öğeler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki
tutumun yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur. Nasreddin Hoca, halkın
duygularını yansıtan, bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır.
Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin
Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurur.

Nasreddin Hoca, bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil,
yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya
çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden
biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar, genellikle, halk arasında
geçer. Hoca soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına
ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Sözgelişi onun tanıştığı söylenen
Selçuklu sultanlarıyla ilgili gülmecesi yoktur. Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştamal"
gülmecesi de, Timur'dan çok önce yaşadığı için, sonradan üretilmiştir.
Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun
karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit"
türünden bir yergi yaratmıştır. Burada yerilen, dolaylı olarak, kendi
toplumun, halkın üstünde gören saray insanlarıdır.

Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın
duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden
ayrı düşünülemez, onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve
alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri
yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın
en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş
gülmecelerde eşek bulunmaz, oysa at geniş bir yer tutar. Bu konuda,
başka bir çelişki sergilenir, gülmecede güldürücü öğe ile yerici öğe yan
yana getirilir. Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün "işte eşek ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi" demesidir.

Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahret"le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları", "Ben Sağlığımda Hep Burdan Geçerdim"
başlıklı gülmeceler katı bir inanç karşısındaki duyguyu açığa vurur.
Toplumda neye önem verildiğini anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi,
Hoca'nın dilinde, halkın tepkisini gösterir.

Nasreddin Hoca'nın etkisi bütün toplum kesimlerine yayılmış, "İncili Çavuş", "Bekri Mustafa", "Bektaşi"
gibi çok değişik yörelerin duygularını yansıtan gülmece türlerinin
doğmasına olanak sağlamıştır. Bunlardan ilk ikisi saray çevresinin
oldukça kaba beğenisini, üçüncüsü de gene halkın Şeriat'ın katılığına
karşı duyduğu tepkiyi dile getirir. Akşehir, Nasreddin Hoca ile adını
Dünya'ya duyurmuştur. 1208-1284 yıllarında Akşehir'de yaşayan ünlü
düşünür ve mizah ustası Nasreddin Hoca anısına yaşatmak için
uluslararası ve ulusal düzeyde kutlamalar ve festivaller
düzenlenmektedir.[2]


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Nasreddin Hoca'nın Hayatı


Nasreddin Hoca, araştırmacıların çoğuna göre, 13. yüz yıl başlarında
1208 (Hicrî 605) yılında Eskişehir'in Sivrihisar ilçesine bağlı Hortu
(bugünkü adıyla Nasreddin Hoca) köyünde doğdu. Hatta, Akşehirli bazı
araştırmacılar da bu görüşü kabul eder durumdadırlar. Bu konudaki bilgi
bugün için kesinleşmiş durumdadır. Hoca, Eskişehirli'dir. Fakat, bu
konuda farklı görüşler de vardır. Bu görüşlere de kısaca değinmek
gerekir. En çok öne çıkan görüş Nasreddin Hoca'nın Akşehir'de doğduğu
şeklindedir. Bu iddiaya göre Hoca, Akşehir gölü civarında Sivricehöyük
yakınındaki Ortaköy'de doğmuştur.[3]
Nasreddin Hoca'nın babası Hortu köyünün imamlığını da yapan Abdullah
Efendi, annesi ise bu köyün yerlilerinden Sıdıka Hanım'dır. Bir
fıkrasından kendisinden bir yaş büyük bir kardeşi olduğu sonucu da
çıkmaktadır. Daha sonra aile fertleri arasına Akşehir'e yerleştikten
sonra eşleri ve çocukları katılır. Buna göre Hoca'nın Biri Sivrihisarlı,
diğeri Akşehirli olan iki eşi, iki kızı, bir oğlu vardır.[4]
Nasreddin Hoca, tahsil çağına gelince; ilk dini bilgilerini
(okuma-yazma, ilmihal bilgileri…) babasından aldı. Muhtemelen babasının
bu köyde ders verdiği bir medrese vardı. Bu bilgilerin yanı sıra doğu
dillerinden Arapça ve Farsça'yı öğrendi. Çok küçük yaşta hafızlık
derecesinde Kur'an-ı Kerim bilgisine de sahip oldu. İslami ilimlerden
fıkıh ve kalem konusunda da eğitim gördü.

Nasreddin Hoca, daha sonra tahsiline Sivrihisar'daki medreselerde devam
etti Bir rivayete göre de kıtlık yüzünden Hortu'dan Sivrihisar'a ailece
göç ettiler. Hoca, babasının ölümünden sonra köyüne dönerek burada
imamlık ve vaizlik yaptı. Bu görevini zaman zaman Sivrihisar'da da
yerine getirdi.

Fıkralarından ve diğer kaynaklardan çıkan bilgiye göre Hoca, aktif bir
kişiliğe sahiptir. Bu yüzden görevini sadece cami ve medresede
sürdürmedi. Devamlı olarak halkın içine oldu ve onların sorunlarıyla
ilgilendi. Bu anlamda onun tahsilinde hayatın kendi gerçekleri ve
Hoca'nın şahsi gözlemleri de önemli bir yer tutmaktadır.

Fakat Hoca, bütün bunlarla, babasından ve Sivrihisar medreselerinden
aldığı bilgiyle yetinmek istemedi. Daha derin bilgilere sahip olmanın
peşindeydi. Bu arzusu yüzünden köyünde fazla kalmadı ve buradan ayrıldı.
Fıkralarındaki yer adları dikkate alındığında onun Akşehir ve Konya'ya
gitmeden önce başka yerlere de gittiği, kendisini yetiştirecek bilginler
aradığı ve bu esnada halkın durumunu yakından gözlediği sonucu
çıkmaktadır. Hatta bir yazarımız Nasreddin Hoca'nın Karamanoğlu
Beyliği'nin Konya'yı almasından sonra Moğolların açtığı yoldan
muhtemelen bir Orta Asya gezisi yaptığını da söylemektedir. Şayet böyle
bir gezi doğruysa o zaman Hoca'nın Türkistanlı yahut Azerilerin ona
neden sahip çıktıklarını anlatan bir ayrıntı olarak dikkat çekicidir.[5]


Evliliği


Nasreddin Hoca, fıkralarından anlaşıldığı üzere birkaç kez evlenmiştir.
İlk evliliği Akşehir'de olmuştur. Burada ilk olarak dul ve pek de güzel
olmayan bir kadınla evlendirilmiş, bu hanımın kısa bir süre sonra vefat
etmesi üzerine ikinci evliliğini yapmıştır.

Hoca'nın bu evlilikten Fatma adında bir kızı oldu. Hoca, kızı evlenme
çağına gelince onu Sivrihisar'a gelin gönderdi. Fatma Hatun'a ait
Sivrihisar'ın eski mezarlığında bulunan 727 tarihli mezar kitabesinin
bulunması bu olayı doğrulamaktadır.

Buna göre Fatma Hanım Şubat 1326 tarihinde Sivrihisar'da vefat etmiştir.
Mezar taşı ise daha sonra Akşehir müzesine kaldırılmıştır. Fatma
Hanım'ın Mevlâna Celâleddin isimli oğlu olmuş ve Sivrihisar'da kadılık
yapmıştır. Onun oğlu değerli bilgin Hızır Bey ise İstanbul'un ilk kadısı
olmuştur. Hızır Bey'in oğulları Sivrihisar ve civarında ve Akşehir'de
imamlık yapmışlardır. Bu da Hoca ve ailesinin Akşehir'e geldikten sonra
Sivrihisar'la bağlarının sürdürdüklerini göstermektedir.

Fatma Hanım hakkında söylenen bir görüş de şöyledir. Hoca, Akşehir'e
gitmeden önce yani Konya'daki tahsilini tamamladıktan sonra memleketi
olan Sivrihisar'a, Hortu köyüne dönmüş, burada Atike isimli bir hanımla
evlenmiştir. Bu evlilikten de Fatma isimli bir kızı olmuştur.

Bu bilgilerden hangisi gerçeği yansıtmaktadır? Bunu tam olarak şu anda
bilemiyoruz. Ama Fatma Hanım, Hoca'nın ister ilk karısı olan Atike
Hanım'ın kızı olsun, isterse Akşehir'deki eşinden doğan ve Sivrihisar'a
gelin gönderilen kızı olsun kesin olan şudur ki; Hoca, Sivrihisarlı'dır.
Çünkü her iki görüş de bu tezi destekler niteliktedir. Öte yandan Fatma
Hanım'ın varlığı son arkeolojik çalışmalara göre kesin bir gerçektir.
Sivrihisar mezarlığında mezar taşı bulunmuştur. Üzerinde de 1226 da
öldüğü yazılıdır. Yine bu konuda Kemal Uzun'un şu yorumu da dikkate
alınmalıdır: Nasreddin Hoca'nın Atike'den doğma ilk kızı Fatma,
Sivrihisar'da ölmüş. İkinci kızının adını da Fatma koymuş. Atike, ikinci
kızı Fatma ile Akşehir'e gelmiştir.

Nasreddin Hoca'nın Akşehir'de evlendiği eşinden de bir kızı doğmuştur.
Bu hanım Dürr-i Melek Hatun'dur. Doğum tarihi belli değildir. Onun da
mezar taşı Akşehir Nasreddin Hoca mezarlığı'nda bulunmuştur. Hoca'nın
fıkralarından anlaşıldığı üzere bir de Ömer yahut Şeyh Ömer isimli oğlu
bulunmaktadır. Onun mezarı da Sivrihisar'dadır. Bütün bunlar Hoca'nın
Sivrihisarlı oluşu görüşlerin kanıtlanması açısından da önem
taşımaktadır. Şükrü Kurgan da Hoca'nın iki katlı bir evde karısı, bir
kızı, bir oğlu ve İmad adlı mollasıyla birlikte yaşadığını
söylemektedir. Bir fıkrasında ise iki oğlundan bahsedilmektedir.[6]


Yaptığı İşler


Nasreddin Hoca, çok değişik işlerle uğraştı. Fıkralarından çıkan
bilgilere göre, imamlık, hatiplik, vaizlik, müezzinlik, cer Hocalığı,
kâtiplik, müderrislik, kadılık, mahkemelerde bilirkişilik yaptı.

İlk kadılık görevi, gölge kadılığı(kadı adayı)dır. Sonradan Konya ve
Akşehir'de bu görevini sürdürmüştür. Bazı yorumcular ise Hoca'nın kadı
olmak istediğini ancak rüşvetle iş yapan kadıları görünce bundan
vazgeçtiğini belirtirler. Bu vazgeçmenin Hoca'nın tasavvufi yola
girmesiyle de ilgili olabileceği söylenmektedir.

Bir yoruma göre de kadılık görevini Akşehir'e yerleşene kadar yapmış,
daha sonra ise bırakmıştır. Ama fıkralarında kadı tipleri ve fetvaların
yer alması Nasreddin Hoca'nın kadılık yaptığını düşündürmektedir.

Hoca, Kendi köyünde, Sivrihisar'da, Akşehir'de ve köylerinde imamlık ve
vaizlik de yapmıştır. Akşehir'deki ilk imamlık görevi Kocakapı (İkikapı)
mahallesi camiindedir. Zaman zaman bilgisini halkla paylaşmak için
civar şehir ve köylere de gitti. Bu olaya o zamanlar “cerre çıkmak” denilirdi. Kimi yazarların din adamları aleyhinde bir kanıt olarak kullanmak istedikleri “cerre çıkmak” olayı hakkında da kısa bir bilgi verelim. “Cerr”
medreselerde bir eğitim ve öğretim uygulaması sayılır. Gerek Selçuklu,
gerekse Osmanlı döneminde medreseler, Recep, Şaban ve Ramazan aylarında
öğrencilerini Anadolu'nun muhtelif yerlerine gönderiler, uygulamalar
yaptırırlardı. Bu faaliyet medreselerdeki bilgilerin halka iletilmesi
maksadıyla yapılırdı. Bu esnada öğrenciler, halkı daha yakından
tanırlar, gözlem yapma fırsatı bulurlardı. Medrese ile halk bu sayede
bütünleşmiş olurdu.

Haliyle öğrencilerin bu hizmetlerine mukabil, halk (kendi isteği ile) bir miktar yardım yapmaktadır. Bunu hiçbir zaman “medrese talebelerinin yardım toplamaya çıkması şeklinde anlamamak gerekir.”

Müderrislik de en çok meşgul olduğu diğer bir iştir. Akşehir'de kendi
adını taşıyan bir medresesinin varlığından söz edilmektedir. Böyle bir
medrese olmasa bile Hocasının ders verdiği medrese yahut medreselerde
ders verdiği rahatlıkla söylenebilir.

Hoca, tahsiliyle alakalı bu görevlerin dışında fıkralarından anlaşıldığı
gibi terzi çıraklığı, çiftçilik, bakkallık, iplik satıcılığı, zeytin ve
yumurta satıcılığı, hatta halk hekimliği gibi işler de yapmıştır. Bunda
bir halk adamı oluşunun yanı sıra devrin iktisadi şartlarının da etkili
olduğu muhakkaktır.

Hoca, bunların dışında bir ara Kürtlerin yaşadığı bölgeye ve Arabistan'a
elçi olarak görevlendirilmiştir. Fıkralarından çıkan bu sonuç için Fuat
Köprülü “itimada şayân değil” demekle birlikte eğer bu bilgi
doğru ise bu da Hoca'nın çok yönlü bir insan olarak siyaset alanında da
bilgi ve yeteneğe sahip olduğunu göstermektedir.

Yine fıkralarından devrin zor şartları yüzünden zaman zaman da boş
kaldığı anlaşılıyor. Yani Nasreddin Hoca, varlıklı bir hayat sürmemiş,
geçim sıkıntısı çekmiş, borç içinde kaldığı bu yüzden el içine
çıkamadığı günler bile olmuştur.

Kimi bilgiler ise Hoca'nın zengin sayılabilecek bir kişi olduğu
şeklindedir. Buna delil olarak ise Hoca'nın bir vakıf medresesinin
olduğu şeklindeki bilgilerdir. İbrahim Hakkı Konyalı bir makalesinde
böyle bir vakıftan söz etmektedir. Fakat, Hoca'nın hayatının bir
döneminde varlıklı olsa dahi ömrünün büyük bir bölümünü yoksulluk içinde
geçirdiği daha doğrudur. Ayrıca yine o devrin iktisadi şartları da
dikta alındığında Hoca için zengin demek güçleşir.

Nitekim Abdülbaki Gölpınarlı da Hoca'yı bu şekilde anlatır: “Hoca,
perdecileri olan, harem ağalarının dolaştığı haremlerde, beyaz topuklu,
yalın yüzlü hizmetçilerin, naz ile hırâman olduğu saraylarda yaşamış bir
tip değildir.”
[7]


Vefatı


M. 1284'te Akşehir'de 76 yaşında iken vefat etti ve Akşehir'in en eski
Selçuklu mezarlığına gömüldü. Daha sonra mezarının üzerine altı sütuna
oturan kubbeli bir türbe yapılmıştır. Kendi adını taşıyan bu mezarlıkta
medfun olan Nasreddin Hoca'nın ilk inşa edilen türbesinin her yanı açık
ve kıble tarafındaki kapısının üzerinde ilginç bir asma kilidin mevcut
olduğu bilinmektedir.

Hoca'nın türbesi İbrahim Hakkı Konyalı'nın söylediğine göre M. 1476
yılında harap durumda olan ve 1878'e kadar bu durumda kalan türbe, daha
sonraları Akşehir ileri gelenlerince onarılmıştır. Nasreddin Hoca'nın
şimdiki türbesi ise II. Abdülhamit zamanında M. 1905'de Konya Valisi
olan Faik Bey ile Akşehir kaymakamı Mustafa Şükrü Bey tarafından onarımı
yaptırılıp üstüne dört satırlık Türkçe bir kitabe kondurularak bugünkü
haline getirilmiştir.[1] Daha sonraki yıllarda da Akşehir Belediyesi
tarafından türbenin bakımı ve çevre düzenlemesi yapılmıştır.

Nasreddin Hocanın türbesiyle ilgili pek çok seyahatname yazarı ve
Akşehir'de görev yapan kişiler çeşitli bilgiler vermiştir. Bunlardan
birisini türbenin fiziki durumunun anlaşılması açısından buraya almak
istiyoruz:

Türbe-i şerifinin tahayyül ettiğimiz gibi vaktiyle dört tarafı açık
olduğu halde büyük bir kapısı varmış. Sonraları memleketin ileri
gelenlerinden bazıları tarafından üzeri kiremitli ve etrafı tahta
parmaklıklı olarak çatı altına alınmıştır. Bazı mahallelerdeki cami
şadırvanları tarzında inşa edilmekle şimdi eskisi kadar değilse de yine
bina şekli ile muhteviyatının her halinde bir garabet eseri müşahede
edilir. Hoca merhumun kabrinin üstüne konan ufacık bir sandukanın başına
geçirilmiş büyük bir sarık, mübalağa olmasın ama, sandukanın hemen üçte
birini tutuyor. Sandukanın önüne dikilmiş ufak bir taşa irab ve ifadece
sıhhati mükemmel olan(!) şu acayip cümle kazınmış:

“Nazihi't-türbet'ül-merhum el-mağfûr ilâ abdihi'l-gafur Nasreddin Efendi ruhuna fatiha” [8]


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Nasreddin Hoca'nın Kişiliği


Nasreddin Hoca, insanlara doğru yolu gösteren, iyilikleri bildiren,
doğruya sevk eden ve kötülüklerden sakındıran bir veli idi. Bu işi
yaparken tabiatı icabı kendisine has bir yol tutmuştur. Böylece hakkın
anlatılması ve cemiyetteki bozuk yönlerin düzeltilmesi için, meseleyi
halkın anlayacağı bir dil ve üslup ile, gayet manidar latifeler halinde
kısa ve öz olarak dile getirmiştir. Fıkraları, hikmet ve ibret dolu
birer darb-ı mesel (atasözü) gibidir. Bu bakımdan adına uydurulan edep
dışı ve nükteden uzak bir takım fıkraların onunla bir ilgisi yoktur.
Manidar latifeleri önce yakın çevresinde şifahi olarak dilden dile
dolaşmış, sonraları gitgide yayılmış ve zamanla bir takım değişikliklere
uğramıştır. Bu sebeple onun olmayan bir takım bayağı fıkralar da ona
mal edilerek anlatılmıştır. Yapılan ilmi çalışmalar, onun ilim ve edep
sahibi bir veli olduğunu, söz konusu sıradan basit fıkraları
söylemediğini açıkça göstermektedir. Ayrıca, Nasrettin Hoca'nın efsanevi
bir kişi değil, on üçüncü asırda Anadolu Selçukluları zamanında yaşamış
sâlih bir Müslüman olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü nükteleri, bir
insanın başından geçen gülünç hadiselerin ifadesi değil, görünüşte
gülünç aslında ince hikmetleri dile getiren, düşündürücü latifelerdir.
Ayrıca Türk milletinin zeka inceliğini, nükte gücünü en iyi şekilde
yansıtan bu nüktelerin belirli vasfı; Allah-ü tealanın emir ve
yasaklarını latif bir üslup ile bildirilmesidir.

Bu latifelerin toplandığı eserlerden biri, Londra'da British Museum'da.
Haza Terceme-i Nasreddin Efendi Rahme başlıklı yazma eserdir. Ancak bu
eserdeki latifelerin bir kısmı, onun üslubuna ve nükte tekniğine
uymamaktadır. Nitekim eserin sonunda bu durum: "İşte Nasreddin
Efendinin kibar-ı evliyadan (Evliyanın Büyüklerinden) olduğuna şek ve
şüphe yoktur. Merhumun bu kıssalardan haberi var, yok böyle yazmışlar.
Her kim okuyup tamamında bu merhumun ruhu için bir Fatiha bağışlarsa,
Hak sübhane ve teala ol kimsenin ahir ve akıbetini hayr eyleye"
şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca, "Nasreddin Hoca" adlı eserde başka nüktelerine yer verilmiştir.

Nasreddin Hoca, fert ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımış, insanların
aile, komşuluk, dostluk, ticari münasebetlerine ait cemiyette gördüğü
aksaklıkları düzeltmek ve onlara nasihat etmek maksadıyla nüktelerle
dile getirmiş, onları düşünmeye ve doğruya sevk etmiştir. Sosyologlar ve
psikologlar, insanı ve cemiyeti tanıyıp, onların çeşitli yönlerini
incelemek için onun latifelerinden çok istifade etmişlerdir.

Nasreddin Hoca fıkraları, batı dillerine de çevrilmiş ve bu dillerde
Hoca hakkında mühim neşriyat yapılmıştır. Bunlar arasında Pierre
Mille'nin "Nasreddin et son epouse" adlı kitabı, Edmonde Savussey'in "La Litterature Populaire Turque" adlı eserindeki Nasreddin Hoca bölümü, Jean Paul Carnier'in "Nasreddin Hoca et ses Histoires Turques" adlı eserleri zikretmek yerinde olur.[1][9]


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Hakkında Söylenenler


"...En az 500 yıldan beri onun fıkralarını dinleyerek, beslenerek
büyümüşüz. Bu etki çocuk çoluk, genç ihtiyar hepimize islemiş. Böylece
Nasreddin Hoca'yı Türk halkı yarattığı kadar, Türk halkını da Nasreddin
Hoca yaratmıştır..."
(İlhan Başgöz)

"...Nasreddin Hoca, her kesim halkın; koylunun kentlinin, varsılın
yoksulun çelişkilerini, düşüncelerini, eleştirilerini dile getirir.
Fıkralarda yerellik, sınıfsallık özelliği önemli bir ayrılık yaratmakla
birlikte, Nasreddin Hoca'da bu görülmez. Basta komşu ülkeler olmak
üzere, bütün dünyada tanınmasının, yaygınlaşmasının nedenini, onun bu
evrensel yönünde aramak gerekir..."
(Adnan Binyazar)

"...Nasreddin Hoca Türk milletinin yükünü yeniletecek, her bir evde
beklenecek, misafirdir. Onun kartviziti kahkahadır. O Doğu ve Bati
memleketlerinde faal olan vatandaştır. Ülke sınırlarından eşeğine binip
geçer. Onun pasaportunu sinir erleri yoklamıyorlar. Çünkü o dünyanın
büyük insanidir. O yıldan yıla gençleşiyor. Omzundaki gömleği eskimiyor,
ama gülüşü daima yenileşiyor.."
(Toramirzo Cabbarov)

"...Bu aziz halk evladının sarığında şehir, yani yerleşik, küçük
eşeğinde ise göçebe Türk yaşayışının bağdaştırılmak istendiğini
sezmekteyim. Bu yolla Hoca'mız keçe medeniyeti ile balçık medeniyetini
kendi şahsında kaynaştırmış bir şövalyedir."
(Ahmet Caferoğlu)

"...Nasreddin Hoca, Türk nekregüllüğünün en yüksek simasıdır." (Ziya Gökalp)
"...Halk Hoca'dır...Hoca, halkın muhayyilesinde; halk, icap edince
öz nefsine bile onun nüktesiyle çatıyor, onun diliyle sözler sarf
ediyor. Bedri Rahmi Eyuboglu'nun dediği gibi yakın zamanda bir gün Hoca,
otobüse, dolmuşa da binecek, taksiye de binmek isteyecek mutlaka."
(Abdulbaki Gölpınarlı)

"...Hoca'nın dünyanın başka yörelerindeki fıkralarda ve masallarda
yaşaması pek muhtemeldir. Ortadoğu'nun pek çok ülkesi Hoca'yı kendi mali
yapmak istiyor. Ama türbesi Türkiye'de Akşehir'de bulunuyor. Ne var ki,
kişiliği ve unu bu kentle sinirli değildir. Kendisi kozmopolit olup
zamanların ötesinde bulunmaktadır."
(Rostislav Holthoer)

"...O, bizim en asli mahsullerimizden biridir."
(Fuat Köprülü)

"...Anadolu Türk mizahi, yorgun bir zihnin düşüncelerini boşaltan,
dilimizin güçlü bir deyimi ile "lala-pasa eğlendiren" başıboş bir mizah
değildir. Nasreddin Hoca mizahi, Türk halkının sorunları ile beraber
yürüyen, toplum eğitimine yönelmiş, yapıcı bir mizahtır. Türk halkı,
yüzyıllar boyunca dertlerini bu mizahla avutmuş, sevinebildiği mutlu
günlerde de, bu mizahin sevinci ile yaşamıştır...Bu 'Nasreddin Hoca
sevinci ile yasamak', hafif olmak, isleri sakaya almak demek değildir,
sadece güler yüzü ciddiliğe engel saymamak, yani Türk halkı gibi 'güler
yüzle ciddi olmak' demektir..."
(Şükrü Kurgan)

"...Nasreddin'in vücudu türbesinde istirahat etmekteyse de ruhu
hiçbir zaman ölmemiştir. Hatta gerçek mucize sudur: bütün dünya ondan
bahsetmekte, edebiyatçılar ondan bahsetmekte, toplumlar ondan
bahsetmekte, halk onu kendi gizli koruyucusu olarak tanımakta ve
hikayeleri rüzgar gibi yayılıp, ekmek gibi kabarmaktadır. Gelecek
nesillerin bu ekmekle uzun zaman beslenecekleri şüphesizdir..."
(Anna Masala)

"...Doğumundan önce de, ölümünden sonra da yaşamış insan Nasreddin
Hoca'dır. ölümünden sonra yaşamış başka tarihsel ve toplumsal kişiler
vardır, ama ölümünden önce de yaşamış olan dünyadaki tek insan Nasreddin
Hoca'dır... Nazım Hikmet, Hoca'yı gülen değil, ağlayan insan sembolü
olarak göstermiştir. Nasreddin Hoca fıkralarının özünde gözyaşı vardır.
Türk halkı bu fıkralara, ağlamanın yerine, gülmüştür. Çünkü Nasreddin
Hoca yalnız alay etmekle yetinmemiş, ezilen halkın da kaltabanlığı, o
çürümüş toplumdaki korkaklığı, ikiyüzlülüğü, yüreksizliği,
sahteciliğiyle de alay etmiştir. Aslında Nasreddin Hoca derken, Türk
halkının kendisini anlamaktayız. Böylece Türk halkı, kendi kendisiyle
alay edebilme olgunluğunu göstermiştir. Goethe, 'Kendi kendisiyle alay
edemeyen, olgun insan olamaz' der. Türk halkı, yüzyıllar boyunca
yarattığı Nasreddin Hoca'nın toplumsal kişiliğinde, bir yandan ezenlerle
alay ederken, bir yandan da kendi kendisiyle alay ederek, çöküntü
nedeninde kendisinin de sorumlu olduğunu, payı bulunduğunu
göstermiştir..."
(Aziz Nesin)

"...bu fıkralarda bireysel tek bir iz dahi bulmak mümkün değildir.
Hoca'da belli bir aptal kişi değil, belli bir aptallığımız ve bönlüğümüz
hicvedilir."
(Cahit Tanyol)

"...Karşımıza, Türkistan'dan Macaristan'a Sibirya'dan Kuzey Afrika'ya
kadar Türklerin ayak bastığı her yerde Nasreddin Hoca çıkmaktadır....."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Nasreddin Hoca
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Hoca da anlamadı!
» Leo Franco'ya hoca fırçası
» Ajdar ve Zekerriya Hoca MSN
» Hoca Ali Rıza’nın 18 tablosu çalındı
» Cem Yılmaz Cübbeli Hoca'ya karşı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: Biyografiler-
Buraya geçin: