Niye oyun oynamalıyız?
Bunları hiç düşündünüz mü?
Star Trek izledikten sonra vücuda yapışan
parlak deri giysilere özenmedik, lazer tabancası pek çekmedi bizi. Lâkin
Son Samuray’dan sonra o 25 kiloluk zırhların mıh gibi ağırlıklarını
hissettik tenimizde, elimiz kaşındı bir kılıcı kınından çıkarmak için.
Geçmiş hep yerçekimi gibi çekiyor bizi. Çünkü biliyoruz, bazı hatalar
tekrar etse de kendini -“Tarih tekerrürden ibarettir” misali- giden
güzellikler geri gelmeyecek. Eskinin bize o vurmalı çalgıları, yeşil
çayırları, mitolojik öyküleri hatırlattığı ölçüde; gelecek de
streslere, yaşam savaşına ve korkulara gebe olacak. Peki, birinci soru:
Geçmiş niye bu kadar önemli? Zaman tek yönlü bir sokak olmasaydı o
vakit de hayatın caddesi bu denli karışık olur muydu? Hiç hata
olmasaydı, hayatta da “Save game” olsaydı, “Load game” olsaydı
hatasızlık değerini kaybeder miydi? Hangi oyunu 100 canla başlayıp 100
canla bitirince zevk aldık?
Matrix, zamanında çok çok doğru ve derin bir konuya parmak basmıştı.
İnsanoğlu bindiği dalı öyle hızlı kesiyor ki, yeri gelecek güzel şeyler
pek bir azalacak dünyamızda. Pandalar masal olacak belki çocuklarımız
için, çayırda top oynamak denince sadece Fifa2050 akla gelecek. Yedi
kiremit belki lügattan kalkacak. İkinci soru: Olmayan bir şey
yaşatmanın en iyi yolu? Kopyalayıp günümüze taşımak, simülasyon. En
eğlenceli simülasyon, oyun. Aramıza hoş geldiniz. Çok zor bir yola
girdiğimin farkındayım, çünkü severiz biz alışılmamışı kötülemeyi.
Olsun, kulaklarımı tıkayıp anlatacağım.
Araç olan şey, aynı anda amaç olamaz mı?
En temel sorunumuzdan başlayalım, oyunların yanlış anlaşılması.
Doğaldır çünkü uygulamada kötü örnekleri fazla ve kırılgan bir başlık.
Önüne getirilen sıfatlar arasında “zaman katili”, “ders çalışmama
nedeni”, “boş işler”, “asosyallik zemini hazırlayıcı” mevcut. Şahsi
fikrim, bu sorunların tamamen operatör kaynaklı olması. Yani oyunun
değil, oyuncunun. En iyisi mi biz bu işi yaş gruplarına dağıtarak
çözmeye çalışalım. Ne de olsa zaman kavramıyla başladık, salın böyle
gitsin.
Çocuklarımız, geleceğimiz. Oyun oynamalarına hiç de hoş gözle
bakmıyoruz. Yelpazenin %90’lık gibi bir oranı öldürme üzerine olan bu
pencereden dünyayı izlemek isteyen çocuklarımızın gözlerini kapıyoruz
elimizle. Bir çocuk kendi anlayamayacak kadar olgun değilse, bazı
konuları ve anne babaların çocuklarına bunları açıklayacak kadar ilgisi
yoksa, bu durum oyunun sorunu olmaktan çıkar. Sokağa başıboş salmak
gibi.
Gerçi her ne kadar “çocukların kendini bulması, özelliklerini
keşfetmesi ve güçlenmesi için geçirmesi gereken bir süreç” olsa da,
oturup ilgilenmekten daha mı az yanlış? 9 yaşında, neredeyse “bebek”
denilebilecek çağlarda dershaneye başlayıp, kendi başına bir şeyler
üretmesine fırsat tanınmadan başkalarının doğrularıyla kafasını
doldurması? Peki hangisi daha doğru? Nedensiz yasaklar mı, yoksa onların
farkına varamadıkları olguları kavramalarına yardımcı olmak ve bu
zorlu yolu beraber yürümek mi?