Evrimin Hayali Mekanizmaları
Bugün evrim teorisi olarak tanımladığımız
neo-Darwinist model, canlıların iki temel
mekanizma sayesinde evrimleştiklerini öne
sürer: "Doğal seleksiyon" ve "mutasyon". Teorinin
temel iddiası şöyledir: "Doğal seleksiyon ve mutasyon
birbirlerini tamamlayan iki mekanizmadır. Evrimsel
değişikliklerin kaynağı, canlıların genetik
yapısında meydana gelen rastgele
mutasyonlardır. Mutasyonların sebep olduğu
özellikler, doğal seleksiyon mekanizması aracılığıyla
seçilir, böylece canlılar evrimleşirler."
Çok makul bir teori gibi anlatılan bu hikayeyi
biraz incelediğimizde, aslında ortada hiçbir
evrim mekanizmasının olmadığını görürüz.
Çünkü ne doğal seleksiyon ne de mutasyonlar,
türlerin evrimleştikleri ve birbirlerine
dönüştükleri iddiasına en ufak bir katkıda bulunmamaktadırlar.
Doğal Seleksiyon
Doğal seleksiyon, Darwin'den önceki biyologlar
tarafından da bilinen, ancak "türlerin
bozulmadan sabit kalmalarını sağlayan bir
mekanizma" olarak tanımlanan bir doğal
süreçtir. İlk kez Darwin bu sürecin evrimleştirici bir
gücü olduğu iddiasını ortaya atmış, tüm teorisini de
bu iddiaya dayandırmıştır. Kitabına verdiği isim,
doğal seleksiyonun Darwin'in teorisinin
temeli olduğunu gösterir: Türlerin Kökeni,
Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Oysa Darwin'den bu yana, doğal seleksiyonun
canlıları evrimleştirdiğine dair tek bir
bulgu ortaya konamamıştır. Bilinen bir
evrimci olan İngiltere Doğa Tarihi Müzesi baş
paleontoloğu Colin Patterson, bu gerçeği şöyle kabul
etmektedir:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla
yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir
şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün
neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu da
budur.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] İngiltere'deki Sanayi
Devrimi kelebekleri örneği, doğal seleksiyonla
evrimleşmenin en önemli delili olarak gösterilir.
Oysa ortada hiçbir şekilde evrimleşme yoktur,
çünkü yeni bir kelebek türü ortaya
çıkmamıştır. Solda sanayi devrimi
öncesi, sağda ise sonrasındaki ağaçlar
ve üzerlerindeki kelebekler görülüyor.
Doğal
seleksiyon, bulundukları coğrafi konumun doğal
şartlarına uygun yapıda olan canlıların hayatlarını
ve nesillerini sürdüreceklerini, uygun yapıda olmayanların
ise yok olacaklarını öngörür. Örneğin yırtıcı
hayvanların tehdidi altında olan bir geyik
sürüsü içinde, doğal olarak hızlı kaçabilen
geyikler hayatta kalacaktır. Ama bu süreç, ne
kadar uzun sürerse sürsün, geyikleri bir
başka canlı türüne dönüştürmez. Geyikler hep geyik
olarak kalırlar.
Nitekim evrimcilerin "doğal seleksiyonun
gözlemlenmiş örneği" olarak gösterdikleri
nadir birkaç olaya baktığımızda, bunların
basit birer göz boyama olduklarını kolaylıkla
görebiliriz.
Endüstri Devrimi Kelebekleri
Douglas Futuyma'nın 1986 yılında yayınladığı
Evrim Biyolojisi isimli kitabı, doğal
seleksiyon teorisini en açık biçimde anlatan
kaynaklardan biri olarak kabul edilir.
Futuyma'nın bu konuda verdiği örneklerin en
ünlüsü, endüstri devrimi sırasında İngiltere'de bulunan
kelebek popülasyonunun renklerinin koyulaşmasıdır. Sadece
Futuyma'nın kitabında değil, evrim teorisi
lehinde yazılmış hemen her biyoloji kitabında
söz konusu Endüstri Devrimi Kelebekleri
hikayesini bulmak mümkündür.
Hikaye, İngiliz fizikçi ve biyolog Bernard
Kettlewell tarafından 1950'li yıllarda
gerçekleştirilen bir seri deneye dayanmaktadır
ve özeti şudur: İngiltere'de endüstri
devriminin başladığı sıralarda, Manchester yöresindeki
ağaçların kabukları açık renklidir. Bu nedenle bu ağaçların
üzerlerine konan koyu renkli ("melanic")
güve kelebekleri, bunlarla beslenen kuşlar tarafından
kolayca farkedilirler ve dolayısıyla yaşama
ihtimalleri çok azalır. Fakat elli yıl sonra
endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların
üzerindeki açık renkli likenlerin (bir tür
yosun) ölmesiyle kabukları koyulaşır ve buna
bağlı olarak bu kez açık renkli güveler kuşlar tarafından
sık olarak avlanmaya başlarlar. Sonuçta açık renkli
kelebekler sayıca azalırken, koyu renkliler fark
edilmedikleri için çoğalırlar. Evrimciler ise,
bu sürecin teorilerinin büyük bir delili
olduğu, açık renkli kelebeklerin zamanla koyu
renkli kelebeklere dönüşüp evrimleştikleri gibi
bir göz boyamaya başvururlar.
Oysa bu örneğin-doğruluğu varsayılsa bile-evrim
teorisi lehinde bir delil olarak
kullanılamayacağı açıktır. Çünkü yaşanan
doğal seleksiyon, daha önce doğada var
olmayan bir türü ortaya çıkarmış değildir. Endüstri
devrimi öncesinde de kelebek popülasyonu içinde siyah
bireyler zaten vardır. Sadece, var olan kelebek
türlerinin sayıları değişmiştir. Kelebekler
"tür değişimi"ne yol açacak biçimde yeni bir
organ ya da özellik edinmemişlerdir. Oysa bir
kelebeğin başka bir canlı türüne, örneğin bir
kuşa dönüşebilmesi için kelebeğin genlerinde sayısız
değişiklik, ekleme ve çıkarmalar yapılması, bir başka
deyişle, kuşun fiziksel özelliklerine ait bilgileri
içeren apayrı bir genetik program yüklenmesi
gerekir.
Endüstri Kelebekleri ile ilgili evrimci
hikayeye verilecek genel cevap budur. Ancak
konunun daha da ilginç bir yanı vardır:
Hikayenin sadece yorumu değil, kendisi de
yanlıştır. Moleküler biyolog Jonathan Wells'in 2000
yılında yayınlanan Icons of Evolution adlı kitabında
açıkladığı gibi, hemen her evrim yanlısı biyoloji
kitabında yer alan ve bu nedenle bir "ikona"
(kutsal kabul edilen sembol) haline gelmiş
olan Endüstri Devrimi Kelebekleri hikayesi,
gerçekleri yansıtmamaktadır. Wells, hikayenin
"deneysel kanıtı" olarak bilinen Bernard Kettlewell'in
çalışmasının, aslında bir bilimsel skandal niteliğinde
olduğunu anlatmaktadır. Bu skandalın bazı temel
unsurları şöyle sıralanabilir:
* Kettlewell'in deneylerinden daha sonra
yapılan birçok araştırma, söz konusu
kelebeklerin sadece bir tipinin ağaç
gövdesine konduğunu, diğer tüm tiplerin, yatay
dalların alt kısımlarını tercih ettiğini ortaya koydu.
1980'li yıllardan itibaren, kelebeklerin ağaç gövdelerine
çok çok nadir olarak konduğu herkesçe kabul
gördü. Bu konuda 25 yıllık bir çalışma yapan
Cyril Clarke ve Rory Howlett, Michael
Majerus, Tony Liebert, Paul Brakefield gibi
birçok bilim adamı, "Kettlewell'in deneyinde
kelebeklerin doğal davranışları dışında davranmaya
zorlandıklarını, deney sonuçlarının bu yüzden bilimsel
kabul edilemeyeceğini" bildirdiler.
* Kettlewell'in deneyini inceleyen
araştırmacılar daha da çarpıcı bir sonuçla
karşılaştılar: İngiltere'nin kirliliğe
uğramamış bölgelerinde açık renkli kelebeklerin
daha fazla olması beklenirken, koyuların oranı açık
renklilerden dört kat fazlaydı. Yani Kettlewell'in iddia
ettiği ve hemen her evrimci kaynakta tekrarlandığı
gibi, kelebek nüfusundaki oranla, ağaç
kabukları arasında bir ilişki (correlation)
yoktu.
* İşin aslı araştırıldıkça, skandalın boyutları
büyüdü: Kettlewell tarafından fotoğrafları
çekilen "ağaç kabuğu üzerindeki güve
kelebekleri", aslında ölü kelebeklerdi.
Kettlewell bu ölü canlıları iğne ve tutkal
ile ağaca tutturmuş ve öyle görüntülemişti. Gerçekte
kelebekler ağaç gövdesine değil dalların alt kısmına
kondukları için, böyle bir resim elde etme ihtimali pek
yoktu.
Bu gerçekler 90'lı yılların sonlarında bilim
dünyası tarafından öğrenilebildi. Onyıllardır
"evrime giriş" derslerinin en büyük
malzemesi olan Endüstri Kelebekleri
efsanesinin bu şekilde çökmesi, evrimciler arasında
düş kırıklığı yarattı. Bunlardan biri olan Jerry Coyne
şöyle diyordu:
Gerçeği (benekli kelebekler sahtekarlığını)
öğrendiğimde verdiğim tepki, 6 yaşımdayken,
Noel hediyelerimi Noel Baba'nın değil de
babamın getirdiğini öğrendiğimde yaşadığım
ümitsizlik duygusu oldu.
Böylece "doğal seleksiyonun en ünlü örneği" de,
bir bilim skandalı olarak tarihe geçmiş
oldu.
Böyle olması da kaçınılmazdır. Çünkü doğal
seleksiyon, evrimcilerin iddiasının aksine,
bir "evrim mekanizması" değildir. Bir canlıya
herhangi bir organ ekleyip organ çıkarma,
bir türü başka bir türe dönüştürme gibi özelliklere
sahip değildir.
Doğal Seleksiyon Neden Kompleksliği
Açıklayamıyor?
Doğal seleksiyonun evrim teorisine kazandırdığı
hiçbir şey yoktur. Çünkü bu mekanizma,
hiçbir zaman bir türün genetik bilgisini
zenginleştirip geliştirmez. Hiçbir zaman bir
türü bir başka türe çevirmez; yani deniz yıldızını
balığa, balıkları kurbağaya, kurbağaları timsaha, timsahları
da kuşa dönüştüremez. Sıçramalı evrimin en büyük
savunucusu olan Gould, doğal seleksiyonun bu
açmazını şöyle dile getirmektedir:
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Doğal seleksiyonun evrim
teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Çünkü
bu mekanizma, hiçbir zaman bir türün genetik
bilgisini zenginleştirip geliştirmez.
Hiçbir zaman bir türü bir başka türe
çevirmez; yani deniz yıldızını balığa,
balıkları kurbağaya, kurbağaları timsaha,
timsahları da kuşa dönüştüremez.
Darwinizm'in özü tek bir cümlede ifade
edilebilir: "Doğal seleksiyon evrimsel
değişimin yaratıcı gücüdür." Kimse doğal
seleksiyonun uygun olmayanı elemesindeki
negatif rolünü inkar etmez. Ancak Darwinci teori, "uygun
olanı yaratması"nı da istemektedir.
Doğal seleksiyon konusunda evrimcilerin
kullandıkları yanıltıcı üsluplardan biri, bu
mekanizmayı bilinç sahibi gibi göstermeye
çalışmalarıdır. Oysa doğal seleksiyonun bir
bilinci yoktur. Canlılar için neyin iyi, neyin
kötü olduğunu ayırt edecek bir akla sahip değildir.
Bu nedenle doğal seleksiyon yoluyla kompleks yapıya
sahip sistemler ve organlar asla açıklanamaz. Söz konusu
sistem ve organlar, iç içe geçmiş pek çok
parçanın birarada çalışmasıyla oluşur ve bu
parçaların birisi bile olmasa ya da kusurlu
olsa hiçbir işe yaramazlar. Bu tür sistemler,
"indirgenemez komplekslik" olarak tanımlanan
özelliğe sahiptirler. Örneğin insan gözü daha
basite indirgenemez, çünkü tüm detaylarıyla birlikte
var olmadığı sürece işlev görmez.
Bu tür bir sistemi meydana getiren bilincin,
geleceği önceden hesaplayarak, sadece en son
aşamada elde edilecek olan faydayı amaçlaması
gerekir. Doğal seleksiyon ise bilinç ve
irade sahibi bir mekanizma olmadığı için,
böyle bir şey yapamaz. Bu gerçek, "eğer birbirini takip
eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın
oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim
kesinlikle yıkılmış olacaktır" diyen
Darwin'in endişe ettiği gibi, evrim teorisini
en temelinden yıkmaktadır.
Doğal seleksiyon vasıtasıyla sadece bir canlı
türü içindeki sakat, zayıf ya da çevre
şartlarına uymayan bireyler ayıklanır. Yeni
canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni
organlar meydana getirilemez. Yani, doğal
seleksiyon yoluyla canlılar evrimleşemez. Darwin
de bu gerçeği "faydalı değişiklikler oluşmadığı
sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" diyerek
kabul etmiştir. Bu nedenle
neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına
"faydalı değişiklik sebebi" olarak mutasyonları
koymak zorunda kalmıştır. Oysa mutasyonlar, sadece ve
sadece "zararlı değişiklik sebebi"dirler.
Mutasyonlar
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde
bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA
molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler
sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer
değiştirmelerdir. Mutasyonlar DNA'yı oluşturan
nükleotidleri tahrip eder ya da yerlerini değiştirirler.
Çoğu zaman da hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda
birtakım hasar ve değişikliklere sebep olurlar.
Dolayısıyla evrimcilerin arkasına sığındıkları
mutasyon, hiç de sanıldığı gibi canlıları
daha gelişmişe ve mükemmele götüren tılsımlı
bir değnek değildir. Mutasyonların net etkisi
zararlıdır. Mutasyonların sebep olacağı değişiklikler
ancak Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil'deki insanların
uğradığı türden değişiklikler olabilir: Yani ölüler,
sakatlar ve hastalar...
Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir
düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan
herhangi rastgele bir etki organizmaya ancak
zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G.
Ranganathan bunu şöyle açıklar:
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Mutasyon sonucunda DNA'ya
yeni bilgi eklenmez: Genetik bilgiyi oluşturan
parçalar yerlerinden kopup sökülür, tahrip
olur ya da DNA'nın farklı yerlerine
taşınır. Ama mutasyonlar hiçbir şekilde
canlıya yeni bir organ ya da yeni bir
özellik kazandırmazlar. Ancak bacağın sırttan,
kulağın karından çıkması gibi anormalliklere sebep
olurlar.
Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok
ender olarak meydana gelirler ve en iyi
ihtimalle etkisizdirler. Bu dört özellik,
mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana
getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede
özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek
rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da
zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele
bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona
büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi
ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir
şehri geliştirmez, ona yıkım getirir.
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı mutasyon
örneği gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların
zararlı olduğu görüldü. İkinci Dünya
Savaşı'nın ardından nükleer silahların
sonucunda oluşan mutasyonları incelemek için kurulan
Atomik Radyasyonun Genetik Etkileri Komitesi'nin (Committee
on Genetic Effects of Atomic Radiation)
hazırladığı rapor hakkında evrimci bilim
adamı Warren Weaver şöyle diyordu:
Çoğu kimse, bilinen tüm mutasyon örneklerinin
zararlı olduğu sonucu karşısında
şaşıracaktır, çünkü mutasyonlar evrim
sürecinin gerekli bir parçasıdır. Nasıl olur da
iyi bir etki-yani bir canlının daha gelişmiş canlı formlarına
evrimleşmesi-pratikte hepsi zararlı
olan mutasyonların sonucu olabilir?
MUTASYONLAR DAİMA
ZARARLIDIR
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Solda normal
bir meyve sineği (drosophila) ortada ise
radyasyondan kaynaklanan bir mutasyon
sonucu bacakları kafasından çıkmış bir
meyve sineği.
Mutasyonların insan vücudunda meydana
getirdiği bazı zararlı etkiler.
Sağda Çernobil nükleer kazasından
etkilenmiş bir çocuk.
O zamandan bu yana yapılan bütün "faydalı
mutasyon oluşturma" çabaları da
başarısızlıkla sonuçlandı. Evrimciler, çok
hızlı ürediği ve mutasyona uğratılması kolay olduğu
için, meyve sinekleri üzerinde onyıllarca mutasyon denemeleri
yaptılar. Bu canlılar olabilecek her türlü
mutasyona milyonlarca kez uğratıldı. Ama tek
bir faydalı mutasyon gözlemlenmedi. Evrimci
genetikçi Gordon Taylor, bu konuda şunları
yazar:
Bu çok çarpıcı ama bu kadar da gözden kaçırılan
bir gerçektir: Altmış yıldır dünyanın dört
bir yanındaki genetikçiler evrimi kanıtlamak
için meyve sinekleri yetiştiriyorlar. Ama
hala bir türün, hatta tek bir enzimin bile
ortaya çıkışını gözlemlemiş değiller.
Bir başka araştırmacı olan Michael Pitman,
meyve sinekleri üzerindeki deneylerin
başarısızlığını şu şekilde ifade eder:
Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller
boyunca sayısız mutasyonlara maruz bıraktı.
Peki sonuçta insan yapımı bir evrim mi ortaya
çıktı? Maalesef hayır. Genetikçilerin
ürettikleri canavarlardan sadece pek azı beslendikleri
şişelerin dışında yaşamlarını sürdürebildiler. Pratikte
mutasyona uğratılmış olan tüm sinekler ya öldüler,
ya sakat ya da kısır oldular.
İnsan için de durum aynıdır. İnsanlar üzerinde
gözlemlenen tüm mutasyonlar zararlıdır. Tıp
kitaplarında "mutasyon örneği" olarak
anlatılan mongolizm, Down Sendromu, albinizm,
cücelik, orak hücre anemisi gibi zihinsel ya da bedensel
bozuklukların ya da kanser gibi hastalıkların her biri,
mutasyonların tahrip edici etkilerini ortaya
koymaktadır. Elbette ki insanları sakat
bırakan ya da hasta yapan bir süreç, "evrim
mekanizması" olamaz.
Mutasyonların neden evrimci iddiayı
destekleyemeyeceklerini üç ana maddede
özetlemek mümkündür:
Mutasyonlar her zaman zararlıdır: Mutasyonlar
rastgele meydana geldikleri için hemen hemen
her zaman mutasyon geçiren canlıya zarar
verirler. Mantık gereği, mükemmel ve kompleks
olan bir yapıya yapılacak herhangi bir bilinçsiz
müdahale, o yapıyı daha ileri götürmez aksine tahrip
eder. Nitekim hiçbir gözlemlenmiş "faydalı mutasyon"
yoktur.
Mutasyon sonucunda DNA'ya yeni bilgi eklenmez:
Mutasyon sonucunda genetik bilgiyi oluşturan
parçalar yerlerinden kopup sökülür, tahrip
olur ya da DNA'nın farklı yerlerine taşınır.
Ama mutasyonlar hiçbir şekilde canlıya yeni
bir organ ya da yeni bir özellik kazandırmazlar. Ancak
bacağın sırttan, kulağın karından çıkması gibi anormalliklere
sebep olurlar.
Mutasyonun bir sonraki nesile aktarılabilmesi
için, mutlaka üreme hücrelerinde meydana
gelmesi gerekir: Vücudun herhangi bir
hücresinde veya organında meydana gelen
değişim bir sonraki nesle aktarılmaz. Örneğin
bir insanın gözü, radyasyon ve benzeri etkilerle mutasyona
uğrayıp orijinal formundan farklılaşabilir, ama bu
kendisinden sonraki nesillere geçmeyecektir.
Canlıların evrim geçirmiş olmaları mümkün
değildir, çünkü doğada onları
evrimleştirebilecek bir mekanizma yoktur.
Nitekim fosil kayıtlarına baktığımızda da, bu
imkansız senaryonun zaten yaşanmadığını görürüz.
Fosiller Evrimi Reddediyor
Evrim teorisine göre bütün canlılar
birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var
olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine
dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya
çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüzmilyonlarca
senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe
ilerlemiştir.
Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci
içinde sayısız ara türlerin oluşmuş ve
yaşamış olmaları gerekir.
Ara-Geçiş Formları Çıkmazı
Bu iddiaya göre geçmişte, balık özelliklerini
hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı
sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı
balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış
olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir
yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar
ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde
oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu
canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte
yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali
yaratıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.
Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte
yaşamışlarsa bunların sayılarının ve
çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca
olması gerekir. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına
mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü
bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz
hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın
dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu
kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Darwin,
Türlerin Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine
bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka
yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış
olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları
arasında bulunabilir.
Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara
formların fosillerinin bir türlü
bulunamadığının farkındaydı. Bunun teorisi
için büyük bir açmaz oluşturduğunu da görüyordu. Bu
yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Sorunları"
(Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş
gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara
geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa
bir karmaşa halinde değil de, tam olarak
tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu
olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok
katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her
jeolojik yapı ve her tabaka böyle
bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi
derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır
ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en
büyük itiraz olacaktır.
Darwin'in bu büyük açmaz karşısında öne sürdüğü
tek açıklama ise, o dönemdeki fosil
kayıtlarının yetersiz olduğuydu. Darwin,
fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde,
kayıp ara formların mutlaka bulunacağını iddia etmişti.
Evrimciler Darwin'in bu kehanetine inanarak,
19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört
bir yanında hummalı fosil araştırmaları
yaparak bu ara geçiş formlarını aradılar.
Oysa, büyük bir hırsla aranan bu ara geçiş
formlarına asla rastlanamadı. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda
elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin
beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde
birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde
ortaya çıktıklarını gösterdi. Evrimciler,
teorilerini kanıtlamaya çalışırlarken, onu kendi elleriyle
çökertmişlerdi.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek
W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu
gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı
olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar
seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı
gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil,
aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.
Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki şu
yorumu yapar:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük
bir engel, her zaman için fosil kayıtları
olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için
Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini
ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar
ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum,
türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı
argümana destek sağlamıştır.
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] YAŞAYAN
FOSİLLER
Günümüzdeki
örneklerinden hiçbir farkı olmayan
milyonlarca yıllık fosillerden
birkaçı. Bu canlı kalıntıları,
canlıların evrim sonucu değil, kusursuz bir
yaratılış sonucunda ortaya çıktıklarının ve
asla bir evrim geçirmediklerinin açık birer
delilidir. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Milyonlarca
yıllık yaban arısı fosili ile
günümüzdeki yaban arılarının
hiçbir farkı bulunmamaktadır. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Günümüz
yusufçuğu ile 135 milyon yıllık
fosili birbirinin aynısıdır. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Yanda
görülmekte olan brittle star fosilinin
yaşı 400 milyon yıldır ve üstte
görülmekte olan günümüz brittle
star ile aralarında hiçbir
değişiklik yoktur. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Yukarıda
hiçbir değişikliğe uğramamış bir
kaplumbağa ve 50 milyon yıllık
bir kaplumbağa fosili görülmektedir. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] 195
milyon yıllık karides fosili ile
günümüz karidesleri arasında
hiçbir farklılık
bulunmamaktadır. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] 100
milyon yıllık karınca fosili ile
günümüzde yaşayan bir karınca
karşılaştırıldığında karıncaların
da evrim geçirmedikleri açıkça
görülmektedir. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Fosil kayıtlarındaki
bu boşluklar, yeterince fosil bulunamadığı ve
bir gün aranan fosillerin ele geçeceği gibi
bir avuntuyla da açıklanamaz. Amerikalı paleontolog
R. Wesson da, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection
adlı kitabında "fosil kayıtlarındaki boşlukların
gerçek ve olgusal" olduklarını şöyle
açıklamaktadır:
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] 40
milyon yıllık çekirgenin günümüzde yaşayan
çekirgelerden hiçbir farkı
yoktur. Yani hiçbir değişim
geçirmemiştir. 90-94
milyon yıllık gecko fosili de
canlıların hiçbir evrim
geçirmediklerinin delillerinden
biridir.
90-94
milyon yıllık kurbağafosilinden de
anlaşıldığı gibi 90 yıl önce
kurbağalar nasıllarsa günümüzde
de aynı şekildedirler. Denizlerin
en tehlikeli canlılarından biri
olan köpekbalığı ve 400 milyon
yıllık fosili bize köpekbalıklarının
hiçbir evrim süreci geçirmediğini açıkça
göstermektedir. [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Ne var ki, fosil
kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi
bir (evrimsel) soyoluşumunu gösterecek
kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır.
Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri
boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler
hiç bir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim
göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir
diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise
çoğunlukla anidir.
Canlılık Yeryüzünde Birdenbire
ve Kompleks Formlarda Belirmiştir
Yeryüzü tabakaları ve fosil kayıtları
incelendiğinde, yeryüzündeki canlı hayatının
birdenbire ortaya çıktığı görülür. Kompleks
canlı yaratıkların fosillerine rastlanılan en
derin yeryüzü tabakası, 520-530 milyon yıl yaşında
olduğu hesaplanan "Kambriyen" tabakadır.
Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller,
salyangozlar, trilobitler, süngerler,
solucanlar, denizanaları, deniz yıldızları,
yüzücü kabuklular, deniz zambakları gibi
kompleks omurgasız türlerine aittir. İlginç olan, birbirinden
çok farklı olan bu türlerin hepsinin bir anda ve hiçbir
ataları olmaksızın ortaya çıkmalarıdır. Bu
yüzden jeolojik literatürde bu mucizevi olay,
"Kambriyen Patlaması" olarak anılır.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Kambriyen kayalıklarında bulunan
fosiller, salyangozlar, trilobitler,
süngerler, solucanlar, denizanaları,
deniz yıldızları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları
gibi kompleks omurgasız türlerine aittir. İlginç
olan, birbirinden çok farklı olan bu türlerin
hepsinin bir anda ve hiçbir ataları
olmaksızın ortaya çıkmalarıdır. Bu
yüzden jeolojik literatürde bu mucizevi
olay, "Kambriyen Patlaması" olarak
anılır.
Bu tabakadaki canlıların çoğunda,
günümüz örneklerinden hiçbir farkı olmayan,
göz, solungaç, kan dolaşımı gibi kompleks
sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur.
Örneğin trilobitlerin çift mercekli petek göz yapısı,
bir yaratılış harikasıdır. Harvard, Rochester ve Chicago
Üniversiteleri'nden jeoloji profesörü David Raup;
"Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi
eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir
optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek
bir tasarıma sahipti" demektedir.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] EVRİMİ ÇARESİZ BIRAKAN YARATILIŞ
MUCİZESİ:
Kambriyen Devir'de bir anda ortaya
çıkan trilobitler, son derece kompleks
bir göz yapısına sahiptirler. Petek
şeklindeki yüzlerce parçaya ve çift mercek
sistemine sahip olan bu göz, jeoloji profesörü
David Raup'un ifadesiyle "ancak günümüzün
iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir
optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek
bir tasarıma sahiptir".
Bu göz, 530 milyon yıl önce, bir anda,
kusursuz biçimde var olmuştur. Elbette
böyle bir yapıpın bir anda ortaya
çıkması evrimle açıklanamaz ve yaratılışın
varlığını ispatlar.
Dahası, trilobitlerdeki bu petek göz
sistemi, bugüne kadar da hiç değişmeden
gelmiştir; arı ya da yusufçuk gibi günümüzdeki
bazı böcekler de aynı göz yapısına sahiptirler.*
Bu durum, evrim teorisinin canlıların ilkelden
karmaşığa doğru geliştiği yönündeki iddiasını
da açıkça geçersiz kılmaktadır.
(*) R. L. Gregory, Eye and
Brain: The Physiology of Seeing,
Oxford University Press, 1995, s. 31.
Bu kompleks omurgasızlar, kendilerinden önce yeryüzündeki
yegane canlılar olan tek hücreli organizmalarla aralarında
hiçbir bağlantı ya da geçiş formu bulunmadan
birdenbire ve eksiksiz bir biçimde ortaya
çıkmışlardır.
Evrim literatürünün popüler yayınlarından Earth
Sciences dergisinin editörü Richard
Monestarsky, evrimcileri şaşırtan bu
Kambriyen Patlaması hakkında şu bilgileri
vermektedir:
Bugün görmekte olduğumuz oldukça kompleks
hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır.
Bu an, Kambriyen Devrin tam başına rastlar ki
denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks
yaratıklarla dolması bu evrimsel patlamayla başlamıştır.
Günümüzde dünyanın her yanına yayılmış olan omurgasız
takımları erken Kambriyen Devir'de zaten vardırlar
ve yine bugün olduğu gibi birbirlerinden çok
farklıdırlar.
Kambriyen patlaması incelendikçe, bunun evrim
teorisi için ne kadar büyük bir çıkmaz olduğu
daha açık ortaya çıkmaktadır. Son yılların
bulguları, en temel hayvan sınıflamaları olan
filumların neredeyse tamamının Kambriyen
devirde aniden ortaya çıktığını göstermektedir. Science
dergisinde yayınlanan 2001 yılına ait bir makalede,
"yaklaşık 545 milyon yıl önce yaşanan Kambriyen
Devrinin başlangıcı, bugün hala canlı dünyaya
hakim olan neredeyse tüm hayvan tiplerinin
(filumların) fosil kayıtlarında aniden ortaya
çıkışına sahne oldu" denmektedir. Aynı
makalede, böylesine kompleks ve birbirinden tamamen
farklı canlı gruplarının evrim teorisine göre açıklanabilmesi
için, önceki devirlere ait çok zengin ve aşamalı
bir gelişimi gösteren fosil yatakları
bulunması gerektiği, ama bunun söz konusu
olmadığı şöyle açıklanmaktadır:
Bu farklılaşmalı evrim ve yayılış da,
kendisinden daha önce yaşamış olması gereken
bir grubun varlığını gerektirir, ama buna
dair bir fosil kanıtı yoktur.
Dünyanın nasıl olup da böyle birdenbire
birbirlerinden çok farklı canlı
sınıflamalarıyla dolup taştığı, hiçbir ortak
ataya sahip olmayan apayrı yapılardaki canlıların
nasıl ortaya çıktığı, evrimcilerin asla cevaplayamadıkları
bir sorudur. Evrimci düşüncenin dünya çapındaki en
önde gelen savunucularından İngiliz biyolog
Richard Dawkins, savunduğu tezleri temelinden
geçersiz kılan bu gerçek hakkında şunları
söylemektedir:
... Kambriyen katmanları, başlıca omurgasız
gruplarını bulduğumuz en eski katmanlardır.
Bunlar, ilk olarak ortaya çıktıkları
halleriyle, oldukça evrimleşmiş bir
şekildeler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan,
o halde, orada meydana gelmiş gibiler. Tabii ki, bu
ani ortaya çıkış, yaratılışçıları oldukça memnun
etmektedir.
Dawkins'in de kabul ettiği gibi, Kambriyen
patlaması yaratılışın açık bir delilidir.
Çünkü canlıların hiçbir evrimsel ataları
olmadan aniden ortaya çıkmalarının tek
açıklaması yaratılıştır. Evrimci biyolog Douglas
Futuyma da, "canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel
ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da
kendilerinden önce var olan bazı canlı
türlerinden evrimleşerek meydana
gelmişlerdir. Eğer eksiksiz ve mükemmel bir
biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde üstün bir
akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir" diyerek
bu gerçeği kabul eder. Nitekim
Darwin de, "eğer aynı sınıfa ait çok sayıdaki
tür gerçekten yaşama bir anda ve birlikte başlamışsa,
bu doğal seleksiyonla ortak atadan evrimleşme teorisine
öldürücü bir darbe olurdu" diye yazmıştır.Kambriyen
Devri ise, tam olarak Darwin'in "öldürücü
darbe" olarak tarif ettiği tabloyu ispatlamaktadır.
Bu yüzden İsveçli evrimci Stefan Bengston, Kambriyen
Devri'nden söz ederken ara formların yokluğunu itiraf
etmekte ve "Darwin'i şaşırtan
ve utandıran bu olay bizi de hala şaşırtmaktadır" demektedir.
Görüldüğü gibi fosil kayıtları, canlıların,
evrimin iddia ettiği gibi ilkelden gelişmişe
doğru bir süreç izlediklerini değil, bir anda
ve en mükemmel halde ortaya çıktıklarını
göstermektedir. Kısacası canlılar evrimle
oluşmamış, yaratılmışlardır.
Moleküler Karşılaştırmalar, Evrimin
Kambriyen Çıkmazını Büyütüyor
Evrim teorisini Kambriyen patlaması konusunda
giderek daha fazla açmaza sokan bir diğer
gerçek, farklı canlı kategorileri arasında
yapılan genetik karşılaştırmalardır. Bu
karşılaştırmaların sonuçları, evrimci biyologların
yakın zamana kadar "yakın akraba" saydıkları hayvan
kategorilerinin genetik olarak çok farklı olduklarını
ortaya koymakta, böylece zaten sadece teoride var
olan "ara form" varsayımlarını iyice umutsuz
hale getirmektedir. Proceedings of the
National Academy of Sciences dergisinde 6
ayrı bilim adamının imzasıyla yayınlanan 2000 tarihli
bir makalede, DNA analizlerinin, "eskiden ara form sayılan"
kategorileri bu durumdan çıkardığı şöyle
açıklanmaktadır:
DNA sekans analizleri, filogenetik ağaçlar için
yeni yorumlar gerektirmektedir. Metazoa (çok
hücreli canlılar) ağacının tabanında yer
alan ve daha önceden birbirini izleyen
komplekslik derecelerini temsil ettikleri düşünülen
canlı sınıflamaları yer değiştirmekte ve ağacın çok
daha üst kısımlarına taşınmaktadır. Bu, geriye hiç bir
evrimsel "ara form" bırakmamaktadır ve bizi
Bilateria (simetrik vücuda sahip canlılar)nın
kompleksliğinin kökeni hakkında yeniden
düşünmeye zorlamaktadır.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] İLGİNÇ DİKENLER:
Kambriyen devrinde bir anda ortaya çıkan canlılardan
biri, sol üstteki Hallucigenia'dır. Bu ve diğer
pek çok Kambriyen canlısının fosilinde,
saldırılara karşı korunma sağlayan
dikenler ya da sert kabuklar yer alır.
Evrimcilerin açıklayamadıkları bir konu
da, ortada hiçbir "avcı" canlının bulunmadığı
bu devirde bu hayvanların nasıl bu kadar iyi bir
korunmaya sahip olduklarıdır. Ortada avcı hayvanların
bulunmayışı, bu konuyu "doğal
seleksiyon"la açıklamayı imkansız
kılmaktadır.
Yine aynı makalede, evrimci yazarlar,
daha önceden süngerler, cnidarianlar,
ctenophorlar gibi omurgasız deniz canlıları
grupları arasında "ara form" saydıkları bazı
kategorilerin, yeni genetik bulgular nedeniyle
artık böyle sayılamayacaklarını belirtmekte ve bu gibi
evrim ağaçları kurgulama konusunda artık "ümitlerini
yitirdiklerini" şöyle ifade etmektedirler:
Yeni moleküler temelli filogeninin bazı önemli
sonuçları vardır. Bunların en önemlisi,
süngerler, cnidarianlar, ctenophorlar
arasındaki "ara form" sınıflamaların ve
bilateryen canlıların son ortak atasının yani "urbilateria"nın
ortadan kalkmasıdır... Bunun doğal sonucu olarak,
urbilateria'ya giden soy ağacında çok büyük
bir boşluğumuz var... Kademeli bir biçimde
giderek artan bir komplekslik senaryosu
yoluyla, "boşluktaki atayı" yeniden inşa etme yönündeki
umudumuzu-ki bu eski evrimsel mantık yürütmede çok
yaygındır-kaybetmiş bulunuyoruz.