Kar… Neler geçirdi aklından? Bu kimsesiz, ıssız ve yalnız dağ köyünde ihtiyar, çocukları için getirdiği çam ağacını sürüklerken yalnızca yalnızlığını düşünüyordu. Gençken ailesi içinde mutlu idi fakat yaşı ilerledikçe çevresindeki insanlar azalmış yalnızca iki oğlundan miras iki erkek torun yadigar kalmıştı. Torunlar sevimliydiler hem de yaşça biraz ilerlemişlerdi fakat henüz kendi kendilerine bakacak bir konuma ulaşmamışlardı. Bu küçücük, ıssız, kimsesiz köyde ihtiyar artık kimseyle görüşmüyor, yalnızca kendi geçmişiyle ve günlük hayatla uğraşıyordu. Artık onun için ne evlenecek yeni bir eş, ne okunacak bir üniversite yada ne de yeniden kurulacak bir hayat vardı. İhtiyar ölümü görüyordu artık, sonunu görüyordu. Ve ölüm ona hep karanlık bir geçit gibi geliyordu ardında ne olduğu bilinmeyen. İhtiyar bir an gökyüzüne baktı. Gecenin siyahımsı lacivertiyle birleşen kar taneleri karanlığa meydan okuyarak düşüyor ve yeryüzünü beyaza boyuyorlardı. Adeta karanlığa meydan okuyorlardı kar taneleri, savaş açmışlardı. Sanki hep birden “hepimiz bir araya gelip dünyayı bembeyaz yapacağız” diyorlardı. Ne olurdu dünyadaki insanlarda da birazcık bu kadar ümit ve isyan olsaydı. Evrende esas olan şey beyazdı, temizlikti, kardı. Karanlıklar bunlar ortadan kalktığı zaman kendini gösterebiliyordu. Üniversite okuduğu yılları düşündü. “Ah ne kahraman, ne cesur çocuklardık, keşke her birimiz birer kar tanesi olabilseydik ya da dünyanın bozuk düzenine boyun eğmeseydik” diye düşündü. Çünkü kar eğer yağmazsa erirdi, isyankarlar savaşı bırakırlarsa boyun eğerlerdi. Ve geriye bir avuç toprak kalırdı. Kara toprak… Yalnızca ölüleri kabul eden toprak. Oysaki savaş çoktan kaybedilmişti onların kuşağı için. Ne milliyetçilik marşlarında söylenen ulusal ruh kabul edilmiş, ne Beatles çocukları özgür kalabilmiş ne de komunistler eşit yaşam koşulları sunabilmişlerdi. Şimdi ümit gençlerdeydi. Şimdinin gençleri akıllıydı, onlar okumalıydı. Parçalanmış kitlesel hareketlerin esiri olmadan, kendi fikirlerince, kendi nefeslerince… Gökten yere düşen her kar tanesi rüzgarın raksıyla her biri ayrı bir yörüngeyle yeryüzüne iniyordu. Demek ki gençler de kendi yolunu çizmeliydi, kar gibi üstünü örtmeliydi kara toprağın. Ve eğer uğruna ölünecek bir şey varsa o da yere düşünce eriyen kar tanesi gibi ilahi bir şey uğruna ölmeliydi. Vatan gibi, bayrak gibi, aşk gibi, şehadet gibi… İhtiyar köyün karlı damlarına ve çerçevelerine baktı. Gecenin karanlığında insanlar fark etmedikleri halde evlerinden ışık sızıyor ve hem yeryüzündeki beyaz örtüyle ışık buluşuyor hem de rüzgarla birlikte dans eden kar taneleri bütün hünerlerini gösteriyorlardı. İhtiyar bir şey fark etti. İnsanlar fark etmeseler de evlerinden dışarı ışık sızıyordu. İnsan olmanın ışığı, “ben insanım, iyi de olsam kötü de olsam bende ümit var”ın ışığı. İnsanın olduğu yerde ışık vardı. Yaşlı adam okuduğu kitapları düşündü. Hiç fark etmemesine rağmen okuduğu toplam yirmi dokuz harften oluşan kelimeler kombinasyonu aynen kar taneleri gibi ona heyecanlar vermişti, ufkunu açmıştı, ümitler vermişti. Harfler renkleri siyah olmasına rağmen aslında aynı kar taneleri gibi renkleri beyazdı, hem de bembeyazdı. Işık, beyaz, kar ve harfler hatta gençler ne kadar çok şey değiştirmişti ihtiyar adamın hayatında. İhtiyar yıldızları düşündü acaba onlar da gün gelecek ve kar taneleri gibi düşecek miydi? Issız, yalnız ve unutulmuş köyde ihtiyar bir anda yaşamı sona ererken ne uğruna öleceğini fark etti. Ne için yaşamıştı ve ne için yaşayacaktı. Kar taneleri için, kar tanelerinin hep yağması için ve ümidin hiç kaybolmaması için, gelecek için ve her yere düşen kar tanesinin ardından bir başkasının gelmesi için…