hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Her İnsanın Ölümü, Kendi Kıyametidir(!)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Her İnsanın Ölümü, Kendi Kıyametidir(!) 2duy3hj

Her İnsanın Ölümü, Kendi Kıyametidir(!) Empty
MesajKonu: Her İnsanın Ölümü, Kendi Kıyametidir(!)   Her İnsanın Ölümü, Kendi Kıyametidir(!) EmptyC.tesi Tem. 03, 2010 12:07 pm

Her İnsanın Ölümü, Kendi Kıyametidir...


Hoşlanır
insanın nefsi, kendinden uzak işlerle ilgilenmekten, hem de ne
hoşlanır… Yeter ki içine dönmesin, bir lâhza kendine çevrilmesin
bakışlar. Dışarılarda bir yerde dolaşıp dursun nazarlar, yeter.



Ezberinde
nice bilgiler vardır insanın, son nefeste asla işe yaramayacak olan.
Kütüphanelerimiz nice kitapla doludur, okunmayacak olan. Dolaplarımız da
öyle, ağzına kadar yiyecek ve giyecekle dolu. Artık her yer, her ev
böyle. Tıka basa eşyayla dolu her ev. Bir gün; ‘Seç
hadi hayatın için gerekli ve olmazsa olmaz olan şeyleri şunların
arasından’
deseler, kucaklayıp götüreceğimiz ne kadar az şey
var dünyada. O zaman görürsünüz, o zaman anlarsınız.



Hastaneye
bir sedye içerisinde getirilen insanların hâliyle, tahta bir tabut
içinde ahirete gönderdiklerimizin hâli çok benziyor birbirine. Hiçbirisi
yanında bir şey götüremiyor. Kefen mi dediniz? O da mezardan öteye
geçemiyor. Vefat edene ihtiram ve yakınlarının gözüne bir sürme sadece.
Geldiğimiz gibi gidiyoruz, çırılçıplak. Tek hayırlı yanımız,
sevaplarımız ve hayırlarımız.


Hayat
çıplak. Hakikat de çıplak.


Aslında
her şey yalın ve gerçek. Sonradan katbekat örtüler geliyor üst üste.
Ağır katmanlar oluşuyor lâtif mailerin üstünde. Donmuş gibi gözüküyor,
buzlu yüzeyin üstü. Ama sessiz sedasız alttan akıp gidiyor sular.
Hayatın gafletle kapanan yüzeyi de böyle. Geçmiyor zannediyoruz, oysa
öyle hızlı akıp gidiyor ki, ne olup ne bittiği buzun üstü kırılmadan,
çatlamadan anlaşılmıyor.


Bir
çiçek inliyor bahçede. Çalıların arasına sıkışmış bir çiçek. Bir kelebek
bekliyor üzerine konsun diye. Duâsı kabul buluyor. Üç beş günlük ömrü
boyunca o çiçek, hep o kelebeği bekleyecek ve bekliyor; arıları da
bekliyor, böcekleri de. İhtiyacı olanın alması gereken ne ise,
kendisinden onu bekliyor.


Bir
kalp, darmadağınık fikirler ortasında, o da bekliyor arısını,
kelebeğini. Kendisinden hayatın özünü, usaresini sağacak olan muhatabını
bekliyor ve titriyor korkuyla.‘Ya aniden, işe
yaramadan biterse hayatım?’
diye. Boş yere gitmek de var…
Çiçek olup rengârenk açmak, yaşamak varken, ot çöp olup kuruyup gitmek
niye? Düşünüyor insan da o çiçek gibi. Lüzumsuz işlerin içinde boğulup
gitmek de var… Dikkat etmeli insan. Akan sular akmayabilir, yanan
lambalar yanmayabilir, telefonun şarjı bitebilir. Her şey bitebilir bir
anda. Hayat da… Hiçbir şeyin garantisi yok hayatta. Hayatla da ölümle
de oyun olmaz. Evet, dikkat etmeli hayata. Kırılabilir, her an
solabilir, sönebilir. Hiç beklenmedik bir anda verilen geri alınabilir…



Düşünüyor
insan. Kalbi kendine getiriyor, öleceği günü ve ölümünü düşünmek. Her
kim kalpten, o en derin yerinden ölümü düşünse, hayatın bütün taşları
yerine oturur birden; ne eksik, ne fazla, her şey yerini bulur.



Sahabeden
biri, ev inşâ etmektedir. Hz. Peygamber (sallAllahu Alehi vesellem)
de oradan geçer ve der ki: “Dikkat edin,
ölüm size yapmakta olduğunuz bu evden daha yakındır.”

Yani siz bu evi bitirmeden, ölüm sizin dünyadaki görevinizi
bitirebilir.


Sahabe
mesajı almıştır çünkü duygular açıktır.


Ne demek
istiyor Hz. Peygamberimiz (sallAllahu Aleyhi vesellem)? İşinizi terk edin, istirahate çekilin, bırakın”
demiyor elbette. Ancak “Hayatın en âcil
ihtiyacını karşılarken bile, sakın ama sakın ölümü unutmayın. Eliniz
işle meşgulken, zihniniz, fikriniz, hayaliniz ölümü düşünsün. İşinize
renk, hayatınıza ahenk gelsin.”


Her
halde mesaj buydu. Ve bütün duyguları açık olan sahabe efendilerimiz
derhal ama derhal verilen mesajı alıyorlardı. Biz de bu hatırayı
duyduğumuzda mesajı alabiliyorsak ve şöyle bir an için olsun durulup,
üstümüzden başımızdan dünyanın tozlarını silkebiliyorsak o mesaj bize de
ulaşmış, yerini bulmuş demektir.


Ne kadar
zorlu bir görevdir insanları hiç bilmedikleri tehlikelere karşı
uyarmak. Şuradan bir düşman gelecek; şurada bir ateş var; şurada bir
uçurum… Şurada şurada şurada sizi bekleyen çok önemli tehlikeler var
diye uyarmak ve onların gözünü açıp uyandırmak ne kadar güç bir iştir.
Kolay bir görev değildir bu. Hele de anlamak ve duymak istemeyenleri
uyarmak ve uyandırmak daha da güçtür. En tehlikelisi ise ölüme, kabre ve
kıyamete karşı duyguları keskinleştirmek ve onları bir bir açıp
uyandırmak, kolay değildir.


Hoşlanır
insan kendisiyle ilgili işleri düşünmekten uzak yaşamaya. Otuzuna
kırkına geldiyse, bir kırk senesi daha var zanneder. Alın size çarşaf
çarşaf hayat bulmacası. Doldurun bakalım sağdan soldan kareleri.
Yazdığınız bütün kareler, yazdığınız bütün cümleler nereye çıkacak?
Ölüme ve kıyamete. Başka nereye çıkabilir ki? Ne yazarsanız yazın, hangi
yerden başlarsanız başlayın, hayat yolu sonunda ya kabre, ya da
kıyamete çıkar. Oraya gelir dayanır. Hayat yolu kısadır.



On sene
ya da bir sene ömrü kalmış bir insana ne derseniz deyin, o gün gelip
çatmadan ahiret kapısı iyiden iyiye aralanmadan, son nefesini yaşamadan,
o anın içine girmeden, gerçekten ama gerçekten duygularının uyanması,
hazırola geçmesi çok zor.


Acayip
bir hâl işte…


İnsan
kendini tanımaktan ve anlamaktan bu kadar uzak işte…



Sorular
gemisi her yanımız. Küçük bir havuzda değil, kocaman bir okyanustayız.
Güvenli bölge göremediğimiz bir yerde ama çok uzakta değil.
Sığınmamakta direnmek ve sonunda fecî bir akibete uğramak elimizde.
Güvenli bir ada varken sahte ışıkların el edip göz edip çağırdığı
tehlikeli sahillere sürüklenmek niye? Bir ömür direniyoruz, bahanemiz
de hazır. Bahanemiz de neymiş: Ölüme daha hazır değilmişiz! Bakın hele…
Peki, kıyamete hazır mıyız? Kıyamet de kâinatın ölümü. “Ne gezer, o da bizden çok uzakta seyreder.”



Haydi,
ibret almak için bir filme gidelim, meselâ “2012”yi seyredelim. Nefsimiz
bundan ne gibi bir ders çıkaracak? O an, ertesi gün ya da birkaç gün
sonrası. Evet, dünyanın harap oluşunu, taş taş üstünde kalmayışını,
ayların, güneşlerin ve yıldızların eriyişini, yerin her şeyi yutuşunu,
arzın dümdüz edilişini, dağların hallaç pamuğu gibi atılışını seyrettik
diyelim; ne kadar sürer üzerimizdeki etkisi sizce? En fazla bir ya da
birkaç gün…


Evet,
sürekli aydınlık ve uyanık kalmanın, duyguları zinde tutmanın insana
inanılmaz bir genişlik ve derinlik sağladığı yanlış değildir. Bunu da
yaşamak her zaman mümkün değil. Sıkışıp katılaşan hayat, akışkan hayata
göre çok daha zor. Böyledir işte. İnsan öleceğini bile bile yaşar.
Ölümünden çok, kıyametten korkar.


Oysa her insanın ölümü kendi kıyametidir.


Kıyametin
dehşetinden korkan, ölümden çekinen bir insana hayat güzel şeyler
söyler. Ona yarın için ne hazırladığını sorar, uyandırır. Geçici de
olsa, böyle bir faydası var işte ibret alınması gereken işlerin, bazen
de filmlerin.


Kur’ân’daki
kıyamet sahnelerinin böyle anlarda bir daha açılıp, tekrar tekrar
okunması gerekir. Bunlar, er ya da geç yaşayacağımız, göreceğimiz
sahnelerdir. O gün inananlar hayretle, inanmayanlar ise dehşetle
seyredecekler.


Rabbim! Ölümün kötü hâllerinden ve hayatın içine
devekuşu gibi başımızı sokup o büyük günü unutmaktan, duygularımızın
diriliğini kaybetmekten, son nefeste Kelime-i Şahadeti söyleyememekten
ve kabir azabından bizleri muhafaza eyle!..

Her gün yeni bir fırsattır,
hayatın kalan günlerini mayalamak için, eksiğini ya da gediğini
onarmak, yamamak için bir fırsattır.


Rabbimiz imanı bir imkân olarak sunduğuna göre ve her
günü bizim için özel yarattığına göre kaçırmayalım bu fırsatı.

Uyanışın baharını biz de duyalım. Çalıların içersindeki bir çiçek
gibi, bir kelebeğin gelişini biz de bekleyelim. Her şey görevini
eksiksiz yerine getirmeye çalışırken biz neden geri kalalım? Onca
keşmekeş içinde kalbi bir çiçek gibi yine de diri tutmaya var mısınız?
Bir çiçek, diri, dipdiri bir çiçek, ancak bir kelebeği, bir arıyı
kendine çeker. Bir bahçede yeniden bir dirilişi ve baharı bazen bir
çiçek başlatır. Bir çiçek bunu yapabilir Allah nasip ederse. O zaman
topyekûn bir uyanış, bir diriliş, bazen bir çiçekle başlayabilir.
Allah’ın rahmetinden ve kudretinden hiçbir şey uzak değildir. O isterse
ve dilerse her şey olabilir. Bir çiçek bir baharı başlatabilir. İşte
her gün böyle bir çiçektir.


Kalbimizdeki
güzellikleri uyandırmaya gelir. Nice kelebekler, nice arılar gelir.
Nice güzellikler… Açın, görün, yaşayın baharınızı. Bu fırsat belki de
bir daha hiç olmayacaktır. Şükredelim
Rabbimize, salât-u selâm olsun Sevgili Peygamberimize (sallAllahu
Aleyhi vesellem). Bu dünyayı Kur’ân’la güzelleştiren, o tertemiz
hayatıyla bir çiçek gibi yeryüzünde açan, Asr-ı Saadetin baharını
başlatan, o ölümsüz baharı yaşatan ve etrafında nice çiçekler açtıran
sahabelere, o güzel insanlara da selâm olsun…



Gerçeklerle
yüzleşmek yürek ister. Kaça kaça yorulduk artık. Sonu yok böyle bir
hayatın. Gerçeklerden kaçmanın hiçbir faydası yok. Bel bağladığımız
sahte sevgilerden ve sevgililerden ne vefa, ne de umut yok. Uma uma,
döndük muma. Fânîlerden bir hayır umma. Kendine hayrı olmayanın bize ne
faydası olacak ki? Çevirelim yüzümüzü şu yüzde yüzlük fânîlerden. Eller
ve ayaklar bağlanıp götürülmeden önce, Allah’ın dâvetine icabet edip,
adam gibi, insan gibi, mü’min gibi bir yolculuğa çıkmak varken, hayatı
zorlaştırmak ve bir ömür Allah’tan uzak ve kaçak yaşamak niye? Soralım
nefsimize, sıkıştıralım bir köşeye. Vaktidir uyarmanın ve uyanmanın.
Çünkü hiç kimseye faydası yok son nefeste gözleri açık gitmenin. Ölünce
değil, ölmeden önce hayat gözünü açmak gerekir. Öldükten sonra gözler
açık da gitse, kapayan bir el bulunur onları. Bitmiştir artık dünyada
görevimiz. Ruhumuz gitmiş, işimiz bitmiştir artık. Dünyayı seyreden
pencerelerimiz kapanmıştır artık. Yeni bir kabir hayatıyla beraber
hesabımız da başlamıştır artık.


Evet, her insanın ölümü kendi kıyametidir.


Büyük
kıyamet öncesi, ölüm dediğimiz küçük kıyamet akîbetidir her insanın. Ve
her insan, şu sorunun muhatabıdır: “Ne
hazırladık yarına? Ne götüreceğiz yanımızda?”
Soruyu sormak
kolay ama cevabı o kadar kolay değil. Olsun… Yine de biz soruyu bir
solalım. Rabbim cevabını bulmayı da kolaylaştırır bize İnşAllah.



Hayat, uyumak için değil, uyanmak içindir.


İşte
sizi, bizi, hepimizi uyandıracak, hayatımızı uyaracak kıyamet sahnesi:

“Şu
dünyanın sekerâtını, âyât-ı Kur’âniyenin işaret ettiği sûrette
tahayyül etmek istersen, bak: Şu kâinatın eczâları dakîk, ulvî bir
nizam ile birbirine bağlanmış; hafî, nâzik, latîf bir râbıta ile
tutunmuş ve o derece bir intizam içindedir ki, eğer ecrâm-ı ulviyeden
tek bir cirm, kün emrine veya ‘Mihverinden çık’ hitâbına mazhar olunca,
şu dünya sekerâta başlar. Yıldızlar çarpışacak, ecrâmlar dalgalanacak;
nihayetsiz fezâ-i âlemde, milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük
topların müthiş sadâları gibi vâveylâya başlar. Birbirine çarpışarak
kıvılcımlar saçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak, yeryüzü
düzlenecek. İşte, şu mevt ve sekerât ile, Kadîr-i Ezelî kâinatı
çalkalar, kâinatı tasfiye edip Cehennem ve Cehennemin maddeleri bir
tarafa, Cennet ve Cennetin mevadd-ı münâsibeleri başka tarafa çekilir;
âlem-i âhiret tezâhür eder.”
(Bediüzzaman, Sözler, s. 490)



Evet,
kıyamet öncesi kıyamet var; o da insanın kendi ölümüdür. Ama nedense
insan, üstüne vazife olmayan uzak, çok uzak şeylerle uğraşır. Ölümü
değil, kıyameti merak eder. Gerçi o da bir şeydir ya; ama aslolan kendi
kıyametidir, kendi ölümüdür.


Her insanın kıyameti, kendi ölümüyle kopar.


Ölüm, ölmeden uyanmaktır.


En kârlı ve en hayırlı ölüm, ölmeden önce
uyanmaktır.



Selim
Gündüzalp

ALINTIDIR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Her İnsanın Ölümü, Kendi Kıyametidir(!)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: İslam ve İnsan-
Buraya geçin: