hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 İstanbul'un Fethi'nin 557. yıldönümü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
İstanbul'un Fethi'nin 557. yıldönümü 2duy3hj

İstanbul'un Fethi'nin 557. yıldönümü Empty
MesajKonu: İstanbul'un Fethi'nin 557. yıldönümü   İstanbul'un Fethi'nin 557. yıldönümü EmptyC.tesi Mayıs 29, 2010 8:28 pm

*İstanbul'un
Fethi'nin 557. yıldönümü


[/b][Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Osmanlı sultanlarından İkinci Mehmed Hanın, 29 Mayıs 1453’te, Bizans
İmparatorluğunun başşehrini alması. Türk-İslâm mefkûresinde çok önemli
bir yer işgal eden İstanbul’un fethi, İslâmiyet'le birlikte ortaya
çıkan mukaddes bir ideal, bir kızıl elma, yani yüce bir gayedir. Bu
ulvî gaye uğruna önce Araplar, sonra da Türkler, İstanbul surları
önünde seve seve can verdiler ve şehadet mertebesine kavuştular.

İstanbul, 1453 tarihine kadar birçok defalar, çeşitli millet, devlet ve
topluluklar tarafından kuşatılıp, işgal edildi. Peygamber efendimizin;
“İstanbul muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne
güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerlerdir” hadîs-i şerîfi,
bütün İslâm hükümdar ve kumandanlarının bu şehri fethetmek arzu ve
gayretlerini harekete geçiriyordu. Müslümanlar, “Feth-i Mübîn”i
gerçekleştirmek için pek çok teşebbüste bulundular.

Onuncu yüzyılda, en son ve mütekâmil din olan İslâmiyet'i büyük
topluluklar hâlinde kabul eden Türkler, aynı şevk ve imanla,
İstanbul’un fethini ulvî bir gaye olarak benimsediler.
Danişmendnâme’deki gazâ menkıbeleri ve kahramanlık destanlarını
okuyarak maneviyatlarını yükselten Türkler, askerî ve siyasî harekâtlar
için hazırlanıyorlardı. On birinci yüzyıldan itibaren Anadolu’ya
yapılan Selçuklu akınlarının hedefi, İstanbul yolunu tutmaktı. 1071
Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya yerleşen Türkler, iki yıl sonra Marmara
Denizinden başka, Boğaziçi’nin Anadolu sahillerine kadar bütün yerlere
hakim olup, İstanbul’u tehdide başladılar. Bizanslılar, Papa dahil
bütün Hıristiyan devletlerden, Türk-İslâm fütuhatına karşı her türlü
yardım talebinde bulundular. On birinci yüzyılın sonlarında, Papalığın
öncülüğünde, Hıristiyanlığın mukaddes beldelerini Müslümanlardan
kurtarmak ve Türkleri Anadolu’dan atmak için yapılan Haçlı seferleri,
İstanbul’un fethini geciktirdi.

Osman Gazi (1281-1326) tarafından kurulan Osmanlı Devleti, hükümdar ve
askerleri, hadîs-i şerîflerle müjdelenen ulvî gayeyi gerçekleştirmek
şerefine mazhar olmak arzusuyla faaliyetlerde bulundular. Osman Gâzinin,
ölüm döşeğinde oğlu Orhan Gazi'ye; “İstanbul’u al gülzâr et” diyerek
vasiyette bulunması, İstanbul’un, gönlünde nasıl yer ettiğini göstermesi
bakımından pek mânidardır.

İstanbul fethinin “ilâhî bir vaad” olduğu inancını taşıyan Osmanlılar,
ısrarla bunun üzerinde durdular. 1391’de Sultan Yıldırım Bayezid Han
(1386-1402), şehri kuşattı. Abluka şeklinde devam eden bu kuşatma,
İstanbul’da bir Türk garnizonu, mahallesi, cami, mahkeme kurulması ve
kadı (hakim) bulundurulması ile her sene on bin altın haraç verilmesi
şartıyla kaldırıldı. Bu şartlardan bazılarının, Osmanlıların kuşatmayı
kaldırmasından sonra Bizanslılar tarafından yerine getirilmemesi
üzerine, İstanbul, 1395’te tekrar kuşatıldı. Haçlıların Niğbolu’ya
gelmesi sebebiyle bu kuşatma gevşetildi. Yıldırım Bayezid Han, 1396
Niğbolu Zaferi sonunda, Bizanslıların Haçlılardan yardım almasını
önlemek için Karadeniz sahilindeki Şile’yi zaptedip, Boğaziçi’nde
Anadolu (Güzelce) Hisarını yaptırdı. Şehrin teslimini isteyen Bayezid
Han, isteği kabul edilmeyince, kuşatmayı tekrar şiddetlendirdi. 1397’de
başlayan bu kuşatma neticesinde Bizanslılar, eski antlaşma şartlarını
yerine getirmeyi kabul ettiler. Yıldırım Bayezid Hanın son kuşatması,
1400’de başlayıp, Timur Han'ın (1370-1405) Osmanlı hududuna girmesiyle
son buldu.

1411’de Şehzade Musa Çelebi’nin şiddetli hücum ve top ateşleriyle
başlayan İstanbul kuşatması, Bizans entrikası neticesinde kaldırıldı.

1422 yılında Osmanlı Sultanı İkinci Murad Han (1421-1451) tarafından
dört ay kadar süren çok şiddetli taarruzların yapıldığı kuşatmada, her
türlü savaş taktiği ve zamanın teknik imkânları kullanıldı. Mihaloğlu
Mehmed Bey'in, 10.000 akıncı ile başlattığı kuşatmaya, İkinci Murad Han
büyük bir orduyla katıldı. Marmara’dan Haliç’e kadar bütün kara
surlarının kuşatıldığı bu seferde, Murad Han, Topkapı ile Edirnekapı
üzerinde taarruzlarını sıklaştırdı. Surlara yakın, kalın tahtalardan,
üzeri topraklarla örtülen siperler yapıldı. Surların yüksekliğinde
demir tekerlekli vasıtalarla hareket ettirilen ahşap yapılı yürüyen
kuleler ile surlara yaklaşıldı. Kuvvetli topçu atışları ve lağım
kazılmak suretiyle bütün imkânlar seferber edilerek kuşatma devam
ettirildi. İstanbul’un düşmesi, an meselesi hâline geldi. Bizanslılar,
kadını erkeği dahil bütün ahali ile şehri savundular. Meşhur Bizans
entrikası tatbik edilerek, Anadolu’da Osmanlı’ya karşı ittifak tesis
edilince, iki düşmanla uğraşmanın güçlüğünden, kuşatma kaldırıldı.

İstanbul’un son kuşatması Fatih Sultan Mehmed Han (1451-1481)
tarafından, 1453’te yapıldı.

Osmanlı Türklerinin, Trakya, Boğaz ve Kocaeli Yarımadasını alması ile
Bizans, İstanbul dahil birkaç şehirden ibaret kalmıştı. Toprak ve nüfus
azlığına rağmen, Avrupa Hıristiyanlarının hâmisi durumunda olan
Bizans, Papalığın da desteğini görüyordu. Bizans, kendisi için tehlike
kabul ettiği Osmanlı Devletinin zararına çalışmaktan bir an geri
durmuyordu. Anadolu Türk Beyleri, Bizans’ın entrikaları ile Osmanlı
Devletine taarruz ediyorlardı.

Çocukluğundan itibaren devrin en büyük âlimlerinin önünde diz çöküp
manevî bir terbiye alarak, millî kültür ve cihangirlik şuuru içinde
yetiştirilen Fatih, daha 1444-1446 seneleri arasında İstanbul’u
fethetmek ve böylece manevî müjdelere mazhar olmak idealiyle
sabırsızlanıyordu. Bu sebeple, henüz on dokuz yaşındayken 1451’de
ikinci defa saltanat tahtına oturur oturmaz, bu büyük idealini
gerçekleştirmeye çalıştı. Fetih öncesi Bizans’ın en önemli kuvvet ve
ikmal yolu olan deniz yolunu, Osmanlı kontrolü altına almak maksadıyla;
Anadolu Hisarının karşısına keşfini bizzat kendisinin yaptığı Rumeli
(Boğazkesen) Hisarının yapımını başlattı. Anadolu Hisarı da tamir
edilip, top yerleştirildi. Hisar’ın, kulelerinin, kapı ve mazgallarının
mevkileri, Mehmed Han tarafından tespit edilip, Çandarlı Halil,
Zağanos ve Saruca paşaların, masrafını karşıladığı kuleler yapıldı.
Rumeli Hisarının inşaatında, devlet adamları dahil, binlerce işçi ve
usta sıkı disiplin altında çalışarak, memleketin her tarafından
getirilen inşaat malzemeleri ile, tamamı iki bin metreyi bulan sur ve
kuleler, dört ay içinde tamamlandı (1452). Firuz Ağa kumandasında dört
yüz kişilik muhafaza kuvveti ve devrin en güçlü ateşli silâhı topların
yerleştirildiği Rumeli hisarının tamamlanmasıyla, Boğaz’ın trafiği
kontrol altına alınıp, Sultan Mehmed Hanın fermanıyla da, geçiş
talimatı yayınlandı. Fermana göre; “Boğaz’dan her geçen gemi, kaleye
belli mesafe yaklaştığında yelkenlerini indirerek, Hisar komutanına,
nereden gelip nereye gittiğini, yükünün mahiyetini bildirecek, belli
miktar vergi verecek, sonra geçmesine müsaade edilecek, aksi şekilde
hareket edenler batırılacaktı”.

Bu talimata uymak istemeyen bir Venedik gemisi, topçu ateşiyle
batırılınca, işin ciddiyeti herkes tarafından anlaşıldı. Bizanslılar,
iyice sıkıştırılıp, dış dünyayla alâkalarının kesileceğini, Hisar’ın
yapımı devam ederken anlayıp, teşebbüse geçmişlerse de İkinci Mehmed
Hanın hakimiyet prensibinin esasını teşkil eden şu tarihî cevabı,
Bizanslıları daha o anda şaşkına çevirmişti:

“Varna Savaşı (1444) esnasında, İmparatorunuz, Macarlarla birlik olup
babamın (İkinci Murad Han) Rumeli'ye geçmesine engel olmak istediğinde,
babam ne zorluklar çekmişti. Şimdi kendi arazim üzerinde, gönlümün
istediğini yapmama karşı gelmeniz için elinizde ne hak, ne de kudret
vardır. İki kıyı da benimdir. Anadolu kıyısı benim; çünkü ahalisi
Osmanlıdır. Rumeli kıyısı da benimdir; çünkü savunmasını bilmiyorsunuz.
Gidiniz, efendinize söyleyiniz, bir daha böyle haberler göndermesin!”
Osmanlı Sultanı; Mora’dan gelecek kuvvetlere karşı Turhan Beyi,
Avrupa’dan gelecek kuvvetlere karşı da akıncıları vazîfelendirdi.
1452-1453 kışı, Edirne’de kuşatma hazırlıkları içinde geçti. Büyük
toplar dökülüp tecrübe atışları yapıldı. Balistik hesapları bizzât
Fâtih tarafından yapılan topların dökümü çok kısa zamanda bitirildi.

Osmanlı sultanı, kuşatma hazırlıkları içinde iken, Bizans’a
Karadeniz’den Venedik kadırgaları, Cenevizli kaptan Janni Justiniani
Langus, Sakızlı Maurise Cantaneo yardıma geldi. Bizans imparatoru
şehrin savunmasını Cenevizli kaptan Justiniani’ye verdi. Surun
kenarlarında bulunan dolu vaziyetteki hendekler açılıp, yenileri
kazıldı. Hendeklerin kazdırılmasında ağır cezalı mahkûmlar
çalıştırıldı. Mezarlıklardaki taşlarla surlar takviye ve tamir edildi.
Şehrin kapılarının muhafazası, Bizans'a yardıma gelmiş Venedikli ve
Cenevizli komutanlara verildi. Haliç’teki meşhur zincir Venediklilere
gerdirilerek şehir, deniz saldırısından korunmaya çalışıldı. Adaların
tahkimi ve şehre erzak yığmakla, Bizanslılar, kuşatmaya karşı son
savunma hazırlıklarını yaptılar. Bizans ordusu karmakarışık bir yapıya
sahipti. Bulgar, İtalyan, Fransız, Moralı, Giritli, Alman ve İngiliz
ücretli askerleriyle Bizanslılardan meydana geliyordu.

Osmanlı ordusu, bütün sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra 1453
yılı Şubat ayında ağır topçu grubu Edirne’den yola çıkarıldı. Toplar,
Rumeli Beylerbeyi Karaca Beyin kumandasında 10.000 kişilik süvariyle
iki ayda İstanbul önlerine getirildi. Anadolu ve Rumeli’deki bütün
silahlı kuvvetler, Türk-İslâm âleminin her tarafından gelen şeyh,
tarîkat pîrleri ve dervişleri ile Aydınoğlu, Karamanoğlu gönüllü
kuvvetleri ve Osmanlı hoşgörüsüne hayran Sırp, Macar, Ulah, Alman,
Latin, Rum askerlerden meydana gelen Osmanlı ordusunun mevcudu, 125.000
civarındaydı. Devrin en modern silâhlı kuvvetlerine sahip Osmanlı
Sultanı İkinci Mehmed Han, yanında Akşemseddin, Akbıyık, Molla Gürânî
ve Molla Hüsrev gibi büyük âlimler olduğu halde, 24 Mart Cuma günü
Edirne’den hareket etti. Osmanlı kolbaşısı 1 Nisanda Çekmece’ye, 5
Nisanda İstanbul önüne ulaşıp, Bayrampaşa Deresi kenarında Maltepe
sırtlarına Otağ-ı Hümâyûn kuruldu. 6 Nisan Cuma günü bütün ordusuyla
İstanbul surları önünde Cuma namazını kılan Sultan Mehmed Han, kuşatma
hattını kurdu. Topkapı’dan Edirnekapı’ya kadar uzanan merkez
kuvvetlerinin başında, İkinci Mehmed Han ve Sadrazam Halil Paşa,
Cenevizlilere ait Galata sitesi önündeki kuvvetlerin başında Vezir
Zağanos Paşa vardı. Karaca, İshak, Mahmud ve Bursalı Ahmed paşalar,
surları çepeçevre sarmakla vazifelendirildi. Donanmanın başında
Kaptan-ı Deryâ Baltaoğlu Süleyman Paşa bulunuyordu. Vezir Mahmud Paşa,
sünnet-i seniyyeye uyularak, şehrin kan dökülmeden teslimi için Bizans
imparatoru On birinci Konstantin Dragazes’e elçi gönderildi.
İstanbul’un derhal teslimi hâlinde kan dökülmeyeceği, ahâlinin canına,
malına hürmet edileceği teklif edildi. Bizans İmparatorunun Osmanlı
teklifini reddi üzerine, 6 Nisan Cuma günü harekât başlatıldı.

Osmanlı kuşatma harekâtı başladığında, İstanbul’un nüfusu yetmiş bin
civarında olup, Bizans ordusu, ücretli asker ve yardıma gelen Haçlı
kuvvetleriyle yirmi bin kadar asker ile elli gemiden meydana geliyordu.
Osmanlı topçusunun surları çökerten, kalplere dehşet veren ateşleri,
Bizans’ı iyice korkuttu. Bütün ahâlî bu durumda topyekün savunmaya
iştirak etti. Beş yüz-altı yüz kilogram gelen mermi ve granit top
gülleleri, yüzyıllardan beri bütün haşmetiyle uzanıp yükselen İstanbul
surlarında, her patlayışta büyük gedikler açıyordu. Bu gedikler, taze
kesilmiş hayvan derileri ile kaplı yün ve kumaş balyaları ile
kapatılmaya çalışılıyordu. 12-17 Nisan günleri Osmanlı ordusunun,
bilhassa piyadelerinin surlara yaklaşma gayretleri netice vermiyordu.
Kuşatma esnasında Bizans İmparatorunun hep yanında bulunmuş olan Nicole
Barbaro, günlüğünde Osmanlı askerinin surlara yaklaşma gayretlerini
anlatırken:

“Surların dibine kadar sokulan bu askerler, bizim silâhlarımızın
zararlarından hiç çekinmiyorlardı. Öldükleri zaman cesetleri
arkadaşları tarafından geriye taşınıyordu. Bir Osmanlı ölüsünü orada
bırakmamak için, on kişinin seve seve ölümü göze aldıklarını
görüyorduk” diye yazar.

Bir rivayete göre Bizanslılar, açılan gedikleri onarmada kullanmak
üzere, surlara yakın kiliselerden yüz kadarını yıkarak, taşlarından
faydalanma yoluna gitmişlerdir.

Zamanın yaygın tekniğinden çok ileride sayılabilecek, seyyar top
dökümhânesini de Sultan Mehmed Han, ordugâhın hemen yanına kurdurmuştu.
Kuşatmanın onuncu gününde, büyük topların güllelerinin açtığı
gediklerin Bizans müdâfilerince süratle tamir edilmesi üzerine,
padişah, bu topların daha sık atışını emretti. Fakat soğumadan ikinci
atış esnasında birinin namlusu parçalandı. Buna çok üzülen Sultan
Mehmed Han, sabaha kadar bu işe çare düşündü. Sabahleyin, topların
atıştan sonra zeytinyağı ile yağlanmasını, böylece soğutulup daha da
sık şekilde atışını emretti. Bundan sonra top atışlarından çok iyi
netice alındı. Makinelerin yağla soğutulması, Fatih Sultan Mehmed Hanın
keşfidir.

İstanbul’un savunması ve ikmalini temin için, Papa tarafından üç
Ceneviz gemisi ile bir Bizans gemisi 20 Nisan günü Zeytinburnu
açıklarında rüzgârın kesilmesi ile beklemeye başladılar. 12 Nisandan
beri Dolmabahçe önünde demirleyen ve 18 Nisanda adaları fetheden
Osmanlı donanması, bu durumdan istifade etmek isteyip derhal o bölgeye
giderek bu dört gemiyi ablukaya aldı ve deniz muharebesi başladı.
Baltaoğlu Süleyman Beyin komutasındaki Osmanlı donanması, küçük
gemilerden kuruluydu. Bizans gemisine kıçtan mahmuz vurulmasına rağmen
kesin bir neticeye gidilemedi. Bu harbi, Zeytinburnu açıklarından at
üzerinde takip eden Sultan, hırs ve üzüntüsünden atını denize sürdü.
Elbiseleri deniz suyundan ıslanıncaya kadar su içinde ilerledi. Maiyeti
de Sultan’a uydu. Bu halde bile donanmaya emirler gönderdi. Bu
muharebede Venedik ve Bizans gemileri, Osmanlı kuvvetlerinin elinden
kurtularak, o sırada çıkan uygun rüzgâr ile Haliç önlerine kadar
gelerek, gerili bulunan zincirin açılması ile içeri alındılar. Muteber
kaynaklara göre Osmanlı kaybı, yüz kadar şehid ve otuz yaralıydı. Bu
durum, Bizans’ın moralini yükseltti. Bu harbin sonunda Baltaoğlu
Süleyman Bey bu vazifeden alınıp, yerine Hamza Bey tayin edildi.

Donanmasının muvaffakiyetsizliği üzerine, Sultan Mehmed Han, Haliç’e
kıyı olan İstanbul surlarının çok zayıf olduğunu bildiği için, bu
zafiyetten yararlanmak istedi. Böylece Bizanslılar, kara surlarında
mukavemete devam eden kuvvetlerinin bir kısmını, bu tarafa kaydırmaya
mecbur kalacaklar ve kuvvet dengesi bozulacaktı. Bu maksatla tarihte
eşine rastlanmayan ve bu âna kadar da bir misaline teşebbüs dahi
edilmemiş, gemileri karadan yürütme işine karar verdi.

Bu plânını en yakınlarından bile gizleyip, son âna kadar kimseye
sezdirmedi. Gemilerin geçeceği yol güzergâhını bizzat kendisinin tespit
ettiği rivayet edilir. O zaman bağlık bahçelik ve çalılık olan
yerlerden geçen bu yolu temizletip, gerekli tesviyelerini süratle
yaptırdı. Bu işte binlerce insan çalıştırıldı. Yollar yapılıp, iri
taşlar üzerine kalaslar döşenerek, don yağı, sâde yağ ve zeytinyağı ile
yağlanarak, yolun iniş ve çıkışlı yerleri ile virajlarına işin
özelliğine uygun palanga, bucurgat ve sair tespit malzemeleri
yerleştirildi. Ayrıca her gemi için beşiğe benzer kızaklar
hazırlatıldı. Yeteri kadar koşum hayvanı da, icap eden yerlerde
bulunduruluyordu. Bazı malzemelerle zeytinyağı, o zaman Galata’da
oturan Cenevizlilerden satın alınmıştı. Donanmanın büyük bir kısmı, 22
Nisanda Tophane önlerine geldiğinde, durum ancak anlaşılmıştı.
Donanmanın karadan kat ettiği yolun güzergâhı, Tophâne-Kumbaracı
Yokuşu-Tepebaşı-Asmalı Mescid-Kasımpaşa şeklinde tespit edilmişti. Yolun
uzunluğu, 1512 metre kadardı. Gemiler Kasımpaşa’dan Haliç’e ininceye
kadar, Bizans ve Cenevizliler tarafından fark edilemedi. O devirde
Bizans’ta hurafe o kadar yaygındı ki, sabaha karşı gemilerin süratle
Haliç’e doğru geldiğini görenler; “Bu Müslümanlar bize sihir yapıyor”
diye seyre daldılar. Osmanlı donanmasından altmış yedi gemi, İkinci
Mehmed Hanın bu dâhiyâne buluşu sayesinde Haliç’e girdi.

Bu işler yapılırken, bunları perdelemek ve düşmanı tespit için,
Haliç’te bulunan düşman gemilerinin ateş altına alınması gerekti. Bu
maksatla topçubaşına emir veren Sultan’ın aldığı cevap, top atış
menzili içinde bulunan Galata ile limandaki (Galata Limanı) Ceneviz
gemilerine de gülle isabet edebileceği şeklindeydi. O zaman Sultan
Mehmed Han, “Cenevizlilerle ahdimiz vardır. Onlara zararımız câiz
değildir” cevabını vermiş, kararını uygulayamamanın sıkıntısı ile
uykusuz bir gece geçirmiş, sabaha kadar düşünerek, zamana göre çok
ileri bir teknikte, bugünkü havan toplarına çok benzer, dik mermi yollu
bir silâhın planını çizerek, mermi yolunun çizeceği kavsin ve
menzilinin hesaplarını, yani balistik hesaplarını yaparak, ilk olarak
havan topu döktürdü. Böylece, Osmanlı donanmasının Haliç’e indiği gün,
havandan atılan güllelerle, Bizans donanmasına göz açtırılmadı.
Donanmayı gören Bizans, büyük bir korkuya kapıldı. İmparator Konstantin
Dragazes bir heyet göndererek; “Ne kadar ağır olursa olsun, bir vergi
karşılığında kuşatmanın kaldırılmasını” teklif etti. Sultan Mehmed Han
da; “İstanbul kalesinin teslimi karşılığında imparatora Mora
despotluğunu” verebileceğini söyledi. Bizans, bunu kabul etmedi. Bu
arada Bizans’ı savunmada yardımcı olan, Venedik ve Cenevizlilerin
arasında, komuta ve savunma tedbirleri hususunda büyük anlaşmazlıklar
çıktı. Birbirlerini kaçmaya niyetli olmakla suçlamaya başladılar. Hattâ
Venedikliler, bu şüphenin kalkması için, Haliç'teki Venedik ve Ceneviz
gemilerinin yelken ve dümenlerinin karaya taşınmasını teklif ettiler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İstanbul'un Fethi'nin 557. yıldönümü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Eğlence :: Muhabbet :: Kutlama Bölümü-
Buraya geçin: