hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Edeple varan lütufla döner

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Edeple varan lütufla döner 2duy3hj

Edeple varan lütufla döner Empty
MesajKonu: Edeple varan lütufla döner   Edeple varan lütufla döner EmptyCuma Mayıs 28, 2010 10:13 am

Görgü kurallarını bilmek elbette takdire değer. Fakat en kıymetli sofra
adabı, misafir olduğunu bilip sofra sahibinin izzet ve ikramına
saygıyla karşılık vermektir; ona hürmeten, sofranın sükûnetini,
bereketini kaçıracak her türlü davranıştan kaçınmaktır.

Tatlı bir heyecan ve ürpertinin iliklerimize kadar işlediği
günlerdeydi. Hacı adayları mahşer öncesinin provasını yaparcasına,
çıkılacak yolculuğun son hazırlıklarını bitirmek üzereydi. Sıra
büyükleri, akraba ve dostları ziyaret edip helalleşmeye gelmişti.

Dualarla yola çıkmak

Ziyarete büyüklerden başlamak Hak dostlarının edebiydi. Bunun için
sefer edip Zamanın Kutlusu'na varmak, huzura girmek gerekiyordu. Kutsî
bir nazarın saçtığı nurlarla ruhu bir kez daha yıkamak... Himmetle
örülmüş çelik zırhın içine girip, edepsizlik ve musibetlere kalkan
yapmak... Duaların manevi gerilimiyle saflaşıp gönül ferahlığıyla yola
koyulmak zamanıydı.

Huzura kabul edilenlerin çıkarken yüz ifadelerinden lütufla döndükleri
her halleriyle belliydi. Hiç şüphe yok ki, "Edeple varanlar lütufla
dönerler." Gerçekten de lütuf ve keremle dönmüşlerdi. Sevinçten ortalık
bayram yerine dönmüştü. Zamanın Kutlusu onlara: "Bizi de dualarınızdan
eksik etmeyin." demişti. Ruhunuzun derinliklerinden kopup gelen bir
feryat o anda şöyle haykırmak ister: "Kusurlara bulanmış haccımın
içinde eğer tek bir ecir varsa sana feda olsun!"

Hz. Ömer r.a. da bir gün böyle yüce bir huzura çıkmış ve umre için
Allah Rasulü s.a.v.'den izin istemişti. Onlar her işlerini Gönüller
Sultanı'na arz eder ve O'nun izni olmadan nafile ibadet bile
yapmazlardı. İtikafa girerken dahi izin isterlerdi. Alemlerin Efendisi
Hz. Ömer'e izin vermiş ve "Kardeşim bizi de duana ortak et." demişti. Bu
mübarek söz Hz. Ömer'i hayatının sonuna kadar duygulandırıp coşturmaya
yetmişti. Nitekim daha sonraları: "O gün dünyalar benim olsaydı, o
kadar sevinmezdim." demiştir.

Baştan aşağı edepten ibaret olan yiğit oğlu yiğitlerin bile ödlerinin
koptuğu mübarek makamlar vardır ki, bunların başında Mekke ve Medine
gelir. Çünkü bütün iyilikler gibi kötülükler de Mekke'de yüz binle,
Medine'de ise binle çarpılır. Sonra Hz. Rasulullah s.a.v.'i üzen bir
kimse, bu zararını hayatı boyunca ağlayıp yalvarmaktan başka ne ile
karşılayabilir?

Dua ve himmet olmadan o kutsî toprakların edebine kim riayet edebilir
ki?.. Yapılan küçük edepsizlikler dahi o mübarek makamlarda büyük birer
cürüm haline dönüşür. Oralardan ya hayatınızın kârı ile ya da -Allah
korusun- zararıyla dönersiniz.

En bereketli sermaye

Gecenizi gündüzünüzü dolu dolu nafile ibadetle geçirmemişseniz, elinize
geçen fırsatları bir ölçüde ziyan etmişsiniz denilebilir. Fakat bu
suretle zarara girmiş olmazsınız da, kârdan geri kalmış olursunuz. Ama
"edep" tahsil etmeden kutsî zatlara ve mekânlara gitmişseniz,
edepsizliğin zararını ne ile kapatabilirsiniz?

İşte bu endişe ve mülahazalarla dolu iken daha oracıkta himmet
imdadımıza yetişmiş ve Cenab-ı Hak karşımıza edep timsali bir gönül
erbabını çıkarmıştı. Bu zat iki büyük Allah dostuna hizmet etmiş,
şimdilerde ise Zamanın Kutlusu'ndan edep tahsiline devam ediyordu.
Hayatı boyunca dümdüz bir çizgide dosdoğru giden ender zatlardan
biriydi. Sağa sola saptığını gören olmamıştı. İncelik ve nezaketiyle
muhataplarını utandırırdı. Hasılı, seven ve sevilen bir zattı... Kutlu
yolun yolcuları sordular: Bu yolculuğun adabından söz eder misiniz?
Gönül dostu, Sâdât-ı Kiram'dan örneklerle edep anlattı. Zaten sevenler
her meseleyi sevgilinin dilinden anlatırlar. Özetle şöyle dedi:

Kâbe Allah'ın evidir.1 Mekke'nin ahalisi Allah'ın komşuları
hükmündedir. Hacılar da hadis-i şerifte belirtildiği üzere kulları
arasından seçtiği heyetlerdir. Dua ederlerse duaları kabul edilir,
mağfiret dilerlerse bağışlanırlar. Aynı şekilde Medine-i Münevvere'nin
ahalisi Hz. Rasulullah s.a.v.'in komşularıdır. Dünyanın dört bir
tarafından akın eden ziyaretçiler ise, misafirleridir.

O yüzden bu iki mübarek beldenin ahalisini ve ziyaretçilerini üzmek son
derece tehlikelidir. Hatta alışveriş esnasında ileri gidip aşırı
derecede pazarlık etmek bile doğru değildir. Zira böyle bir davranış
onları üzebilir. Bir miktar fazla ödeseniz bu sizi fakir yapmaz. Ama
onları üzerseniz Allah ve Rasulü'nü gücendirebilirsiniz.

Misafirden beklenen edepli olmasıdır

Sonra Gavs Hazretleri'nden naklen bir menkıbe anlattı. Dedi ki:

Velilerden bir zat Medine-i Münev-vere'ye yerleşmişti. Bir gün bu zat
hastalandı ve hizmetçisini çağırarak çarşıdan yoğurt almasını emretti.
Az sonra dönen hizmetçiye yoğurdu kaça aldığını sordu. Fiyatı öğrenince
de: "Amma da pahalıymış ha!" dedi.

Ehlullahtan olan bu zat, o gece rüyasında Hz. Rasulullah s.a.v.'i
gördü. Sitemli bir vaziyette arkasını dönmüş ve kendisini şöyle
azarlıyordu: "Bizim beldemizin yoğurdunu pahalı bulan, bizim beldemizi
terk etsin!"

Büyük bir korku ve telaşla uyanan zat, başını duvarlara vurup ağlamaya
başladı. Gözlerinden yaş yerine adeta kan akıtmaya başlamıştı. Orada
bulunan başka bir mana dostu kendisine şu tavsiyede bulundu:
"Affedilmek istiyorsan, Hz. Rasulullah s.a.v.'in amcası Hz. Abbas
r.a.'ın kabrine git ve onun şefaatçi olmasını, senin için İki Cihan
Güneşi'ne yalvarmasını iste." Bu tavsiyeyi yerine getiren velî zat, o
gece yine Allah Rasulü s.a.v.'i rüyada gördü. Alemlerin Efendisi ona
arkası dönük şöyle diyordu: "Tamam affedildin ama bizim beldemizi terk
et!"

Sonra şöyle devam etti: İşte bu yüzden iki mübarek beldenin halkına ve
misafirlerine son derece nazik davranmalısınız. Gıyaplarında konuşurken
de onları aşağılayıcı sözlerden şiddetle kaçınmalısınız.

Bir başka zat da şu sohbeti yapmıştı: Gavs-ı Bilvanisî k.s. Hazretleri
bir keresinde Medine-i Münevvere'de oranın ahalisinden birinin
çocuğuyla oturmuş, oyuncak arabayla oynamıştı. Çocuk ayrılıncaya kadar
da oyunu bırakmamıştı. Yine bu zatın torunlarından baştan aşağı edep
manzumesi olan bir seyyidin Medineli bir gence gösterdiği fevkalâde
hürmet ve tevazu gerçekten görülmeğe değer bir husustu.

Sonunda varılacak yer cennet olunca

Bilumum haram ve günahlardan kaçınmak edeptir. Farz, vacip ve sünnet-i
seniyye ile amel etmek edeptir. Allah Tealâ'yı görüyormuşçasına ibadet
etmek, O'nun her an bizi gördüğünü, açık gizli bütün halimize vakıf
olduğunu bilerek davranmak edeptir. Hangi renkten, hangi ırktan olursa
olsun oradaki müminlere hizmet etmek, onlara lütuf ve keremle muamele
etmek, güzel ahlâk, haya edeptir. Diline sahip olmak, kimsenin kalbini
kırmamak, nefsi için herhangi bir davada bulunmamak, sabır ve sükunetle
hareket etmek edeptir. Otelde, asansörde, araçlarda ve elden
geldiğince, güç yettiğince tavaf esnasında kadın-erkeğin birbirine
karışmadan vazifelerini yapması son derece mühim bir edeptir. İmam-ı
Rabbanî Hazretleri k.s. buyuruyor ki: "Edeplerden bir edebi korumak,
tenzihî bile olsa bir mekruhu terk etmek, zikirden, murakabe ve
teveccühten daha efdaldir."

Burada iki hadis-i şerifi hatırlamakta fayda var: "Kim Allah için
hacceder, bu esnada kötü işlerden ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsa
-kul hakları müstesna- annesinin onu doğurduğu günkü gibi
(günahlarından arınmış olarak hacdan) döner." "İçine günah karışmamış
ve kabul olunmuş bir haccın karşılığı ancak cennettir." Yani edeple
haccedenlerin hacları kabul görebilir. Onların varacağı yer ise
cennettir. İşte hac budur. Kısaca edepten ibarettir.
Şair Nâbi ne güzel söylemiştir:

Sakın terk-i edebten kûy-ı Mahbubu Hüda'dır bu
Nazargâh-ı ilâhidir, makam-ı Mustafa'dır bu
Muraât-i edeb şartıyla gir Nâbi bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyadır bu!

Kâbe de konuşur

Şüphesiz her yerde edepli olmak lazımdır. Fakat bu gibi makamlarda
belki bin kere daha edepli olmalıdır. Hatta denilebilir ki bu iki
makamda yani Kâbe ve Mescid-i Nebevî'nin hariminde kalbi dahi korumak
gerekir. Çünkü Allah Tealâ bu makamlara içten ve dıştan O'nun adına
hürmet edilmesinden hoşnut olur. Ayrıca Kâbe'yi ve Efendimiz
aleyhissalât u vesselamı kalpten geçen manalara muttali kılabilir.

Buna şaşırmamak gerekir. Zira Kâbe'nin manevi bir hakikati vardır ki,
Hakikat-i Ahmediyye'nin bir başka yönünü teşkil eder. Bu hakikat
Allah'ın izniyle gören, işiten ve dile gelebilen bir hakikattir ve
makamı çok yüksektir. Bizler sadece Beytullah'ın taştan örülmüş mübarek
yüzüne bakabiliyoruz. Şayet hakikati bir an için açılmış olsaydı, o
anda ruhumuzu teslim ederdik. Çünkü ona bakmaya asla güç yetiremezdik.
Velilerin havassı ise böyle değildir. Kim bilir onlar tavaf ederken
Kâbe ile aralarında ne gibi konuşmalar ve hangi sırlar cereyan
etmektedir?

Büyük veli Muhyiddin ibn Arabî Hazretleri k.s. tavaf esnasında Kâbe'nin
kendisine hitab edip konuştu ğunu, bunu bizzat kulağıyla duyduğunu,
aralarında geçen konuşmalardan sonra kendisinin o anda hazırlıksız
olarak bir şiir söylediğini belirtmektedir. Hatta bu şiirlerini meşhur
Fütuhat-ı Mekkiyye adlı eserinde zikretmiştir.

İbn Arabî Hazretleri başka bir seferinde şöyle demektedir: "Bir gün
Kâbe'ye baktım kendisini tavaf etmemi istiyor, zemzem ise, bize
kavuşmayı arzu ederek kendi suyundan bol bol içmemi diliyordu. Her
ikisine hitaben beyitler söyledik..."

Yine bir tavafını şöyle anlatmaktadır: "Soğuk ve mehtaplı bir gecede
sağnak yağmurla abdest almış ve şiddetli bir rahatsızlıkla tavafa
çıkmıştım. Sonra Hacer-i Esved'i öperek tavafa başladım. Rükn-i Şâmî
köşesine ulaştığımda, Kâbe beni kulağımla işittiğim bir konuşmayla
tehdit etti. Şiddetli bir sancı duydum. Sonra Allah'a yemin ederim ki,
Kâbe temelleriyle birlikte yerden yükseldi. Derhal irticalen şiir
söyledim. Kâbe bana tavaf etmemi tekrar işaret etti... (...) Sonra ona
teşekkür ettim ve aramızda sulh yaptık..." (Fütuhat)

Görülüyor ki, Beytullah sadece taş bir binadan ibaret değildir.
Ehlullah orada ve Hazreti Rasulullah s.a.v.'in Ravza-i Tahire'sinde çok
manalara muttali olabilmektedirler. Yukarıda anlatılan hususlar adı
geçen mübarek makamların heybetini hissetmek ve edebi muhafaza etmek
açısından önem arz etmektedir.

Edepli bir ecdadın torunları

Elbette ki mukaddes topraklarda mübarek makamlar Kâbe-i Muazzama'dan ve
Ravza-i Tahire'den ibaret değildir. O bölgenin her karışı Hz.
Rasulullah s.a.v.'in, sair Peygamberlerin -salât ve selam üzerlerine
olsun- Sahabe-i Kiram Efendilerimizin -Allah hepsinden razı olsun- ve
Evliyaullahın -Hak Tealâ sırlarını mukaddes kılsın- mübarek ayaklarının
değdiği yerlerdir. Bir sahabi kabrine gittiğiniz zaman kendinizi küçük
bir Ravza'nın önünde duruyormuş gibi hissedersiniz. Rabıta ile huzura
girer, selam verir ve mübarek ruhlarına Kur'an okursunuz.

İki Cihan Güneşi s.a.v.'in edebinden nasibi olmayan O'nun nurlu
yolundan istifade edemez. İnce bir duyuş, ince bir hissiyata sahip olan
büyükler kutsî mekânlarda diğer yerlere nispetle edebe çok daha fazla
dikkat etmişlerdir. İmam Malik rh.a Hazretleri, Allah Rasulü s.a.v.'in
bastığı toprağa hürmeten Medine-i Münevvere'de hayvan üstüne binmemiş,
ayakkabı da giymemiştir.

Sultan Abdülhamid Han k.s. Hazretleri zamanın büyük velilerindendi.
İstanbul'dan Medine-i Münevvere'ye kadar tren hattı yaptırmıştı. Allah
Rasulü s.a.v.'in muazzez ruhlarını gürültüyle rahatsız etmemek için
Medine İstasyonu'nda rayların altına keçe döşetmişti. Osmanlı'nın o
ince ruhlu insanları Mescid-i Nebevî'yi tamir ederken yine aynı
maksatla çekiçlerine keçe bağlıyorlardı. Bu zamanın Kutlusu k.s. Sahabi
kabirlerini ziyaret ederken mezarlıkta ayakkabılarını çıkarıyor ve
derin bir hürmetle huzurlarına giriyordu. Allah onlardan razı olsun ve
gölgelerini başımızdan eksik etmesin.

Şair ne güzel söylemiş:

Ehli dil arasında aradım, kıldım talep
Her hüner makbul imiş, illâ edep illâ edep...

1 Allah Tealâ her türlü mekândan ve yaratıkların hallerine benzemekten
münezzehtir. Buradaki Beytullah, Allah'ın evi ifadesi mecazidir.

Kaynak: semerkand
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Edeple varan lütufla döner
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» En çok hangi döner türünü seversiniz?
» En çok hangi döner türünü seversiniz?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: İslam ve İnsan-
Buraya geçin: