Buyrun...
Bilim dünyasında, bilinen teorilere uymayan, çok sayıda olay
gözlenebiliyor. İlk başlarda açıklanamayan bu olaylar zaman içinde yeni
teorilerin ve bilimsel buluşların ortaya çıkmasına neden olabiliyor ve
bu nedenle bu tür açıklanamayan olayların üzerinde durmak insanlık için
son derece faydalı sonuçlar doğurabilir. Ancak bu olaylardan bazıları
ilk ortaya kondukları andan bu ana yıllar geçmiş olmasına rağmen halen
açıklanamıyor ve yanlışlıkları da ispatlanamıyor. 2005 yılı itibariyle
üzerinde en çok durulan ve henüz açıklanamayan 13 olay şu şekilde
sıralanıyor:
1) ETKİSİZ İLACIN (PLASEBO) ETKİSİ NEDİR?
Etkisiz ilaç verilen hastaların, tıpkı normal ilaç almış gibi
kendilerini iyi hissetmelerinin nedeni nedir, bilinmiyor.
Süphesiz duymuşsunuzdur, ilaç yerine verilen etkisiz ilaçların, tıpkı
ilaç almış gibi etki yaptığını. Ama nasıl etkidiği ve nedeni bilinmiyor.
Plasebo etkisinin gücünü siz de evde bir deneyle görebilirsiniz, tabii
bu deneyi üzerinde uygulayabileceğiniz birisini bulabilirseniz! Günde
birkaç kez, birkaç gün boyunca birinin canını yakın. Deney in son gününe
kadar ağrıyı morfin ile kontrol altına alın. Bu son gün morfin yerine
tuzlu su kullanın. Sonuçta tuzlu suyun ağrıyı azalttığını göreceksiniz.
İşte plasebo etkisi buna deniyor. Bu etki bazen çok güçlü olabiliyor.
Yukarıdaki deneyi ilk kez İtalya da Torino Üniversitesi nden Fabrizio
Benedetti yaptı. Doktorlar plasebo etkisinin onlarca yıldır farkında.
Benedetti, ayrıca Parkinson hastalarında da plasebo etkisini araştırdı.
Tuzlu suyun plasebo etkisinin hastalarda titreme ve kas sertliğini
azalttığını gören (Nature Neuroscience, vol 7, p 587) Benedetti ve
ekibi, hastalara tuzlu su verirken beyinlerindeki nöronların
faaliyetlerini ölçtü. Deneyde "Alt-talamik çekirdek"teki nöronların,
tuzlu su verildikçe daha az tetiklendiği anlaşıldı. Bu şekilde
hastalığın semptomları düzelirken, nöron faaliyetleri de azalıyordu.
Benedetti bu deneyden elde edilen sonuçları şöyle değerlendiriyor:
"Burada neler olup bitiğini öğrenmek zorundayız. Ancak bir şey kesin:
Beklentiler ve terapötik sonuçlar arasındaki ilişki, beyin-beden
etkileşimini anlamak için mükemmel bir model oluşturuyor. Şimdi bilim
adamları plasebo etkisinin nerede ve ne zaman devreye girdiğini anlamaya
çalışıyor. Hastalıklar farklı da olsa altta yatan mekanizma aynı
olabilir".
2) BIG BANG RADYASYONU YAYILIMI UZAYDA NASIL EŞİT OLUYOR
?Ufuk Problemi adı ile bilinen olgu, ?büyük patlama dan geride kalan
radyasyon yayılımının evrenin her yerinde nasıl eşit olarak
dağıldığıdır. Astrofizikçiler sorunu çözmek için göbek patlatıyor.
Evren anlaşılmaz bir şekilde tekdüzedir. Görülür evrenin bir ucundan
diğerine, uzayı bütünü olarak incelerseniz, kozmosu dolduran mikrodalga
geri plan radyasyonunun sıcaklığının her yerde aynı olduğunu görürsünüz.
Bu ilk bakışta şaşırtıcı gelmeyebilir; ancak bir uçtan diğer uca
mesafenin 28 milyar ışık yılı olduğu ve evrenin 14 milyar yaşında olduğu
düşünülürse, bu sonucun ne denli anormal olduğu ortaya çıkar.
Hiçbir şey ışık hızından daha hızlı değildir. Dolayısıyla ısı
radyasyonunun, Big Bang sırasında ortaya çıkan soğuk ve sıcak noktalar
arasındaki farklılığı eşitlemek için iki ufuk arasında yol alması mümkün
görünmüyor. Bu "ufuk problemi" kozmologların başını ağrıtan en önemli
problemlerden biri. Ortaya atılan ve herkes tarafından kabul edilmeyen
görüşler var.
3) EINSTEIN YANILIYOR MU?
10 yıldan daha uzun bir zamandır Japonya daki fizikçiler varolması
mümkün olmayan kozmik ışınları gözlüyorlar. Kozmik ışınlar, evrende ışık
hızına yakın bir hızda yol alan parçacıklardır Dünya da tespit edilen
bazı kozmik ışınlar, süpernova gibi şiddetli olaylar sırasında üretilir
ve bunlar doğada görülen en enerjik parçacıklar.
Kozmik ışın parçacıkları uzayda yol alırken, evreni dolduran düşük
enerjili fotonlarla çarpışarak enerjilerini yitirirler. Einstein ın özel
görelilik kuramına göre bizim galaksimizin dışındaki bir kaynaktan
çıkıp Dünya ya gelen kozmik ışınlar, o kadar fazla sayıda enerji
azaltıcı çarpışmaya maruz kalır ki, bunların maksimum olası enerjisi 5 x
10 19 elektronvolta çıkar. Buna Greisen-Zatsepin-Kuzmin sınırı adı
verilir.
Ne var ki son 10 yılda, Tokyo Üniversitesi nden Akeno Giant Air Shower
Array adı verilen 111 parçacık dedektörü, GZK sınırının üzerinde birkaç
kozmik ışın tespit etti. Kuramsal olarak bunların, enerji yitirmemiş
olmaları için, bizim galaksimizin içinden gelmesi gerekir. Ancak
astronomlar galaksimizin içinde bu kozmik ışınların gelmiş olabileceği
bir kaynak bulamadılar. Peki bunlar nereden geliyordu?
Bir olasılığa göre Akeno sonuçları yanlış olabilir. Bir diğer olasılık
ise Einstein in yanılıyor olmasıdır. Einstein ın özel görelilik kuramına
göre uzayın her yönde aynı olması gerekir. Ancak parçacıkların bazı
yönlere doğru daha kolay yol alması durumunda ne olacak? O zaman kozmik
ışınlar enerjilerinin daha fazlasını koruyabilir ve GZK limitlerinin
dışına çıkabilir.
Arjantin, Mendoza daki Pierre Auger deneyindeki fizikçiler de bu sorun
üzerinde çalışıyor. 3000 kilometre kare üzerine yayılan 1600 dedektörden
yararlanan bilim adamları, gelmekte olan kozmik ışınların enerjilerini
tespit ederek Akeno sonuçlarının daha iyi anlaşılmasını
sağlayabilecekler.
4) HOMEOPATİK ERİYİKLER ETKİLİ Mİ?
Homeopatik yöntem, kimyasal ilaçların sulandırılması esasına dayanır;
tek bir ilaç molekülü içermeyecek noktaya gelinceye kadar sulandırılma
devam etse dahi, suyun iyileştirme özelliğini koruduğu iddia edilir. Bu
nasıl oluyor?
Belfast taki Queen s University den farmakolog Madeleine Ennis ise
homeopatiyi şiddetle eleştirenler arasında. Homeopatinin hiçbir işe
yaramadığını düşüncesinde.
Ennis, son makalesinde, iltihabi yangı durumunda ortaya çıkan insan
akyuvarları üzerinde aşırı sulandırılmış histaminin etkilerini
araştırdı. Bu bozofiller, hücre saldırı altındayken histamin adı verilen
maddeyi salgılar. Bunlar bir kez salgılandığı zaman, histamin
bozofillerin daha fazla salgılamasını engeller. Farklı laboratuvarlarda
tekrarlanan bu çalışma homeopatik eriyiklerin histamin gibi etki
yarattığını ortaya çıkartmış. Bu sonucun üzerine Ennis bu etkinin yok
sayılamayacak kadar gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kalmış.
Bu nasıl oluyor? Homeopatlar kömür, örümcek zehiri gibi maddeleri etanol
içinde eriterek, bu "ana eriyik"i su ile tekrar tekrar sulandırır.
Sulandırma düzeyinden bağımsız olarak homeopatlar, orijinal ilacın su
molekülleri üzerinde iz bıraktığını iddia eder.
Ennis in niçin konuya kuşkuyla yaklaştığını anlayabiliyoruz. Kaldı ki
homeopatik tedavinin, geniş kapsamlı, plasebo-kontrollü klinik bir
deneyde bugüne dek yararlı olduğu kanıtlanmadı. Ancak Belfast çalışması
(Inflammation Research, vol 53, p 181) bazı şeylerin "etkin olduğunu"
gösteriyor. Enis diyor ki: "Bulgularımızı açıklamakta zorlanıyoruz.
Dolayısıyla başkalarını ileri deneyler yapması için teşvik ediyoruz.
Eğer bu ileri deneylerde sonuçlar olumlu çıkarsa kimya ve fiziği yeniden
yazmamız gerekebilir."
5) KARA MADDE VAR DENİYOR, AMA NEDİR AÇIKLANAMIYOR!
Fizikçiler, evrende bazı olayları açıklayabilmek için kara maddenin
varolduğunu söylüyor.
Yerçekimi konusundaki bilgilerimizi galaksilerin nasıl döndüğü konusuna
uyarladığınız zaman, ortaya yeni bir problem çıkar, çünkü galaksilerin
hızla birbirlerinden ayrılması gerekir. Galaktik madde merkezi bir nokta
etrafında yörüngeye oturur, çünkü bunların karşılıklı kütleçekimsel
cazibesi, merkezcil kuvvetler yaratır. Ancak galaksilerde, gözlenen
dönmeyi yaratacak miktarda kütle yoktur.
Amerikalı astronom Vera Rubin, 1970 li yılların sonlarına doğru bu
anormalliği tespit etti. Fizikçilerden gelebilecek en anlamlı tepki,
görebildiğimizden daha fazla kütlenin varolabileceği doğrultusundaki
önermeydi. Burada sorun bu "kara madde"nin ne olabileceği konusunda
kimsenin bir fikri olmamasıydı.
Şu anda hálá bu soruya kimse yanıt veremiyor. Öneri bol ama bu konuda
bir ortak bir görüş yok. Bu da bilim adına utanılacak bir konu.
Astronomik gözlemlere göre kara madde evrendeki kütlenin yüzde 90 ını
oluşturmakla birlikte, insanoğlu bu yüzde 90 ın ne olduğunu bilmemekte.
Büyük bir olasılıkla en önemli neden belki de böyle bir şeyin
varolmamasıdır. Rubin de gerçeğin bu olduğuna inanıyor: "Eğer seçme
şansım olsaydı, geniş mesafelerdeki kütleçekimsel etkileşiminin doğru
olarak tanımlanması için Newton ın yasalarının değiştirilmesini talep
ederdim."
6) MARS TA METAN GAZININ KAYNAĞI NE?
Viking uzay araçlarından biri Mars ta metan gazı var, diğeri yok diye
rapor etti? Var mı yok mu?
1976 yılında Gilbert Levin gört gözle uzay aracı Viking den gelecek
verileri bekliyordu. Mars tan milyonlarca kilometre uzakta, Viking uzay
araçları Lander, yerden aldıkları toprak örneğini karbon-14 etiketli
madde ile karıştırdı. Lander ın üzerindeki enstrümanlar, topraktan
yayılan emisyonun içinde metan gazı olduğunu saptarsa, Mars ta yaşam
olduğu anlaşılacaktı.
Viking sonucun pozitif olduğunu belirtti. Demek ki bazı organizmalar
karbon-14 ü sindirip yaktığı için metan gazı çıkıyordu.
Ancak bu sonuçlar beklenilen etkiyi yaratmadı. Çünkü, organik
molekülleri bulmak için tasarlanan başka bir enstrüman hiçbir şey
bulamamıştı. Bilim adamları da Viking in yanlış veri gönderdiği
konusunda görüş birliğine vardı. Peki Viking niçin pozitif sonuç
göndermiş olabilirdi?
Tartışmalar şiddetlendi. Bu arada NASA nın Mars a son gönderdiği Rover
ların yolladığı bilgilere göre Mars geçmişinde sulak bir gezegendi ve bu
nedenle yaşam olasılığı vardı. Levin, Mars tan gelen tüm verilerin
yaşam olduğuna ilişkin görüşünü desteklediğini ileri sürüyordu.
Ve Levin bu iddiasından hiçbir zaman vazgeçmedi ve bu konuda da yalnız
değil. Los Angeles teki Güney Kaliforniya Üniversitesi nden hücre
biyoloğu Joe Miller, verileri yeniden gözden geçirerek, emisyonun 24
saatlik biyolojik döngüsüne ilişkin kanıtlar içerdiğini ileri sürdü. Bu
da, yaşamın olduğuna ilişkin çok önemli bir kanıttı.
Acaba öyle mi? Mars a gönderilecek araçların, Mars ta yaşam olup
olmadığını bazı moleküllerin şekline bakıp karar verecek.
7) HESAPTA OLMAYAN BU PARÇACIKLAR DA NE?
Atomun yapısı modelinde asla yer almayacak bazı parçacıklar gözlendi.
Eğer bu doğruysa, evrenin genişlemeyi bir kenara bırakın, kendi üzerine
çökmesi gerekirdi!.. Ama bu parçacıkların varlığına inananlar da var. Bu
nasıl oluyor?
Bundan 4 yıl önce Fransa da bir parçacık hızlandırıcısı varolmaması
gereken 6 parçacık tespit etti. Bunlara tetra-nötron adı verildi. Dört
nötronun birbirine bağlanmasıyla oluşan bu yapılar fizik yasalarına
meydan okuyordu.
Caen deki Ganil hızlandırıcısında çalışan Francisco Miguel Marques ve
arkadaşları bu yapıları yeniden ele geçirmenin yollarını arıyor. Eğer
başarılı olurlarsa bu kümeler, atomik çekirdekleri bir arada tutan
kuvvetleri yeniden gözden geçirmemize neden olacak.
Ekip, berilyum çekirdeğini küçük bir karbon hedefe ateşleyerek,
çevresindeki dedektörde biriken parçacıkları inceledi. Dedektörlere
çarpan 4 ayrı nötronun izini göreceklerini umut ediyorlardı. Oysa Ganil
ekibi yalnızca tek bir dedektörün üzerinde tek bir ışık çakması tespit
etti. Bu ışık çakmasının enerjisi, dedektöre 4 nötronun aynı anda
çarpmış olabileceğini gösteriyordu. Kuşkusuz, bu rastlantısal bir keşif
olabilirdi. 4 nötron aynı yere aynı anda rastlantısal olarak varmış
olabilirdi. Ne var ki bunun bir rastlantı olma olasılığı çok düşüktü.
Ancak tetranötronların varolma olasılığı da bu rastlantı kadar düşüktü.
Çünkü parçacık fiziğinin standart modelinde tetranötronlar yer almaz.
Pauli ilkesine göre aynı sistem içindeki iki proton veya nötronun bile
kuantum özellikleri aynı değildir. Aslında bunları bir arada tutan
şiddetli nükleer kuvvet o şekilde ayarlanmıştır ki, bırakın 4 nötronu
bir arada tutmayı, iki yalnız nötronu bile birlikte tutamaz. Marques ve
ekibi bu keşif karşısında o kadar büyük bir şaşkınlığa uğramış ki,
bulguların yanlış olduğunu düşünüp bir kenara atmışlar.
Bu arada tetranötronların varlıklarına ilişkin başka kuşkular daha söz
konusu. Fizik yasalarını bir kenara itip 4 nötronun birbirine
bağlanmasına izin verdiğiniz takdirde kaos meydana gelebilir (Journal of
Physics G, vol 29, L9) Bu şu anlama geliyor: Evren genişlemeye fırsat
bulamadan çökerdi!..
Bu mantık silsilesinin içinde yine de bazı boşluklar var. Hálihazırda
geçerli olan kuramlar tetranötronların varolabileceğini kabul ediyor,
ancak çok kısa ömürlü bir parçacık olarak. Maddenin çoklu nötronlardan
oluşabileceği fikrini destekleyen bir başka kanıt da nötron yıldızları.
Çok fazla miktarda yapışık nötron içeren bu unsurlar, nötronların
kümeleşmeleri durumunda açıklanamayan bazı kuvvetlerin ortaya
çıkabileceği olasılığını gündeme getiriyor.
PIONEER 10 VE 11 İ UZAY BOŞLUĞUNA ÇEKEN NE?
Şimdi güneş sisteminin dışına çıkarak yıldızlararası boşlukta yol alan
Pioneer 10 ve 11 uydularını uzay derinliklerine çeken veya iten bir
enerji var, bu nedir?
Bu iki uzay aracı ile ilgili bir öykü. Pioneer-10 1972 yılında
fırlatıldı, Pioneer 11 bir yıl sonra yola çıktı. Şu günlerde iki uzay
aracı, uzayın derinliklerinde sürükleniyor. Ancak bunların yörüngesi göz
ardı edilemeyecek kadar önemli.
Çünkü bunları bir şey itiyor veya çekiyor olabilir. Bu şey uzay
araçlarının hızlanmasına yol açıyor. Gerçi sonuçta ortaya çıkan hızlanma
saniyede bir nanometreden küçük! Bu da Dünya nın yüzeyindeki
yerçekiminin on milyarda birine eşit. Ancak yine de Pioneer 10 u 400.000
kilometre öteye sürükleyecek kadar güçlü. NASA nın, Pioneer 11 ile
bağlantısı 1975 yılında kesildi. Ancak o noktaya kadar Pioneer 10 ile
benzer bir sapmaya maruz kalmıştı. Bu sapmanın nedeni ne olabilir?
Bunun kimse bilmiyor. Yazılım hataları, güneş rüzgárları veya yakıt
sızıntısı gibi bazı olası açıklamaların yanlışlığı şu ana kadar
kanıtlandı. Eğer bunun nedeni kütleçekimsel bir etkiyse, bu bizim
bildiğimiz kütleçekimi olamaz. Aslında, bazı fizikçiler bu konuda o
kadar çaresizler ki, bu gizemi açıklamak için açıklaması olmayan başka
fenomenlere başvurmaktan çekinmiyorlar.
İngiltere deki Portsmouth Üniversitesi nden Bruce Bassett, Pioneer
bilmecesinin, hassas yapı sabiti olan alfa daki değişikliklerden
kaynaklanmış olabileceğini ileri sürüyor. Diğerleri nedenin kara delikle
ilgili olabileceğini düşünüyor.
Bazıları da uzay aracından gelen erken yörünge bilgilerinin yeniden
incelenmesi gerektiğine inanıyor. Bu veriler, yeni bilgilerin ışığı
altında incelendiğinde taze fikirlere zemin hazırlayabilir. Ancak
sorunun temeline inebilmek için güneş sisteminin derinliklerindeki
yerçekimsel etkiyi test edecek yeni uzay araçlarına ihtiyaç var. Böyle
bir aracın 300 ile 500 milyon dolara mal olacak olması NASA yı
düşündürüyor. Yine de Pioneer anomalisinin fark edilemeyen bir ısı
kaynağı gibi çok basit bir nedene bağlı olabileceği olasılığı da var.
9) EVRENİN GENİŞLEME HIZINI ARTIRAN NE?
Keşif doğru, genişleme artan hızla sürüyor, fakat bu hızı artıran
kuvvetin ne olduğu bir sır.
Bu, fiziğin en utanç verici, en ünlü problemlerinden biridir. 1998
yılında astronomlar evrenin giderek artan bir hızda genişlediğini
keşfettiler. Ancak bu sonuç hálá nedenini arıyor. O zamana kadar
evrenin genişlemesinin Big Bang den sonra yavaşladığı düşünülüyordu..
Ann Arbor daki Michigan Üniversitesi nden kozmolog Katherine Freese,
"Süpernova, galaksi kümeleri gibi gözlemlerimizden elde ettiğimiz
bilgilerin bizlere uzayın genişlemesi ile ilgili bilgi vereceğini
umuyoruz" diyor.
Bir öneriye göre boş uzayın bazı özellikleri bu konuyla ilgili.
Kozmologlar buna kara enerji diyor. Ancak bu da her şeyi açıklamakta
yetersiz. Ayrıca evren geniş anlamda ele alındığı zaman Einstein ın
genel görelilik kuramının biraz manipüle edilmesi gerekiyor.
10) UZAYDAKİ KUIPER UÇURUMU NASIL AÇIKLANACAK?
Plüto gezegeninin ötesinde buz tutmuş kayaların olduğu bir kuşak vardır.
Bu Kuiper kuşağını geçtikten hemen sonra, birden hiçbir şeyin olmadığı
boşluk başlıyor. Bu nasıl oluyor?
Güneş sisteminin iyice uç noktalarına doğru yol alır ve Pluto nun
ötesine geçerseniz çok tuhaf bir şeyle karşılaşırsınız. Birden, buz
tutmuş kayalarla kaplı uzay bölgesi olan Kuiper kuşağını geçtikten hemen
sonra artık hiçbir şey yoktur.
Astronomlar bu bölgeye Kuiper uçurumu adını veriyor, çünkü kaya
yoğunluğu birden bire bu bölgede azalıyor. Bu nasıl oluyor? Bunun tek
yanıtı 10. gezegen olabilir. Bu arada Quaoar veya Sedna dan
bahsetmiyoruz. Dünya veya Mars kadar büyük olabilen bu masif nesne,
bölgeyi çer-çöpten temizliyor olabilir.
Colorado, Boulder deki Southwest Araştırma Enstitüsü nden Alan Stern,
"GezegenX"in varlığı ile ilgili kanıtların giderek inandırıcı bir boyuta
ulaştığını belirtiyor. Hesaplamalar böyle bir gezegenin, Kuiper
uçurumunun varolma nedeni olabileceğini düşünse de, kimse bu gizemli
10.gezegeni görmüş değil.
Ancak bunu da açıklayabiliriz. Kuiper kuşağı Dünya dan çok uzak olduğu
için işe yarar bir görüntü almak zordur. Bölge hakkında bir şey
söylemeden önce oraya gidip bu kuşağa bir göz atmak gerekir. Ancak bu da
bir on yıldan önce olmaz. NASA nın Kuiper kuşağı ve Pluto ya doğru yol
alacak olan New Horizon uzay aracı, 2006 yılının ocak ayında
fırlatılacak. 2015 yılından önce Pluto ya ulaşamayacak olan uzay aracı,
ancak o zaman bu bilinmeyen bölgeyle ilgili bilgi gönderebilecek. Bu
arada Kuiper uçurumunun ne olduğunu öğrenmek isteyenlerin yapacağı tek
şey, uzayı izlemek.
11) 28 YILDIR AÇIKLANAMAYAN SİNYAL NEREDEN GELDİ?
1977 tarihinde Ohio State University den astronom Jerry Ehman, "Big Ear"
adı verilen radyo teleskobunun kaydettiği sinyali görünce şaşkınlıktan
küçük dilini yutuyordu. Uzaydan alınan bu sinyal 37 saniye sürdü. Aradan
28 yıl geçti ama kimse bu sinyali neyin gönderdiğini çözemedi.
Yay (Sagittarius) takımyıldızı yönünden gelen radyasyon pulsu, 1420
megahertz radyo frekansı aralığı içindeydi. Bu frekans, uluslararası
antlaşmalar gereğince yayın yapılması yasaklanan bir radyo frekansı
içinde yer alıyor. Gezegenlerden gelen termal emisyonlar gibi doğal
kaynaklı radyasyonlar, genellikle daha geniş frekansları kapsar. Peki bu
sinyali ne göndermiş olabilir?
Bu yöndeki en yakın yıldız 220 ışık yılı uzaktadır. Eğer sinyal buradan
gelmiş olsaydı, çok daha güçlü bir astronomik olay meydana gelmiş olurdu
-veya çok gelişmiş bir verici kullanan uzaydaki ileri bir uygarlıktan
geliyor da olabilir.
Bu tarihten sonra gökyüzünün o dilimi yüzlerce kez tarandı. Ve bir kez
daha o sinyale rastlanmadı. Ancak Big Ear teleskobunun, herhangi bir
zamanda, gökyüzünün milyonda birini taradığını düşünürsek, aynı dilim
içinde yayın yapan uzaylı bir vericinin yeniden tespit edilmesinin de
çok zor olduğu anlaşılır.
Başkaları bunun çok basit ve sıradan bir açıklaması olduğunu düşünüyor.
SETİ projesinde görev alan bilim adamlarından Dan Wertheimer, bu
sinyalin kirliliğin bir sonucu olduğunu düşünüyor. Başka bir deyişle bu,
Dünya daki bir vericiden kaynaklanan radyo frekansı enterferansı
(parazit) olabilir. Wertheimer, "Buna benzer pek çok sinyale
rastlıyoruz. Bu tür sinyallerin genellikle interferans olduğunu
anlıyoruz" diyor.
12) ASLA DEĞİŞMEMESİ GEREKEN ALFA YOKSA DEĞİŞTİ Mİ?
Alfa sabiti, değişmiş olabilir mi? Eğer öyleyse bu fiziğe ihanet
anlamına gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim içine girdiğini
belirleyen çok önemli bir sabittir ve değişmemesi gerekir.
1997 yılında, Sydney deki New South Üniversitesi nden astronom John Webb
uzaktaki bir kuasardan Dünya ya gelen bir ışığı analiz etti. Kuasarlar,
çok uzakta olup kuvvetli radyo dalgaları gönderen gökcisimleridir. 12
milyar yıllık yolculuğu sırasında bu ışık, demir, nikel ve krom gibi
metal bulutları arasından geçmiş olmalıydı. Ve bilim adamları bu
atomların, kuasar ışığın fotonlarının bir kısmını emdiğini keşfetti.
Eğer bu gözlemler doğruysa, alfa adı verilen hassas yapı sabitinin,
ışık, bulutlar arasından geçerken farklı değerlere sahip olduğu
varsayımı ortaya çıkar.
Ancak bu fiziğe ihanet anlamına gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl
etkileşim içine girdiğini belirleyen çok önemli bir sabittir.
Dolayısıyla değişmemesi gerekir. Bunun değeri, elektronun yüküne, ışığın
hızı ve Planck ın sabitine bağlıdır. Bunlardan biri değişmiş olabilir
mi?
Fizikçilerin hiçbiri bu ölçümlerin doğruluğuna güvenmek istemedi. Webb
ve ekibi sonuçlarında bir yanlışlık olup olmadığını inceliyor. Ancak şu
ana kadar bir hataya rastlamadılar.
Webb in bulguları alfa ile ilgili bilgilerimize meydan okuyan tek
fenomen değil. Bugün Gabon, Oklo da bulunan ve 2 milyar yıl önce aktif
olan, bilinen tek doğal nükleer reaktör, ışığın madde ile etkileşimi ile
ilgili bir şeyin değiştiğini gösteriyor. Los Alamos National Laboratory
den Steve Lamoreaux ve ekibi, Oklo nun başlangıcından bu yana alfanın
yüzde 4 ten fazla azaldığını ileri sürüyor.
Ancak Paris teki Institute of Astrophysics ten astronom Patrick
Petitjean , Şili deki Very Large Teleskope (VLT) tarafından saptanan
kuasar ışığı analiz edince, alfanın değiştiğine ilişkin herhangi bir
bilgiye ulaşmadıklarını bildirdi. Bu arada VLT ın ölçümlerini inceleyen
Webb, Paris ekibinin daha gelişmiş bir analize ihtiyaçları olduğu
sonucuna vardı. Bu ölçümler üzerinde çalışan Webb ve ekibi bu yılın
sonlarına doğru anomaliyi çözdüklerini açıklayabilir.
13) SOĞUK FÜZYON YOKSA GERÇEK Mİ?
Oda sıcaklığında çok kolay yoldan bedava enerji elde edildiğinde, bütün
ülkelerin enerji sorunu çözülecektir. 16 yıl önce böyle bir deney
gerçekleştirilmiş ve dünya ayağa kalkmıştı. Ancak, bu deney bir daha
tekrarlanmamıştı. Şimdi bu düşünce yeniden canlandı!
16 yıldan sonra soğuk füzyon yeniden gündemde. Aslında, soğuk füzyon
hiçbir zaman gündemden düşmemişti. ABD Deniz kuvvetleri
laboratuvarlarında, nükleer reaksiyonların, oda sıcaklığında,
tükettiğinden fazla enerji üretip üretmeyeceği konusunda 200 den fazla
deney yürütüldü. Böyle bir sonuç, sadece yıldızların içinde oluşur..
Eğer bu, yani kontrollü soğuk füzyon yeryüzünde gerçekleşirse, enerji
sorunumuz biter. Amerikan Enerji Bakanlığı yeni soğuk füzyon deneylerine
yeniden açık çek verdi..
Enerji Bakanlığı nın 15 yıl önce yayımlanan ilk raporu, Utah
Üniversitesi nden Martin Fleischmann ve Stanley Pons un orijinal soğuk
füzyon sonuçlarının yenilenmesinin mümkün olmadığını açıklıyordu.
Soğuk füzyonun temel iddiası şuydu: Paladyum elektrotları ağır suya
batırıldığı zaman ortaya çok büyük miktarda enerji çıkacaktı. Sonuçta
bir enerji patlaması yaşanacaktı. Burada sorun füzyonun oda sıcaklığında
gerçekleşmemesiydi.
George Washington Üniversitesi nden mühendis David Nagel e göre bu sorun
değil. Süper iletkenlerin açıklanmasının 40 yılda açıklandığına dikkat
çeken Nagel, soğuk füzyonu bu aşamada reddetmenin yanlışlığına
değiniyor.
{Alıntıdır}