İnsanlar bulundukları topraklara belli maddi ve manevi
değerlerle
bağlanırlar. Aidiyet böylece teşekkül
eder. Dini değerler, kavmi ve
tarihi geçmiş, o
topraklarda doğup büyümek gibi…
Mesela
Almanya’ya giden işçi Mehmedimiz, yıllarca bu ülke de
çalışır,
bu arada çocukları olur, o ülkenin dilini tam olarak öğrenir,
vergi
verir, askere bile gider. Bu birkaç nesil de devam eder. Peki bu
kişi
o ülke için ne ifade eder? Alman mı olur? Hıristiyan mı olur?
Elbette
hiçbiri değil. Ya kimdir bu Mehmet? Sadece vatandaş…
Almanya’da işler bozulur, Almanya harbe girer yahut bazı tabii
felaketlere
duçar olursa ne yapar? Tatlı canını seve seve verir mi? Bu
topraklar
için “Bin Mehmed feda olsun” der mi? Elbette hayır…
Demek ki bir toprak parçasını vatan yapmak için vatandaşlık yeterli
bir
aidiyet değildir. O topraklar herhangi bir derde duçar olduğu zaman
vatandaşın
burnunun kemiği sızlamaz. Vatandaş o vatanda rahat yaşamak
ve
menfaatlerini devam ettirmek idealindedir. O zararda yoktur, kârda
vardır;
ölümde yoktur, yaşamakta vardır. O kendi için kaymak devşirmek,
şöhret
olmak, cep doldurmak yollarında vardır. Bu değerlendirme yalnız
Almanya
ve Mehmed için değil, herkes için geçerlidir. Siz bana
Güneydoğu
mücadelemizde verdiğimiz on binlerce şehit için de bir tane
bile
vatandaş örneği gösterebilir misiniz?
A.
Hikmet Müftüoğlu’nun “Üzümcü” isimli okuma parçası bu gerçeği
çok
güzel anlatır. Koskoca bir Osmanlı Devleti rûy-u zemininde bizimde
sayısız
din, ırk, cins ve cibilliyette vatandaşlarımız olmuştur. Biz de
onlara
sadakatleri boyunca nice nimetler dağıtmışız. Din de kardeş
olmadıklarımızı
bile “tende kardeş” kabul ederek can, mal, ırz ve
namuslarını
korumayı vazife bilmişizdir. Vatanımız dört bir yandan
çevrildiği
zaman ne acılar, ihanetler, arkadan hançerlemeler yaşamadık
mı?
Bu iç düşmanlar ne acı ki asırlarca Osmanlı ekmeği yemişlerdir.
Şimdi
ki çağdaş (!) emperyalist canavarlar gibi biz onlara “dinime gir,
dilimi
öğren, benim gibi yaşa” da dememişiz. İsteyen çanını çalmış,
isteyen
borusunu öttürmüştür. Bu tarihi gerçekleri kimse inkar edemez.
140
milyon Osmanlı arşiv kaynakları sapasağlam elimizdedir. Gelelim
“Vatandaş
Nazım Efendi” meselesine.
Polonya
Yahudilerinden Verzanski ailesi İstanbul’a yerleşir.
Sabetayist
kökenli bir ailedir. Osmanlı Devletinden kayda değer mevki
makam
ve dünyalık devşirirler. Paşalar gibi yaşarlar. Zaten Nazım
Efendi
bir paşazadedir. İşçilikle ırgatlıkla hiçbir zaman alakası
olmamıştır.
Gençlik yıllarında “Ağa Camii” gibi şiirler de yazar. Ama
bu
kısa bir dönemdir. O her zaman kübik salonları, tatlı su Frenklerini
ve
komünist Rusya sevdalılarını tercih etmiştir. Dini, tarihi ve kültür
değerleriyle
kavgalıdır. Sistem ile olan mücadelesini milletimize
hakaretlerle
devam ettirmiştir. Komünist Rus mezalimini ağzına bile
almamış,
Stalin zaliminin katlettiği milyonlarca (Türkmen, Azeri, Kırım
ve
Ahıska) Müslümanları için kılını bile kıpırdatmamış aksine - “ Beni
Stalin
yarattı.” hezeyanını ifade etmiştir. Dinine, vatanına, milletine
vefa
göstermediği gibi karısı ve oğlu Memede de vefa göstermemiş,
Rusya’dan
bulduğu Vera isimli bir kadınla yaşamıştır.
Aslında Nazım korkak bir zavallıdır. Eski tüfek komünistler
kitaplarında
ve gazete röportajlarında bu gerçeği teferruatlı bir
şekilde
anlatırlar. Ülkemizde ki Nazımperverlik akımına gelince bu
tamamıyla
hissi bir kahraman üretme komedisidir. Onlarda bu gerçekleri
bilirler.
Ama ne olursa olsun bizim de bir Nazımımız olsun derler.
Kendisini
sağcı, milliyetçi, muhafazakâr addedenler içinde de bu akıma
kapılıp
Necip Fazıl’ı Nazım ile zikretmeyi bir mecburiyetmiş gibi gören
şahsiyet
yoksulu zavallı bedeviler vardır. Bu tipler ne zaman Necip
Fazıl
diyecek olsa hemen yanında Nazım derler. Güya bununla her
düşünceye
saygılı olduklarını ifade etmiş olurlar. Bu şap ile şekeri
birbirine
karıştırmaktan başka bir şey değildir. Bu acziyettir,
cehalettir,
gaflettir. En kötüsü Necip Fazıl merhumun hatırasına büyük
bir
hürmetsizliktir.
Merhum Necip Fazıl’da
sisteme karşı kavga vermiş, hapislerde
yatmış,
çileler çekmiş ama hiçbir zaman yurdunu terk edip kaçmamış,
Müslüman
Türk milletinin ezeli düşmanlarının çizmelerini yalamamıştır.
O
mücadelesi içinde milletinin yüce değerlerini hayatı pahasına
savunmayı
borç bilmiştir. Bu iki insanı aynı kabul etmek ikisi de
madendir
diye altın ile demiri bir saymak kadar abestir. Hele şiir
konusunda
bu kıyas fil ile farenin kıyasından da zavallıcadır.
Bu asil milleti millet yapan değerlerden uzak oluşu bir yana bir de
mukaddesat
düşmanlığı yaparak milletimizin can düşmanlarıyla hareket
edeceksin.
Buna rağmen ben her türlü maddi ve manevi imkanlarını bu
vatan
için seferber edenlerle seni aynı kefeye koyacağım öyle mi?
Elbette
böyle olmamalı.
Bütün insanları sevelim,
ayrım yapmayalım, kimseye zulmetmeyelim
derken enayi
de olmayalım. Dostumuzu düşmanımızı, bizi sırtımızdan
hançerleyenleri
unutmayalım.
Ülkemizdeki Nazımcılık başlı
başına bir paranoyadır. Bir kişi hem
Atatürkçü, hem
Nazımsever, hem CHP’li, hem milliyetçi nasıl olabiliyor?
Bunların
hiçbirinin ciddi ve akla uygun izahı yoktur. Çünkü birbirine
zıt
olan şeyler aynı kabul edilemez. Nazım, Mustafa Kemal ile mücadele
etti,
İnönü zamanında kodeslere girdi, milli değerler ile kavgalıydı.
Bu
samimiyetsiz haller sapmışlığın meydana getirdiği eksantrik
durumlardır.
Ama her şeye rağmen allem-kallem
ettiler, Nazım Efendi’yi büyük bir zafer kazanmışcasına vatandaşlığa
kabul ettiler.
AK Parti’nin Kültür
Bakanlığını deruhte edemeyen nakıs kültürlü
bakanı
(kurban ve çarşaf çağdışıdır vecizesinin sahibi!) böylece tarihe
geçmiş
oldu. AKP’nin bu millete namus yeminleri ile verdiği nice sözler
unutuldu.
Nazım’ı vatandaş yapmanın ne Nazım’a, ne AKP’ye ne de bu millete
bir
faydası vardır. Bu eski tüfek solcu Kültür Bakanının AKP’ye attığı
ofsayttan
bir goldür. Bilenlerce malumdur ki, değişen bir şey
olmamıştır.
(BEN
BU SİTENİN KURUCUSU
VE AK GENÇLİK ÜYESİ OLMAMA RAĞMEN AKPNIN BU NAZIM
KONUSUNDAKİ AFFINA
SEÇİM YATIRIMI OLARAK BAKIYORUM.BU OLAYI
KONFERANSTADA TEŞKİLET
BŞKANLARINA AÇMIŞTIM AHMET KAYA AFFINDA İSE BİR
SAMİMİYET VE
GEREKLİLİK SEZİYORUM.KIRMIZI YAZI HARİÇ DİĞER BÖLÜMLER
BANA AİT
DEĞİLDİR.)
Nazım
zaten ezelden beri “Vatandaş Nazım Efendi” değil miydi?
A Efendiler!