hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Tarih Boyunca Bilim ve Din İlişkisi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Tarih Boyunca Bilim ve Din İlişkisi 2duy3hj

Tarih Boyunca Bilim ve Din İlişkisi Empty
MesajKonu: Tarih Boyunca Bilim ve Din İlişkisi   Tarih Boyunca Bilim ve Din İlişkisi EmptyC.tesi Ocak 02, 2010 1:32 pm

Bilindiği gibi, İnsanlar târih
boyunca varlığı anlamaya çalışırken, iki temel yaklaşım dikkat
çekmiştir. Bunlardan birisi, ilahi vahyin ışığında varlık aleminin
yorumlanmasi: diğeri ise, vahye ve fizik alemde vahyin paraleli olan
gerçekliklere göz ve kulakların kapatılarak yapılan
değerlendirmelerdir.


Bediüzzaman Said Nursi,
varlığı okumada bilimsel bilginin elde edilmesinde, ilahi vahiy ve
fizik aleme kulak verilerek onların işaret ettiği hakikatlere her
insanın ulaşmasının, yaratılışından getirdiği “akıl” cihazının bir
gereği olduğunu vurgulamıştır. İnsan sahip olduğu bu özelliğinden
dolayı, sorumluluk yüklenebilen, ve diğer canlılar arasında temayüz
edebilen bir özellik göstermiştir.


İşte bu özelliğinden dolayıdır
ki, Bediüzzaman Said Nursi, insanlık tarihinin olumlu ve olumsuz
dönemlerini belirlerken “aklı kullanma becerisini” temel kriter olarak
ele almıştır.


I.
Bediüzzaman Kur’an-ı Kerim’de
akıl ve düşünmeye sevkeden “Düşününüz!”, “Hala düşünmez misiniz?”,
“Onlar hiç düşünmezler mi?”, “Bakınız!”, “Bakmazlar mı?”, “Ey akıl
sahipleri ibret alınız!” gibi ikazları temel referans alarak insanlık
tarihini değerlendirmiştir. İnsanlık tarihini İslâm ve Batı
toplumlarına bu temel kriter yani “akıl” çerçevesinden bakarak belli
dönemler tanımlamıştır.


Aklın kullanıldığı, yeni
fikirlerin üretildiği, insanın varlığı sorguladığı Bediüzzaman’ın
ifadesiyle “medrese-i efkar” niteliğindeki dönemler “müstakbel”; akılla
değil hislerle hareket edildiği, istibdat, taklit ve taassubun her
alanda yaygınlaştığı ve kuvvetin hakim olduğu dönemler ise “mazi”
şeklinde ifâde edilmiştir.


Bediuzzaman’in tanimladigi
“mazi” ve “mustakbel” donemleri dogrusal bir cizgi takip etmemis akli
kullanmaya bagli olarak sekillenen donemsel bir gorunum ortaya
cikarmistir.


Bediüzzaman bu kavramlar
çerçevesinde İslâm’ın ilk üç asrını, benzersiz gelişmelerin görüldüğü
dönemler olarak ifâde, ederken; İslam’ın dördüncü ve beşinci asırlarını
kemale mazhar olan devir olarak yorumlamıştır.


Bilindiği gibi bu dönemlerde,
Peygamberimiz ve ondan sonra gelenler tarafından ilahi vahyin saf ve
dış etkiden korunmuş olmasından dolayı, dini duyarlılık çok kuvvetli
idi. İslâm doğrudan Peygamberden ve sahabeden öğrenilebiliyor, hiçbir
dış etkiden çekinmeden hak ve hakikat aranabiliyordu.

Hz. Peygamber donemi, dort halife devri endulus emevileri ve abbasilerin ilk donemleri bu ozelligi gostermistir.

Sonraki dönemlerde israiliyat
denilen dış etkiler İslâm toplumlarının içine girmeye ve gündelik
hayatlarını etkilemeye başlamıştır. İşte Bediüzzaman, tarihin bu
dönemini İslamların “mazi”si olarak ifâde etmiştir. Hicri beşinci
asırdan on ikinci asra kadar, yani miladi, on birinci asırdan on
dokuzuncu ve yirminci asra kadar geçen dönem “mazi” şeklinde ifâde
edilmiştir. Bir başka ifâde ile taklit ve taassup dönemleri Risale-i
Nurların neşredilmeye başladığı yıllara kadar uzanmıştır. Bahsedilen bu
dönemde, İslâm toplumları taklit ve taassup bataklığı içinde gerilemiş,
İslâm’ın gerektirdiği dinamizm ve gelişme sağlanamamıştır.


II.
Müslümanlar bu taklit ve
taassup dönemlerinde ilahi vahyi bütün özellikleriyle yaşama becerisini
gösteremediklerinden kültür ve geleneğin etkisiyle, İslami olmayan
birçok şey İslâmî gibi algılanmış, bu durum da Müslümanların hem
İslâm’dan hem de insan tabiatına uygun hür ve gelişmiş yaşama
biçimlerinden mahrum kalmasına neden olmuştur.


Bu dönemde akıldan çok his,
birlikten çok ihtilaf, kendi mesleğine muhabbetten çok başkasının
mesleğine nefret hayat bulduğundan, bilimsel gelişmelerin durmasına
neden olmuştur.


Bediüzzaman bu dönemleri,
geleneğin tozlarıyla örtülmüş kılıca benzeterek, İslâm toplumlarının
Risale-i Nur’daki hakikatlere sahip çıkarak İslâm kılıcını
parlatmalarını, uzun asırlar boyunca vahiy dışı tesirlerin etkisiyle
oluşmuş yanlış anlamaların giderilerek, ilahi vahyin hakikatine
ulaşılması gerektiğini vurgulamıştır.


III.
Bediüzzaman, İslâm
toplumlarında bilimsel gelişmelerin önünü tıkayan önemli bir faktör
olarak da istibdadı göstermiştir. “Mazi” diye tanımlanan taassup ve
taklit dönemlerinin bir özelliği olan istibdat, İslâm’ın ilk emri olan
“oku” emrinin bile önüne geçerek, eğitim kurumlarının statikleşmesine,
taklidin yaygınlaşmasına ve bilimsel bilginin üretilmesine engel
olmuştur.


Bediüzzaman, bahsedilen
dönemlerdeki siyasi yönetimlerin de bilimsel gelişmelerin önüne geçtiği
tespitini yapmıştır. İlmi istibdadı, siyasi istibdadın çocuğu olarak
ifâde ederek, otoriter siyasi rejimlerin özgün fikirler ortaya
çıkarılmasına engel olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca, istibdat-ı ilmiyi
taklidin babası olarak ifâde ederek, ilimde istibdadın bulunmasıyla
taklit çalışmalarının artacağını belirtmiştir.


IV.
Bediüzzaman, Batı
toplumlarındaki gelişmelerle İslâm toplumlarındakini farklı olarak
değerlendirerek, Rönesans ve Reform hareketleriyle Avrupa’nın “aklı” ön
plana alıp, taassup ve taklidi terk ederek bilimsel yaklaşımlara önem
vermelerini onlar için önemli bir dönüm noktası olarak ifâde etmiştir.


Bediüzzaman, Avrupa’da Katolik
kilisesine karşı yapılan reform sonucunda, bilimsel gelişmelerin önünün
açıldığını, Türkiye’de de benzer bir reform yapılması gerektiğini
savunanlara karşı da, Katolik mezhebi ve İslamiyet arasında “akla”
yaklaşım bakımından zıtlık olduğunu, Katoliklik “aklı” azlederken,
İslâmiyet’in akla revaç verdiğini belirtmiştir.


Bediüzzaman Hiristiyanlari
kastederek, “Ehl-i İslâm’ın temeddünü, hakikat-ı islamiyete ittibaları
nispetindedir. Başkalarının temeddünü ise, dinleriyle makusen
mütenasiptir.” demistir.(Münazarat, 86)

Yani, Batı da Katolik
mezhebinin ilkelerinden ayrılmak suretiyle bilimsel gelişme
sağlanmışsa, İslâm toplumlarında da tam tersi olarak, ancak, İslâm’a
yaklaşmakla bilimsel gelişmeler ortaya çıkabileceği vurgulanmıştır. Bu
gercek bugune kadar yeterince anlasilamadigindan islam toplumlari
gerektigi gibi yükselememiştir.


Bütün bunlardan şu sonuca
ulaşabiliriz ki, İslâm toplumları bilimde gelişmek istiyorlarsa, dinin
temel niteliklerine sahip çıkmak zorundadırlar. Ya da Ehl-i İslâm
dinlerini yaşamak istiyorlarsa bilimsel gelişmelere sahip çıkmak
zorundadırlar. Din ve bilim birbirinden ayrılmaz bir gerçeklik...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tarih Boyunca Bilim ve Din İlişkisi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: İslam ve İnsan-
Buraya geçin: