Biri: yaşamak için hakikî ve fıtrî rızıktır ki, taahhüd-ü
Rabbânî (Allah'ın Garantisi) altındadır. Hattâ o kadar muntazamdır
(Düzenlidir) ki, bedende, yağ ve saire suretinde iddihar olunan
(Depolanan) fıtrî rızık, hiç olmazsa yirmi günden ziyade birşey yemeden
yaşatır, hayatını idame eder. Demek yirmi otuz günden evvel ve bedende
müddehar (Biriktirilmiş) olan fıtrî rızkı bitmeden zâhiren (Görünüşte)
açlıktan vefat edenler rızıksızlıktan değil, belki sû-i itiyattan
(Kötü Alışkanlıktan) ve terk-i âdetten (Adetin terkedilmesinden) neş'et
(Kaynaklanan) eden bir hastalıktan vefat ederler.
İkinci kısım rızık: İtiyat (Alışkanlık), israf ve sû-i istimâlat
(Kötüye kullanmalar) ile tiryaki olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve
sun'î rızıktır. Bu kısım ise taahhüd-ü Rabbânî altında değil, belki
ihsana tâbidir. Kâh verir, kâh vermez.
Bu ikinci rızıkta, bahtiyar odur ki, medar-ı saadet (Saadetin gerekleri)
ve lezzet olan iktisat ve kanaatle sa'y-i helâli (Helal kazanç için
çalışmak), bir nevi ibadet ve rızık için bir fiilî dua bilerek
müteşekkirâne (Şükrederek) ve minnettârâne (Minnet Duyarak) o ihsanı
kabul edip hayatını saadetkârâne (Mutlu olarak) geçirir. Ve bedbaht
(Bahtsız) odur ki, medar-ı şekavet (Sıkıntı sebebi) ve hasâret (Ziyan)
ve elem (Üzüntü) olan israf ve hırs ile sa'y-i helâli (Helal kazanç için
çalışmayı) bırakarak, her kapıya başvurup, tembelkârâne (Tembellikle)
ve zâlimâne (Zalimce) ve müştekiyâne (Şikayet Ederek) hayatını geçirir,
belki öldürür.
Bediüzzaman Said Nursi