hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Özenti Gençlik

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Özenti Gençlik 2duy3hj

Özenti Gençlik Empty
MesajKonu: Özenti Gençlik   Özenti Gençlik EmptyPtsi Tem. 12, 2010 10:02 am

Bazı şeyler vardır, anlatmakla öğrenilemez; ancak yaşamakla öğrenilir.
Yaşamayan bilmez. Çocuğa ateşin yaktığını ne kadar anlatırsanız
anlatın, onu tatmadıkça, acısını hissetmedikçe gerçek manada ateşin ne
olduğunu anlayamaz.

Yaşamadıkça zararının tam olarak anlamanın mümkün olmadığı hususlardan
biri de şöhret ve paradır. Bilhassa gençlerimiz bu iki arzuya kavuşmak
ve “sanatçı” olmak için maddi-manevi pek çok değerlerini feda ediyorlar.
Halbuki “Dışı seni, içi beni yakar” misali arzulardır bunlar.

Bu arzuların zararlarını Sevgili Peygamberimiz bakınız kısa ve öz olarak
nasıl ifade buyuruyorlar: “Mal ve şöhret
hırsının insana vereceği zarar, iki aç kurdun bir koyun sürüsüne
saldırdığı zaman vereceği zarardan daha çoktur.” “Bir vadi dolusu
altını olan, bir vadi dolusu daha ister!”
(Buhari, Rekaik 10)


Akıllı insanlar, dinimizin bildirdiği nasihatlerden, başkalarının
tecrübelerinden istifade etmesini bilirler. Küçük çocuklar ve ahmaklar
ise kendileri tecrübe etmedikçe gördüklerine, başkalarının tecrübelerine
inanmazlar.

Şimdi sözün burasında şan-şöhret sahibi bir hanım sanatçımızın
yaşadıklarını, şöhret ve paranın insanı ne hale getirdiğini kendi
ağzından sunmak istiyorum. Bu röportajı magazin yazarı Kenan Erçetingöz
yapıyor. Sanatçımız şu ibretlik sözleri söylüyor:

“Bu para denilen illet, insanı hakikaten yoldan çıkartır. Yani deli gibi
para harcarsın, 55 metrelik yat yetmez 75 metre alırsın. Evin içinde
10 hizmetçi yetmez 20’ye çıkarırsın. Budur yoldan çıkmak. Sokaktaki aç
insanı unutuyorsun. Dinini unutmaya başlıyorsun. Ben hayatımda domuz
eti yemedim, ama benim çevremdeki herkes domuz eti yiyordu ve ben bunu
gördükçe midem bulanıyordu. Para bende, öyleyse güç bende oluyorsun.
Yaratanını unutuyorsun. Ve O da bir gün sana öyle bir tokat atıyor,
‘kendine gel’ diyor.

Şimdi, o lüks hayatı değil, eski günlerimi özlüyorum. Biz bir apartman
dairesinde, üç oda bir salon bir dairede oturuyorduk. Keşke o kadar
paramız olmasaydı. Keşke tekneler, uçaklar hiçbiri olmasaydı. İşte
insanlara bunu anlatamıyorum.

Manevi duygularını yitiriyorsun. Maddi duygular ön plana geçiyor. Nerede
olduğun değil, kiminle olduğun önemli. Sen bir çadırın içinde çok
sevdiğin bir insanla yaşıyorsan, o çadır sana saray gibi gelir. Ama sen
bir sarayın içinde tek başına yaşıyorsan o saray sana hapishane gibi
geliyor. Yani maddiyat öne çıktıkça kibirleniyorsun. İnsanları hor
görmeye başlıyorsun. Yani bu para denilen illet, insanı hakikaten yoldan
çıkartıyor.”

Bunlar bir sanatçının ağzından dökülen ibretlik ifadeler. Satır
aralarındaki pişmanlık ifadelerini eminim siz de yakalamışsınızdır. O
yüzden gençlerimize şunu söylüyoruz: “Gençler, aman
dikkat! Ekranlarda gördüğünüz ışıltılı hayatlara sakın özenmeyin.”


Geriye pişmanlıklar, günahlar ve acılar kalabilir

Ünlü manken ve sinema oyuncusu Yaşar Alptekin’in “Namazla Yeniden
Doğdum” ismiyle kitaplaştırdığı dönüş hikâyesi de ibretlerle dolu...
İşte onun dilinden dökülenler:

“Mankenlerin ve sanatçıların şöhret oldukları dönemde nasıl yaşadıkları,
ne yaptıkları çok ilgi çeker ve merak edilir. Ama ya sonra?

Çoğu kez unutulur gider. Hele de eskiyen mankenlere hayatın ne
yaptığıyla bugünlerde, bunca debdebe arasında kaç kişi ilgilenir ve kaç
kişi böylelerinin yaşadıklarından süzülüp kalanlardan kendisine bir
ders çıkarır, bilemiyorum. Tek bildiğim, bu dünyaya geldim ve
gidiyorum.

Bazen büyük bir toplulukta, bir camiada tek kişinin yaşadığı her şey,
orada bulunanların tamamının yaşadığı ve yaşayacağı her şeyin özeti
olabilir. Çünkü şöhret, tek kişilik bir hayat değildir! Şöhret, bir
insanın bedeninde kalabalıkların bir yöne doğru akışı gibidir.
Alkışlayan ya da yuhalayan o kalabalıklar, size, yani şöhretinize
bakarken, kendilerinde yaşadıkları ve yaşayamadıkları her şey adına
yapıyordur bunları.

Bu hâldeyken geriye dönüp hayatıma göz attığımda, çevremdeki bazı
kişilerin biraz da alaycı bir üslupla sordukları, ‘Yaşar Alptekin bu
kadar iş yaptı, bu kadar popüler oldu; ona şöhret, para, kadın, itibar
ve her türlü nimet sunuldu. Peki, o şimdi bunlardan neye sahip oldu,
elinde avucunda ne kaldı geriye’ sorusuna tüm kalbimle verdiğim cevap
şu:

Öncelikle ben bu âleme sahip olmaya değil, şahit olmaya geldim. Benim
için çok şeye sahip olmaktan ziyade, en az şeye ihtiyaç duymak önemli.
Eski hayatımdan bugüne pişmanlıklar, günahlar ve acılar kaldı. Bunun
bilincinde olup tövbe ederek kazandığım tecrübelerle hidayet yolunda
ilerlemek, Rabbimin bana bağışladığı en büyük lütuf…

Benim yaşadıklarımı okuyan gençlerin, ‘Aaa, biz de 30'a-40'a kadar
gönlümüzce yaşayıp sonra hidayete erip sıyrılırız’ demelerinden
korkuyorum! Çünkü bu hayatta kimsenin yarın ne olacağı belli değil…

Ayrıca ben, eski hayatımdaki para, şöhret, kadın gibi, gençlerin ilgi
duyacağı imkânları elimdeyken terk ettim. Benim bulunduğum mankenlik ve
oyunculuk ortamında 50-60 yaşına kadar aynı hayatı sürdürenler var.
Ben, ‘Artık bu şekilde yaşayamam, yaşım da ilerledi. Bari hidayete
ereyim’ diye düşünmedim. Tam tersine, 42 yaşındaydım ve pekâla aynı
hayatı sürdürebilirdim. Ancak imanın, namazın ve Allah'a kul olmanın
güzelliği, geçmişimdeki her türlü çekicilikten daha cazip ve tatlı
geldi.

Dünüm ve bugünümle yaşadığım her şey, inişlerim ve çıkışlarım bana
gösterdi ki, aldığım her nefes bir sonraki nefesle birlikte hükmünü
yitiriyor... Hayat da bir podyuma benziyor. Moda dünyasında düzenlenen
defilelerde nasıl her elbiseyi giyip çıkartıyor ve yeni kreasyonlarla
yeni yeni elbiseler taşıyorsak, alıp verdiğimiz her nefes de tıpkı
üstümüzde taşıdığımız farklı elbiseler gibidir.

Bilhassa genç kardeşlerime sesleniyorum; çünkü gençler, sanat ve sinema
dünyasındaki ışıltılı hayata özenebiliyorlar... Eğer o hayat, insanı
mutlu etseydi, eğer aklını, ruhunu, kalbini, duygularını doyursaydı, ben
o debdebeli ve tantanalı yaşamı bırakıp Yunusvari, dervişane bir
hayata sığınmazdım...

Yanlış anlamayın! ‘İslam'ı yaşamak’ demek, dünyayı,
sanatı, eğlenceyi bırakmak demek değil; sadece seçici olmak, dinimize
uygunluğuna dikkat etmek demek. Zaten meşru daire, keyfimize ve
zevkimize yeter; haram eğlencelere girmeye hiç gerek yok...


Ben de mankenliği, televizyonu ve sinemayı tamamen terk etmedim; ama
seçici davranıyor, dinimize uygun olmasına dikkat ediyorum. Sonuçta
sanat da bir tebliğ aracı değil mi? Hakkını vererek, ihlasla yaparsak
sevap bile kazanabiliriz!”

“Basın hürriyeti” ifadesi altına sığınıyorlar


Ne yazık ki günümüzde açık saçıklık ve ahlaki hassasiyetlerin
kaybedilmesi adeta modernliğin ön şartı olarak kabul ediliyor. “Bu
müstehcendir, edebe aykırıdır, zararlıdır” gibi tepkiler gösterenler de
gericilik ve çağ dışılıkla suçlanıyor. Bu yaklaşım, müstehcenlikle
mücadelede Türkiye’nin en büyük açmazlarından birini oluşturuyor.

Dünyanın her yerinde basın ve medya hürdür, sansür edilemez. Basın
hürriyeti, medyanın doğru, tarafsız ve güvenilir yayıncılık yapmasının
teminatıdır. Bu anlamda, basın özgürlüğü, basın kuruluşlarına tanınmış
bir ayrıcalık değil, halkın anayasal bir hakkı olan “haber alma
özgürlüğünün” bir gereğidir.

Ancak, müstehcen muhtevalı yayınlar sadece haberlerle sınırlı değil.
Reklamlar, diziler, filmler ve bir çok programın basın hürriyeti ile ne
ilgisi olabilir ki?

Müstehcen muhtevalı yayınların denetlenmesi basın hürriyetini
kısıtlamaz. Basın hürriyeti, müstehcen içerikleri ne kadar
yayınlayabildikleriyle ölçülemez. Çünkü müstehcen içerikler olmadan da
yayıncılık yapılabilir. Nitekim toplum değerlerine uygun çerçevede yayın
yapan birçok gazete, dergi, televizyon ve radyo mevcuttur.

Medya kuruluşları, müstehcenlikle mücadeleyle ilgili yasal düzenlemelere
“basın hürriyeti engelleniyor” şeklinde karşı çıkmak yerine, önce
kendilerine bakmalı; toplum düzenini, kültür ve değerlerini gözetip
gözetmediklerini düşünmelidirler.

Keza, yasalar basın ve medyaya hürriyet tanımış, fakat bu kuruluşların
kamu hizmeti yapan kuruluşlar olduğunu da belirtmişlerdir. Kamu hizmeti
sunan yayınlar, kültür ve değer paylaşımını sağlayan, birlik ve
beraberliği pekiştiren nitelikte olmalıdır. Bu çerçevede, müstehcen
muhtevalı yayınlar, kamu hizmeti anlayışına da ters düşmektedir.

Fuhşun en güçlü silahlarından birisi: İnternet


Teknolojik buluşlar, iki yüzü keskin kılıç gibidir. En çarpıcı örnek
atom bombası, nükleer enerji… Faydalı şekilde kullanılmadığında
binlerce, milyonlarca insanı ve canlıyı yok etmektedir. Televizyon ve
internet de bu anlamda değerlendirilmelidir. Yanlış kullanıldığında pek
çok istenmeyen neticeyi beraberinde getirecektir.

Öncelikle teknolojinin önemli bir buluşu olan televizyona hazırlıksız
yakalandık. Batı’nın alt yapısı buna müsaitti. Okuma alışkanlıkları
yeterli düzeydeydi ve en önemlisi de alışkanlık haline gelmişti. Bunun
için Batı’nın bünyesine bizdeki kadar zarar vermedi. Dengeli olarak ve
ihtiyaç miktarı kadar izleniyor, zaman boşa harcanmıyor.

Bizde ise, okuma alışkanlığı kazanılmadan televizyon girdiği için, zaten
cılız olan kitap okuma alışkanlığı neredeyse tamamen yok oldu.
Dengeler alt üst oldu, televizyonkolik hale geldi halkımız. İhtiyaç
olsun olmasın, yatana kadar televizyon başından ayrılmıyor insanımız.
Bu da, sosyal ilişkileri bitiriyor.

Zamanımızın teknolojik harikası olan internet için de durum aynı. Yine
hazırlıksız yakalandık. Fakat internet, günlük hayatımızın vazgeçilmez
bir parçası haline geldi. Her alanda bundan en iyi şekilde yararlanmamız
gerekiyor. Bugün gerçek manada bir ticaret, bir eğitim, internetsiz
mümkün değil.

Ancak ne yazık ki, internet nedir, ne değildir, nasıl istifade edilir,
faydası-zararı nedir, öğrenmeden internet denizine açıldık. Yüzme bilen
az bir kesim bundan istifade edebilmekte, geri kalanlar ise boğulmak
üzere...

Yeni bağımlılık türü: İnternet kafeler

Cumhuriyet Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma, bu acı gerçeği gözler
önüne seriyor. “Yeni bağımlılık türü: İnternet kafeler” konulu
araştırmada, internet kafelere gidenlerin yüzde 43’ünün “chat” yaptığı,
yüzde 26’sının değişik bilgisayar oyunları oynadığı, yüzde 7’sinin film
izlediği, yüzde 19’unun internet ortamında gezindiği ortaya çıktı.
Chat yapanların ise, yüzde 36’sı arkadaş bulmak, yüzde 14’ü flört,
yüzde 34’ü sıradan konuları konuşmak, yüzde 6’sı da cinsellik amaçlı...


İnternet kafelerde, internete oyun oynamak amacıyla girenlerin yüzde
54,5’i şiddet içeren oyunları oynarken, yüzde 22’si zekâ oyunlarını
tercih etmekte. Sporla ilgili oyunları oynayanların oranı ise yüzde 19.
Şiddet muhtevalı oyun oynayanlara, sıradan bir öldürme olayı “çekici”
gelmemekte; parçalayarak, acı çektirerek öldürme oyunları tercih
edilmekte.

İnternet kafelerdeki üçüncü etkinlik olan internet gezintisinde ise, en
fazla dikkati çeken siteler, müstehcen siteler. Gezgincilerin yüzde
24’ü oyun, yüzde 23’ü kültür-sanat, yüzde 20’si müstehcen siteleri
ziyaret ederken, eğitim amaçlı sitelere girenlerin oranı ise yüzde 4.

Bilginin paylaşımı ve iletişimi konusunda, yeni ufuklar açan internet,
yerinde kullanılmadığı durumlarda tehlikeli bir silaha dönüşmekte;
bazıları için tutku düzeyini aşan internet, uyuşturucu bağımlılığı
etkisini göstermektedir.

Son yıllarda hızla çoğalan internet kafelerde, mevzuat ve denetim
eksikliğinden dolayı belli bir standart oluşturulamadığından, söz konusu
işletmeler modern bir tesisten çok, olabildiğince sağlıksız koşulların
hüküm sürdüğü mekânlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bir annenin feryadı

İnternet kültürümüz, bilgimiz yok diye de teknolojinin bu nimetini
kötüleyemeyiz, göz ardı edemeyiz. Bunun zararını, faydasını öğrenip,
faydalı hale getirmeliyiz. Bugün bilgisayar asrındayız, bunsuz
yapamayacağımıza göre gerekli tedbirleri almak zorundayız.

Sadece biz değil, gelişmiş Batı’da da bilgisayar-internet alışkanlığı,
eğitimcileri tedirgin etmeye başladı. Avrupa’da, sivil toplum örgütleri,
gençleri adeta esir alan bilgisayar tutkusuna karşı kampanyalar
düzenliyor. Almanya’da düzenlenen “Benim bilgisayarım yok, ama bir sürü
arkadaşım var!” kampanyasındaki slogan dikkat çekici.

Evinde kendine ait bir bilgisayarı olup da bütün gününü ekran başında
geçiren gençler kolay arkadaş edinemiyorlar. Zamanla asosyal ve
problemli bireyler haline geliyorlar. Bilgisayar oyunu, internet
gezintileri, çocukları, gençleri sosyal hayattan giderek koparıyor.
Bilgisayar-internet kültürüne yabancı olduğumuz için, birçok ekonomik,
sosyal sıkıntılara sebep oluyor. Gazetelere kadar intikal ediyor bu
olumsuzluklar.

Bu olumsuzluklara bakıp, bilgisayarı kaldırmak yerine, olumsuzlukları
ortadan kaldırmak gerekir; bunun için de gençlerimizi bilinçlendirmemiz
gerekiyor. Böyle yapmazsak faturası ağır olur. İşte size bilinçsiz bir
kullanıcının sebep olduğu olay.

Zavallı bir anne feryat ediyor:

“Oğlumuz internetin faydalarını anlattığında her şey kulağa hoş
geliyordu, ta ki internetin tutsağı haline gelene kadar! Telefonumuz,
gelen yüklü telefon faturaları ve kendi imkânlarımızla ödenmesi mümkün
olmayan borçlar nedeniyle kesildi.

Bu arada bilgisayar bozuldu. Eğer tamir ettirmezsek oğlumuz bu
alışkanlıktan kurtulur, diye düşünüp çok sevinmiştik, ama boşuna
sevinmişiz. İnternet kafeler geç saatlere kadar açıkmış. Oralara gittiği
ilk gün eve gece ikide geldi. İnternetin başına oturduğunda zaman
mefhumunu unutuyor, paralar da suyunu çekiyor, para dayanmıyor.

Böylece bir yıl geçti. Biz çok üstüne gitmedik, ara ara uyardık, ama
oğlumuz sarhoş gibiydi, etkilenmiyordu. Sonunda iflas ettik. Para
bulamayınca bizden habersiz babasının iş arkadaşlarından para almaya
başladı. Borçlarımızı ödeyebilmek için varımızı yoğumuzu satılığa
çıkardık. Bize verdiği zararlar, yararlarını çoktan aştı.

22-23 yaş insan hayatının en üretken dönemidir. Bu olaydan sonra oğlumun
okul hayatı söndü. İş hayatı yok, çalışmıyor. Gençlik en güzel çağını
bu aletin başında geçiriyor. Bu imkân, nasıl faydalı hale
getirilebilir, bunun için kurum ve kuruluşlar neler yapabilir? Yetkili
kuruluşlar buna bir çare bulmak zorunda…”

Ölçü kaçırıldığında daha başka yan tesirleri de çıkıyor internetin...
Bunları da magazin yazarı Aykut Işıklar’ın kaleminden özetleyelim:

“İnternet iyi güzel de, gezgin olmayı tadında bırakmak gerekiyor.
Açıkçası bağımlısı olmanın pek çok zararı var. Önce eşinizle aranızı
bozabiliyor. Son zamanlarda pek çok hanım, eşinin kendisinden daha çok,
internet ile ilgilenmesinden şikâyetçi. İkinci plana itilmekten,
unutulmaktan, ilgisizlikten yana dertliler. Kendisini, eşinin metresi
olarak hissedenler bile var.

Bazı arkadaşlarım da, ‘Ne cumartesimiz kaldı, ne pazarımız... Zaten
yüzünü zor görürdük, şimdi hiç görmez olduk’ diyor. Doğrusu düşünülmesi
gereken toplumsal bir olay. Acaba toplum bilimcilerimiz internet ve
aile yaşamı hakkında ciddi bir araştırma yapıyor mu? Ben sadece
duyduklarımı iletmekle yetineceğim. İnternet yüzünden eşine daha az
zaman ayıran beylerin olduğu kesin.” (Mehmet Oruç, Huzurun Kaynağı
Aile, s. 54)

Chat arkadaşlığı ne kadar doğru?


Günümüzde kısa zamanda çok hızlı bir şekilde yaygınlaşan, hayatın her
kesiminde, alışverişten ticarete, kurum ve kuruluşların örgütlenmesinden
propagandalara, reklamlara, ciddi araştırmalardan eğlenceye ve en
önemlisi aileye kadar her alan içinde yer alan bilgisayar ve internet
ile insanlık yeni bir gelişim yaşamaktadır.

Dinimiz, tüm dünya nimetlerini hizmetine verdiği insanlığın eriştiği
yeniliklere, keşiflere karşı durmaz. Çünkü Yüce Allah, insanın bilmediği
ama var olan bütün ilimleri ve bilinmezleri bilen olarak, insanın
gözlemleri ve deneyleri ile bilmesini istediği, ona takdir ettiği
bilimi, istediği zamanda kuluna (insana) öğretir.

Başka bir deyişle; insan bir bilgiye çalışarak ve çabalarının semeresi
olarak Allah’ın ihsan etmesiyle kavuşur. Durum böyle olduğuna göre din
bilime, tekniğe, buluşlara, yeniliklere neden karşı gelsin ki!

Ancak dinimiz buluşların, yeniliklerin insanlığın yararına
kullanılmamasına, onların aracılığı ile insanların zarar görmesine ve
Allah’ın emir ve yasaklarının çiğnenmesine karşıdır. Günümüzün yeniliği
internet ile insanlar bilgiye kolay ve güvenilir biçimde ulaşıyorlar.
Birbirlerinden bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Bilgi, ihtiyacı olan
kişilere kısa zamanda, kolaylıkla ve iyi niyetli ciddiyet ortamında
ulaşmış oluyor.

İnsanların bu şekilde birbirlerinden bilgi alışverişinde bulunmaları ve
aralarında kurulan bu amacı belli, seviyeli, saygın ilişkileri din
yasaklamaz. Fakat ne yazık ki bütün internet ilişkileri bu ölçülerde
değil. Bir grup ilişkiler var ki; sadece merak, heyecan, macera, ilgi ve
tatmin arayışı ile cinsiyet üzerine kurulup sürdürülüyor.

Bu tür internet arkadaşlıkları –ki “sanal arkadaşlık-hayal arkadaşlık”
isimleri ile masumlaştırılmak istense de– gerek amaç boyutuyla, gerek
içerik (konuşulan konular), gerek gizlilik ve halvet (tenhaya çekilme)
boyutuyla ve en önemlisi kurulmuş yuvalara verdiği zararlar boyutuyla
dinen caiz (uygun) değildir. Çünkü burada bilgi edinmek adına temiz bir
niyet ve şeffaflık yok. Aksine cinsiyet güdüsünün, insanı kurallardan
sıyırarak tatminini sağlayacağı zevkleri amaç haline getirdiği bir
ilişki var.

İnsanın ahlaki kişiliği, başıboş ve sorumsuz bu ilişkiden büyük zarar
görmektedir. Bu ilişki bir hastalık gibi çocukları, gençleri, yuva
sahibi eşleri sarıp sarmalayıp içine çekiyor. Onları sahip oldukları
aileden, çevreden koparıyor. Psikolojisi ve ahlak değerleri altüst olmuş
bir şekilde boşluğa fırlatıyor.

Ahlak yozlaşmasına kapı aralıyor


İnternet arkadaşlığı için; “Sanal ortamda gerçekleştiğinden gerçekle
karıştırılmaması gerekir” gibi ifade kullanılması artık mümkün değil.
Çünkü olayların boyutları, gelişimleri ve sonuçları, her açıdan iyice
incelendiğinde, ortada toplumun 14-34 yaş grubunu tehdit eden büyük bir
cinsî ahlak yozlaşması tespit edilecektir.

Cinsî ahlakta iffet ve namusun korunmasını esas alan İslam dini, kadın
ve erkeğin iffet ve namuslarını korumalarını emretmekle beraber (Nur, 24/32-33) insan fıtratının
gerektirdiği cinsel ihtiyaç ve arzularının tatminini görmezlikten de
gelmez; bilakis bunu son derece tabii karşılayarak ihtiyaçlarının
karşılanabileceği meşru yol olarak evliliği işaret eder.

Bu konuda bize Rum Suresi’nin 21. ayeti çok açık ve net bir şekilde ışık
tutmaktadır. İffetlerini koruyan, evlilik içi meşru cinsel ilişki ile
yetinen, mutlu ve mesut olmayı başaran mü’minlerden de övgüyle söz
edilmektedir. (Mü’minun, 23/5-6)

Ayrıca evlilik girişimleri yapan eş adayları için; birbirlerini
yakınlarının yanında (halvet olmaksızın) görmelerini, bakmalarını
(şehvet olsa bile), tanımalarını, konuşmalarını, karşılıklı şartlarını
belirtmelerini uygun görmektedir.

Sözün burasında fıkıhta “halvet” denilen mesele üzerinde durmakta fayda
var. Aralarında devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkek ile bir
kadının bir yerde baş başa kalmaları İslam hukukuna göre halvet
terimiyle ifade edilir.

Hadislerde, aralarında nikâh bağı veya devamlı evlenme engeli olmayan
kapalı bir mekânda baş başa kalmaları yasaklanmıştır. Bir hadiste,
Efendimiz “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman
ediyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın; çünkü
böyle bir durumda üçüncüleri şeytandır”
(Müslim, Hac, 74)

buyurmuştur.

Böyle bir durum karşı cins için tahrik edicidir. Zinaya veya dedikoduya
ve tarafların iffetlerinin zedelenmesine yol açabilir. O yüzden bu
hususa bilhassa dikkat edilmeli.

Sonuç olarak; hangi yaşta olursa olsun her ergen Müslüman, Yüce Allah’ın
emir ve yasaklarını çiğnemesine basamak teşkil edecek, hataları davet
edici davranış ve ilişkilerden kendini korumasının kulluk görevi
olduğunu unutmamalıdır.

“Evliyim, ama chat yapıyorum!”

Sözün burasında bir mailden bahsetmek istiyorum. Maili yazan kişi
şunları söylüyor:
“İş yerinde, arkadaşlar chat yapmanın zevkli olduğunu ve muhakkak
denemek gerektiğini ısrarla bahsettiler. İnsanlardan çok etkilenen
biriyim ve denedim. Bu esnada internette biri ile tanıştım. Başlangıçta
zararsızdı, birbirimize terapi gibi oluyordu. Onun bir takım
sıkıntılarına çözüm bulmam hem karşımdakini hem de beni rahatlatıyordu.
Muhatabım da benim yazılarımdan çok etkilendiğini söyleyip her gün
güzel hoş sözler yazarak beni cezp etti.

Şu an sadece yazışıyoruz o kadar; ancak aile ilişkimin bundan zarar
görmesini istemiyorum. Israrla görüşmek istiyor. Sadece yazıştığım biri
ile bu tür bir ilişkide günaha girmiş miyimdir? Görüşsem, aslında
istemiyorum, ama haram olur mu? Ben neden böyle bir durumu devam
ettiriyorum? Geçmişte yaşadıklarım olabilir mi? Bu durumdan kurtulmak
için ne yapmalıyım?”

Bir kişinin karşı cinsten birisiyle internet ortamında olsa dahi böylesi
tehlikeli ilişkiler kurması elbette doğru değil. Öncelikle bunu
söylemiş olalım.

Kişinin bu durumu devam ettirmesinin sebeplerinden birisi geçmişinde
eşiyle ilgili yaşadığı negatif deneyimler olabilir. Bilinçaltında saklı
intikam duygusu kişiye bunu yaptırıyor olabilir. Bunun dışında merakla
başlamış ve zamanla alışkanlığa dönüşmüş bir davranış olabilir. Sebebi
ne olursa olsun duyguların hoşnut olduğu fakat mantığın rahatsız olduğu
bu durum, ruhu ikilemde bırakacak ve birtakım ruhsal sıkıntılara
davetiye çıkaracaktır.

Bu konudan kurtulmak için öncelikle empati kurulmalı. Sonrasında
atılacak en büyük adım kararlı olmak ve bu kararlılığı chat yapılan
bireye hissettirerek bu duruma bir son vermek olacaktır. Tabii bununla
birlikte kişinin eşiyle hâlihazırda yaşadıkları bu duruma son vermeyi
engelliyor olabilir. Bu sebeple eş ile birebir paylaşımları artırmak ve
eş olma rolüyle onunla birlikte daha fazla zaman geçirmek gerekir.

Chat’layan yuvalar!

Günümüzde chatleşmek maalesef bir çeşit sanal beraberlik haline geldi.
Adam, saatlerce bilgisayar başında oturup hanımını, çocuklarını bir
kenara itip başka bir âlemde geziyor. Eşiyle ilgileneceğine, onun can
yoldaşı olacağı yerde, gidiyor bilgisayarla arkadaşlık ediyor. Daha
doğrusu bilgisayardakilerle... “Bu yaptığın uygun mu?” dediğin zaman da,
“Ben faydalı olmak için yapıyorum” deniyor.

Bir kere, en büyük hatamız, faydalı olmaya evden başlamak yerine “el”den
başlamak... Evdekiler dururken, eh nefsimize de hoş geliyor, önce
“el”lerle uğraşıyoruz. Kişinin önce kendisine, ailesine, sonra da diğer
yakın çevresine, daha sonra da uzak çevresine faydalı olması gerekir.
Şimdi, chat hastalarına sormak lazım:

Elinizi vicdanınıza koyun ve itiraf edin, eşinizle çocuğunuzla mı daha
çok meşgulsünüz, yoksa bilgisayarınızla mı? Bazı chat hastası erkekler
diyebilir: “Benim eşim benimle ilgilenmiyor, ben de o yüzden chatlerde
sürünüyorum.” Yapmayın, siz gerçek manada eşinizle ilgilendiniz de o
sizinle ilgilenmedi mi? Bu kabul edilebilir bir mazeret değildir.

İnsanların kadın olsun erkek olsun, ilgiye, sevgiye ihtiyacı vardır. Siz
verirseniz, alırsınız; ilgi, sevgi karşılıklı olur. Arkadaşlık,
sevgiyi paylaşmak gibi değerlerimizi TV ve bilgisayar öldürüyor,
güzelim aile yuvaları buzdolabına dönüyor adeta. Chat yüzünden
kocasının yüzünü göremeyen, bunun için ruhî dengesini bozan çok kadın
var.

Bekârlara gelince; art niyetli olanları bir tarafa bırakıp olayı iyimser
bir şekilde ele alacak olursak, bunlar da genelde evlilik hayali ile
chatleşiyorlar. İşi ileri götürüp tanıştıktan sonra da hayal kırıklığına
uğruyorlar. Çünkü iki taraf da tam dürüst davranmıyor chatte... Sanki
chatleşme yalan üzerine kurulmuş. Erkek kadın, kadın erkek numarası
çekiyor. Daha nice yalanlar; her şey tozpembe...

Chatte tanışılan bir kişiyle gerçek bir evlilik kurulamaz. Maalesef
dünya acımasızlaştı, güven duygusu yok oldu. Chatte tanışıp mutlu bir
yuva kuranlar var demeyin, bu sadece bir kumar olur. O ancak binde
birdir. Binde birin size isabet etmesini mi bekliyorsunuz? İnternet
üzerinden tanışıp evlenen çiftler, sonra farklı dünyaların insanı
olduklarını anladıklarında geride pişmanlıktan başka şey kalmıyor. Balın
zehiri kıvrandırmaya başlıyor ve acı bir netice tecrübe hanesine
yazılıyor.

Chat gerçeği aslında bu kadarla da bitmiyor, chat vakti öldürmekten pek
de öteye geçen bir şey değil. Ve öldürdüğü şey sadece vakit de değil;
insanın ailesiyle, akrabasıyla, arkadaşlarıyla ilgisini hatta sevgisini
de öldürüyor. Hangi iş olursa olsun, yapılmasındaki zararı faydasından
çoksa, o işi yapmamak aklın gereğidir. Buna göre tüm chatçiler; elinizi
vicdanınıza koyup düşünün; eksiniz mi fazla, artınız mı? Tamam mı,
devam mı? Kararınızı buna göre verin!

Sanal birliktelikler aileyi tehdit ediyor


Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi günümüzde sanal birliktelikler artıyor.
Aslında bu, tamamen fantezilerden oluşan, gerçekle bağlantısı olmayan,
içi boş, kandırıcı, kendini, karşısındaki kişiyi tatmin edecek bir
“obje” haline getirici son derece çirkin bir durum.

Bunun için, utangaçlık, sıkıntı, eşiyle işlerin yolunda gitmemesi,
aradığı gerçek mutluluğu bulamadığı için ne yaptığını bilememe gibi
bahaneler öne sürülebilir.

Hatta başkalarına sorarsa ayıp olur diye düşünüp merak ettiği soruların
cevabını bulmak için yapılmış bir hata; önce merakla başlayıp sonra
kendine hâkim olamayarak devam etme; kendi tipini beğenmeyip aşağılık
kompleksi yaşadığı için, sanal ortamda birliktelik yaşarsa kendisini
daha iyi hissetme gibi daha pek çok gerekçe sayılabilir.

Sanal birliktelikler, ilk etapta kişiyi duygusal olarak tatmin ettiği ve
karşılıklı kimseden kimseye zarar vermediği (!) için tercih ediliyor.
Kadınlar ve erkekler, birbirlerini hiç tanımadan sanal ortamda rast
gele birbirleriyle tanışıyorlar ve bir süre sohbetten sonra
başlıyorlar: Eğitimli-eğitimsiz, evli-bekar, yaşlı-genç fark etmiyor.
Birçoğu farklı bir kimliğe bürünüp kendi gerçek kişiliğini sakladığı
için, ekran başında rahat rahat herşeyi yaşıyorlar.

Başlangıçta çok fazlasıyla işlerine gelen bu durum, zaman içinde
psikolojilerinin bozulmasına neden oluyor. Yapılan davranış, kendi
içinde düzenli ve dengeli bir formda olmadığı için, ilerleyen zamanla
birlikte en hafifinden “suçluluk psikolojisi”ne neden oluyor. Neden
suçluluk psikolojisi?

Çünkü ne kadar sanal olursa olsun, herkes bal gibi biliyor ki yaptığı
şey yasak ilişki. Buna bir anlamda zina da diyebilirsiniz. Günlük
yaşamında “namus timsali” edalarıyla dolaşan bu kişiler, kendi sanal
âlemlerinde ağızlarına bile almak istemedikleri kelimeleri kendilerine
yakıştırdıklarının farkında… Bu nedenle bilinçaltı vicdan devreye
giriyor ve “Sen ne yaptığının farkında mısın?” diyor. Üstelik
muhatabının kim olduğunu bile bilmeden…

Aslında bu, bir ruhsal bozukluktur. Böylelerinin en kısa zamanda tedavi
olması gerekir. “–mış gibi” yaşamak, gerçekten koparak sanalda var
olmaya gayret etmek, psikolojik bir sorunun varlığına işaret eder. Ve
yitirilen değerlerin…

İnsan kendisini harama götürecek meraklarından korumalı. Kendi nefsine
zulmeden zalimlerden olmamaya özen göstermeli. Kendi sınırlarını
belirlemeye çalışmalı. Sınırlarını zorlayacak veya kişiyi yanlışlık
yaptığı duygusuna götürecek faaliyetlerden uzak durmalı. Çünkü insan bir
kez bulaşınca, kendisini oradan kurtarması zorlaşıyor. En baştan
sapmamaya gayret edin. Oturup kendinizi suçlamak yerine, dürtülerinizin
aksine kürek çevirin yeter.

Mehtap Kayaoğlu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Özenti Gençlik
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Gençlik Rüzgarları
» Gençlik narın çekirdeğinde!
» Gençlik Çağında Cinsel Gelişme
» 19 Mayıs ATATÜRK'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu Olsun
» Gençlik Festivali'nin Bu Yılki Sanatçıları Duman ve Funda Arar Oldu

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: İslam ve İnsan-
Buraya geçin: