hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Yapayalnız

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Yapayalnız 2duy3hj

Yapayalnız Empty
MesajKonu: Yapayalnız   Yapayalnız EmptyPaz Mayıs 30, 2010 10:54 am

Ne zaman
kalabalıklardan bunalsa, yalnızlığın kuytu sahillerine çekilmek,
toplumdan uzaklaşmak üzere sessizliğin kalbine doğru yol
alırdı. İşte o vakitlerde küçükken öğrendiği bir cümle
düşerdi hatırına: ”Allah Yalnızdır, Yalnızları
Sever!..”


Yalnızlık;
kendini arayanların demirlediği sükûnet limanı!..
Yalnızlık; büyük davalara adananların, büyük
söylemleri, büyük idealleri olanların ayrılmaz
yoldaşı!.. Yalnızlık; iç dünyasına yönelenlerin paha
biçilmez hazinesi!.. Yalnızlık; hakiki aşkı tadanların
sessiz-kelimesiz sır lisanıyla maşuk sohbetine
koyulduğu kutlu zaman dilimi!..



Hz.Muhammed(s.a.v) in Risalet öncesinde günlerce, hatta
haftalarca süren Hira Mağarası yalnızlıklarını düşündü…Yanına
biraz azık, bir testi su ile çıktığı Cebel-i Nur’da geceleri
nasıl geçirirdi?... Neler tefekkür eder, nasıl
zikreder, nasıl uyur, nasıl ibadet ederdi?!..
Yıldızlarla, ayla konuşur muydu ki?... Gece
karanlığında börtü böcekten, yabani hayvanlardan hiç mi
ürpermezdi?.. Hepsiyle dost olmuştu da, çok özel bağlara mı
sahipti yoksa?!..


Sonra
dervişleri düşündü…Tekkelerde 40 günden 1001 güne varan Çile
dönemlerini, yapayalnız yaşayan o güzel insanları…Küçücük
hücrelere, hatta bir insanın zor sığacağı daracık
mekanlara onları iten muhabbet nasıl bir şeydi?!.. Neyi
arıyorlardı?.. Günlük hayatı, ailesini, işini,
çevresini bırakıp neden uzlete çekilmek isterdi
insan?!..



Hz.Mevlana’yı düşündü sonra… Şems’in gelişi ile düşen yıldırım,
her şeyini yakmıştı. Selçuklu başkentinde ne kürsü
vaizliğinin, ne itibarlı hocalığın önemi yoktu artık.
Bir tek Şems vardı.

Medresedeki öğrenciler, tekkedeki dervişler, vaaz
bekleyen cemaat, sohbet özleyen halk sıfırlanmıştı
gözünde. Sadece Şems vardı. Işık parlamış, pervane
şulenin yörüngesine girmişti artık…Nuru gören için,
dışarısı bitiyordu. Nura hayran olana zifiri karanlıktı
dış dünya.


Geceler
boyu sohbet edeceklerdi. Şems, Mevlana’nın gözlerine
bakacaktı saatlerce.
Kelimelerin kaçacak delik aradığı konuşmalardı bunlar.
Bu mana; kelimelere can çekiştirir, harfler intihar
ederdi!.. Şems uzun uzadıya nazar edecek, o nazarla iç
aleminde depremler yaşayan Mevlana titreyecek,
sarsılacak, kendinden geçecekti. Maşuk nazarının
tetiklemesi ile Mevlana’da nice faylar kırılacak,
kırılan yerlerden billur kaynaklar fışkıracaktı. Ertesi gün
dışarı çıktığında Hak Ziyası Hüsameddin’im dediği dervişe
şiirler, beyitler yazdıracaktı. Mesnevi-Fihi Ma
Fih-Divan-Rubailer doğacaktı Mevlana’dan… Hak Aşkının sevda
ırmakları çağlara akacaktı gün be gün çoğalarak...
Mevlana, şiirler okuyacaktı Şems’e…Hüsameddin’in
yazdığı defterleri gösterecekti… Beyitleri okuyan Şems
şöyle diyecekti:”Aşkım bir umman!... Senin
yazdıklarınsa damlası bile değil!…
İnan damlası bile
değil!.. ” Beyite sığmazdı Şems’in gönlü… Bunu Mevlana
da bilir, Eyvallah derdi…Okyanusu kadehe dökmeye
çalışmaktı aşkı yazıya yansıtmak!... Söz aşka gelince kelimeler;
manaya kelepçe olmaktan başka neye yarardı ki?!..


Mevlana’dan ayrıldı,
Yunus’a doğru yürüdü… Onun hali niceydi... Köyünden
ayrılıp Taptuk Dergahına kapılanmasına sebep neydi? 40
yıl, dile kolay tam 40 yıl odun taşıdı dergaha. Bir kez olsun
sohbet halkasına almadı Taptuk. Çoğu kere yüzüne bile bakmadı.
Dağdan odun taşır,kendi yalnızlığı içinde yaşardı Yunus…
Dağ; benlikti. Kestiği odunları; benliğinden budadığı
istek-arzu-beklenti dallarını Taptuk ocağında ateşe
verirdi Yunus…Vakit tamam olduğunda bir yalnızlıktan
ötekine yol veriyordu Taptuk… Sefere çıkacak, ilahi aşk
namelerini alıcıları açık sinelere yayacaktı dalga
dalga… Kalma isteğini reddetti Taptuk, ne dediyse
olmadı, çıkacaktı uzak illere…Günlerce söyleyecek,
aylarca anlatacak, il il, bucak bucak gezecek ama her
şiiri Taptuk’la başlayıp Taptuk’la bitirecekti…


Hallac-ı Mansur’u gördü bir an… ”Enel
Hak” sırrını ifşa edince önce zindana, sonra darağacına
mahkum edilen o büyük yüreği düşündü… Kolları
bacakları kesilirken kahkaha attığı
naklediliyordu.İşkence edilirken nasıl gülerdi insan?!.. Bu
nasıl bir şeydi?... Aşk; acıları sevince,sıkıntıları
felaha,derdi huzura, ateşi suya, belayı nimete, cehennemi
cennete dönüştürür derlerdi ama anlaşılır gibi değildi.… Zaten
aşkı kim anlayabilmişti ki yaşayanlardan başka?!..



Kıtaların
kucaklaştığı yerde, Salacak’tan Kız Kulesini
seyredecekti…Yalnızlığın anıtlaşan heykeliydi Kız
Kulesi…Efsanelere sığdırılamayan, asırlara meydan okuyan, cesur
yalnızlıkların biricik şahidi, güvenilir sırdaşıydı Kız Kulesi…

Kral kızı
Heros, halkın en alt kesiminden Leandros’a tutulunca babası
buraya hapsetmişti. Aşk kural tanımaz; kurallı-kayıtlı
yaşayanlar da aşka hayat tanımazdı…Leandros geceleri kulaç
ata ata Heros’un tuttuğu fenerin aydınlığında kuleye
ulaşır, sabaha dek yıldızları kıskandıran muhabbet
pırıltıları serperlerdi yakamozlar oynaşan dalgalar
üstüne.Leandros gün ışımadan dönerdi sahile. Bir gece
fener söndü, akıntıya kapıldı Leandros. Heros’un
gözleri önünde, çaresiz çırpınışlar, haykırışlar
arasında karanlık sulara gömülüyordu dışarıdakilerin kıskandığı
ve hiçbir zaman sırrına varamadığı aşk!...


***


Sahilde
demlenen şarapçıya takıldı gözleri. Kâh şarkı söylüyor, kâh
şiir okuyordu. Göz ucuyla süzdü adamı. Sokakları mekan
tutan adam şişeyi uzatarak: ”Bir yudum al, iyi gelir!”
dedi. Hayır, dedi.Kendini bildi bileli damlasını
koymamıştı ağzına. Hayatın sırrına ermenin bir yönü de,
bazı şeyleri hiç tatmamaktı. Manasız tavırları mana
zannetmek; şeytanın giriş kapılarından en süslü
olanıydı çünkü…

”İçmiyorsun bari bir sigara ver” dedi kirli sakalını
parmaklarıyla tarayarak. Sigara yok, dedi…

”Ne işe
yararsın öyleyse?!..” diye homurdandı adam…Sarhoşun
sorusu,hayatın anlamını çiziyordu sanki.Ne işe yaradığını bir
anlasa, çözecekti sırrı…Ne işe yaradığını anlamak;
kendini tanımaktı.Kendini tanımak; Rabbini tanımaktı…



Çayını
yudumlarken denizi içine çekercesine derin nefesler aldı. Umman
kadehe sığar mıydı? Denizin önüne baraj konabilir miydi?...
Akıl kalıplarıyla aşk anlaşılır mıydı?!..

Mevlana’yı
andı tekrar…Bir gece sohbet ederlerken kapı vurulmuş, dışarıdan
kalabalık bir güruh;”Şeeeems dışarı çıııııkkk!” diye
bağırmıştı. Mevlana yaklaşan acı kaderi sezmişçesine:

”Çıkma”
diye yalvardı. Zat boyutundan, Hikmetten öte Kudretten bakan
Şems gülümsedi:

”Telaşlanma, verdiğimiz sözü tutma vakti
gelmiştir” diyerek kapıya yöneldi. Mevlana: ”Ne sözü,
nereye, niyeee? “diye yapıştı ellerine… Şems, yıllardır
sakladığı sırrı söyledi: ”Şam’da Rabbime yalvarmış,
aşkımı seyredeceğim bir ayna istemiştim. Rabbim seni
verdi, sende seyrettim…” İyi işte, seyre devam edelim,
dedi Mevlana. Şems; ”Rabbim de bana demişti ki, o aynayı
verirsem ne bağışlarsın? Tereddütsüz şöyle demiştim; Başımı
veririm!...”

Şems dışarı çıktı. Sadece bir “Allaaaah” nidası
duyuldu. Ay ışığında yerde üç beş damla kan seçiliyor,
ama ne baş, ne ceset, ne de katiller gözükmüyordu!…
Aşkları sır olmuştu. Mevlana’yı sahiplenenler, Onu
paylaşmak istemeyenler şehit etmişti Şems’i.Aşkın
doğasıydı en yakın çevrenin tahammülsüzlüğü!…Aşkın
doğasıydı Firkat!..


Güneş,
Ayasofya kubbesini okşayarak guruba yönelirken denize
kızıl bir yorgan çekiyordu.


Kim bilir
belki de hala Şems’in, Mecnun’un, Leandros’un yüreğinden
sızan kan, denize güller serpiyordu…Öyleydi hayatın
işleyişi; Aşıkların acı çekmesi; dışarıdakilere gül
koklatırdı. Çileyi Mevlana çekmiş, Mecnun çekmiş, Şems
çekmiş, onların derdi sonradan gelenlere destansı
güzellikler armağan etmişti. Büyük fikir adamları,
çığır açan liderler için de durum aynıydı. Işık olmak;
kendini yakıp bitirmekti. Birkaç gönül ehlinin yanışı;
nicelerinin aydınlıktan yararlanıp zevk u safa etmesiydi. Hakkın
işine akıl mı ererdi?!…


Şubat;
Şehadet ayı demişlerdi İslam Tarihçileri… Belki de şehadetin
kırmızısıydı denize örtülen..


Kimilerine
göre Vahdete Erme yolu, kimilerine göre Şirkin en âlâsıydı
Aşk!.. Kim bilir belki de aşka tahammül edemeyip darbe
indirenler; aşıklara iyilik ediyor, onları şirkten,
ikilikten arındırıyordu (…)
….

Hava kararmaya yüz tutarken, siluetini
kubbelerle minarelerin mühürlediği kentte ezan sesleri
yankılandı: Allahu Ekber, Allahu Ekber!.. Kanuni’nin
muhteşem eseri Süleymaniye’de ışıklar yanmıştı.
”Dünyaya meydan okuyan koca sultan bir kadına; Hürrem’e
yenildi!..” diye yazıyordu siyaset tarihçileri.
Hürrem’in başrole oturtulduğu saray entrikaları romancıların
vazgeçilmez sermayesiydi. Oysa kimse çıkıp “Koca Kanuni’de
sadece güç, kudret değil, sevebilecek kocaman bir yürek
varmış!..” diyemedi. Sevmek; yenilmekti çoğunluğa göre! Ne
sevgiyi anlayabildi, ne de hazmedebildi kalabalıklar!…



Hayata yalnız
başlıyor, yalnız devam ediyor, yalnız boyut
değiştiriyordu insan. Kalabalıklar hep sanaldı. Ne diyordu
ayette kıyamet günü için? “O gün kişi en yakınlarından bile
kaçacak!..”


Sadece
kıyamet günü mü yalnızız,diye düşündü. O gün bugündü, o an bu
andı, o dem bu demdi. İnsan aslında her an yalnızdı.
Aynı yastığı paylaşan eşlerden biri kâbus yaşarken
diğeri cennet nehirleri görebiliyordu. Kabre çift
gömülen hiç yoktu. İnsan; çevresi ile neyini, ne kadar
paylaşabiliyordu ki?... Her insan; kendine özgü bir
yalnızlık definesiydi.


Yaşam,
Kesret boyutunda sürecek, Vahdet kesretle iç içe yaşanarak
sistem deveran edecekti.


Nicedir
daldığı hayallerden, yalnızlığından sıyrıldı, topluma dönmek
üzere camiin yolunu tuttu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Yapayalnız
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: İslam ve İnsan-
Buraya geçin: