hukuk.forum.st
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

hukuk,hukuki,adliye,dava,müvekkil,hukuk haberleri,avukat,savcı,hakim,forum
 
AramaLatest imagesAnasayfaKayıt OlGiriş yap

 

 Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jensen
Hukuk Forum
Jensen


Giriş Tarihi : 30/03/09
Yer : İstanbul
Yaş : 34
Mesajlar : 14824
Rep Puanı : 14472
Rep Gücü : 6503
Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri 2duy3hj

Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri Empty
MesajKonu: Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri   Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri EmptyPtsi Mayıs 17, 2010 12:07 pm

GİRİŞ


Osmanlı Devleti 17. yüzyılın sonlarına doğru kaybedilen
savaşlarla
tanışmaya başlamıştır. Kaybedilen savaşlar sonrasında
sarsılan
askeri otorite ve devlet düzeninin yanında, ekonomik ve sosyal
hayatta
olumsuz yönde etkilenmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti bu durumu

düzeltmek için kendi içinde arayışlara başlamıştı. Fakat bu amaç
doğrultusunda
yapılan çalışmalardan iyi bir derecede başarı
sağlanamamıştı.
Osmanlı bu içinde bulunduğu durumu düzeltmek için yüzünü
artık
batıya çevirmeye başladı. Bunun ilk örneklerini III. Selim ve II.

Mahmut’la vermiştir. Güçsüzleşen, Osmanlı’nın durumundan yararlanmaya
çalışan
batılı devletlerin baskısından, kurtulmak amacıyla Osmanlı
Devleti
1839 da Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanı’nı yayınlamıştır. Bu
fermanların
yayınlanması bile Osmanlı’nın hem içteki hem de dıştaki
baskıları
azaltmada yeterli olamamıştı. Değişen dünya şartları
doğrultusunda
Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu düzeltmek için II.
Abdülhamit ve
Mithat Paşa birlikteliyle Osmanlı’nın ilk anayasası olan
Kanun-i
Esasi 23 Aralık 1876’da ilan edilmiştir. Bu anayasa
doğrultusunda
ülke içinde seçimler yapılarak, 19 Mart 1877 de,
Dolmabahçe
sarayında padişah tarafından Osmanlı’nın ilk meclisi
açılmıştır.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 93 harbinin patlak
vermesiyle
kapatma yetkisi elinde bulunduğuna padişah II. Abdülhamit
28.6.1877
günü meclisi kapatmıştır.



1.OSMANLI'DA
YENİLEŞME ÇABALARI


Her
imparatorluk yükseliş dönemini yaşadığı gibi
bu sürecin sonunda
duraklama ve daha sonrasında da dağılma dönemi
yaşamıştır. Osmanlı
İmparatorluğu da yükseliş döneminin sonrasında
duraklama dönemine
girmiştir. Bu dönemde batı karşısında gerileyen,
taşra birimleri
üzerindeki denetimini yitiren, tüm kurum ve
kuruluşlarıyla hızla
çöküşe doğru giden devletin, içinde bulunduğu kötü
durumdan telaşa
düşen yöneticiler çözüm arayışlarını hızlandırdılar.
Yeniden eski
gücün kazanılması için, yerli kurum ve geleneklerin
diriltilmesi
yönündeki girişimler, bunları uygulayacak kadroların
yetersizliği
yüzünden başarılı olunamadı. Ayrıca kendisini yenileyecek

dinamikleri tamamen körelen kurumlar, bozulan
yapıyı onarmada yetersiz kalıyordu. Bu durumda,
daha
kolay ve uygulamaya konulabilecek hazır çözümler öneren Batılılaşma
gündeme geldi.


Avrupa’da yeni bir
siyasal düzen ve toplum anlayışının
kapılarını açan 1789 Fransız
İhtilali,, Osmanlı Devleti’nde “yenilikçi
padişahlar dönemi”nin
başlangıcıdır. III. Selim, 1808’e kadar süren
iktidarında, askeri,
idari, mali ve iktisadi alanlarda ilk köklü
değişiklikleri başlattı.
Bu köklü değişim çabaları daha çok askeri
alanda olmuştur. Batı
orduları karşında alınan mağlubiyetler sonunda
tekrar başarılar
kazanmak amacı güdülüyordu. Bu uğurda III. Selim
Nizam-ı Cedid’i
(Yeni Düzen) teşkil edecektir. Hareket esas itibariyle,
dış
görüntüsünde belirlendiği üzere sadece askeri değildir. Talim ve
terbiyesi
kalmamış bir insan yığınından ibaret olan yeniçeriler
karşısında
modern bir ordu tesis etmenin yanında, ulema sınıfının
nüfuzunu
kırmak, selâhiyetlerini azaltmak ve ayrıca Avrupalıların sanat
ve
ilimdeki ilerlemelerine ortak olucu sınâi, ziraî, iktisadi
müesseselerden
iktibaslar yapmak arzu ve iştiyakı mühim rol oynamıştır.



Yenileşme çabalarının süreklilik kazanması ancak II.
Mahmud’un
saltanatının son devresinden itibaren mümkün olabildi. Zarar
gören
devlet otoritesini onarmak, iç ve dış güvenliği sağlayabilecek
askeri
güce sahip olmak, mali ve ekonomik yapıyı güçlendirmek ve nihayet

sosyal ihtiyaç olarak öne çıkan yenilikleri yapmak Sultan’ın esas amacı
idi. İşte 1808 tarihinde Padişahın arzusu üzerine Anadolu ve Rumeli
Beylerbeyleri
İstanbul’a gelmişler ve devletin bu kötü durumuna son
vermek için
çareler aramaya başlamışlardır. Neticede Sadrazam ve Anadolu
ve
Rumeli Beylerbeyleri bir metin tespit edip, bu metinde belirtilen
esaslara
sadık kalındığı takdirde, Osmanlı Devleti’nin eski haline
gelmesinin
mümkün olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Bu metne Sened-i
İttifak
ismi verilerek 7 Ekim 1808 tarihinde ilan edilmiştir. Bu
imzalanan
metin o tarihe gelinceye kadar hükümdarlık haklarını hiçbir
kayıt ve
şarta tabi olmaksızın kullanabilme hakkını bu metinle tespit
edilen
esaslara göre sınırlandırılmıştır.

Osmanlıda
başlayan bu yenileşmenin yanında batılaşma hareketleri iç
ve dış
sebepler sonucunda devam etmiştir.



TANZİMAT FERMANI (TANZİMAT-
HAYRİYE) (GÜLHANE HATT-I
HÜMAYUNU) - 3 KASIM 1839
[/b]

·
Tanzimat
Fermanını, Londra elçiliğinden
Dışişleri Bakanlığına getirilen "
Mustafa Reşit Paşa " hazırlamıştır.

·Ferman, Topkapı
sarayının
Gülhane bahçesinde, padişah, sadrazam, yabancı devletlerin
elçileri,
patrikler, büyük devlet memurları önünde "Mustafa Reşit Paşa "

tarafından okunmuştur. Yeniçeri Ocağı’nın bozulmaya başlaması nedeniyle
Sultan II. Mahmud döneminde başlayan yenilik hareketleri ve Sultan
Abdülmecid'in
tahta çıkar çıkmaz ıslahat hareketine devam etmek amacında
olduğunu
göstermesi Osmanlı Devlet yapısındaki değişimin başlangıcıydı.

Sadrazam Mustafa Reşid Pasa, Gülhane Hatt-i Hümayununu Padişah adına
kaleme
almış; devlet ve birey arasındaki ilişkilerde devletin
modernleştirilmesi
amacına dayanan temel ilkeler kabul ve ilan
edilmiştir. Tanzimat
Fermanı’nın tam metni şöyledir ;

Herkesin bildiği gibi, devletimizde,
kurulusundan
beri Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam
uyulduğundan,
ülkemizin gücü ve bütün tab'asinin refah ve mutluluğu en
yüksek
noktaya çıkmıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini
izleyen
karışıklıklar ve çeşitli nedenlerle şeriata ve yüce yasalara
uyulmadığından
evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve
fakirliğe dönüştü.
Oysa, şeriat yasaları ile yönetilmeyen bir ülkenin
varlığını
sürdürebilmesinin imkansızlığı açık seçik ortadadır.

Tahta
geçtiğimiz mutlu günden bu yana bütün çabalarımız, hep ülkenin
kalkınması,
ahalimiz ve fakirlimizin refahı amacına yönelik oldu. Eğer,
yüce
devletimize dahil ülkelerin coğrafi konumu, verimli toprakları ve
halkının
yetenekleri göz önünde tutularak gerekli girişimler yapılırsa,
yüce
Tanrı'nın yardımı ile, beş-on yılda kalkınabileceğimiz söz
götürmez.

Ulu Tanrı’nın
yardımına ve Peygamberimiz
hazretlerinin ruha niyetine sığınarak,
yüce devletimizin ve ülkemizin
iyi bir biçimde yönetilmesi için
bundan böyle bazı yeni yasalar
çıkarılması gerekli görüldü.

Söz
konusu yasaların basında can güvenliği; irk, namus ve malin
korunması;
vergi toplanması; halkın askere alınıp silah altında tutulma
süresi
gibi hususlar gelmektedir. Söyle ki; Dünyada can, ırz ve namustan

daha kıymetli birsek yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce,
yaradılıştan
kötü olmasa bile, canini ve namusunu korumak için olmadık
çarelere
başvurur. Bunun devlet ve memlekete zarar vereceği açıktır.
Buna
karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse sadakat ve
doğruluktan
ayrılmaz, isi ve gücü ile devletine ve milletine yararlı
olur.

Mal güvenliğinin olmadığı yerde ise kimse devlet
ve
ulusuna ısınamaz, ülkesinin yükselmesi ile ilgilenmez, hep korku ve
üzüntü
içinde yasar. Buna karşılık, malından, mülkünden emin olmadığı
zaman
hep kendi isi ve isinin genişletilmesi ile uğraşır. Devlet ve
millet
gayreti, vatan sevgisi kendisinde her gün artar.

Vergi konusuna
gelince: Bir devlet, ülkesini korumak için askere ve
gerekli öbür
masraflara muhtaçtır. Bu, para ile olur. Para, tabladan
toplanacak
vergiler ile oluştuğundan bunun en iyi şekilde toplanması
gerekir.

Evvelce
gelir sanılmış olan "yeddi vahit" belasından ülkemiz ham dolsun,

kurtulmuşsa da yıkıcı bir yöntem olup hiçbir zaman yararlı sonuç
doğurmamış
olan iltizam usulü hala sürüyor. Bu, ülkenin siyasi islerini
ve
mali konularını bir adamın keyfine, hatta cebir ve zulmüne teslim
etmek
demektir. Bu adam iyi bir insan değilse hep kendi çıkarına bakar,
bütün
davranışlarında kötülüğe, zulme yönelir. Bu nedenle, ülkemiz
insanlarının
her biri için, malına ve gelirine göre bir verginin
saptanması ve
kimseden bundan fazla birsek alınmaması gerekir. Yüce
devletimizin
karada ve denizdeki askeri masrafları ile öbür masrafları
yasalarla
belirlenip sınırlandırılmalı ve uygulama ona göre
yapılmalıdır.

Askerlik de, yukarıda belirtildiği gibi, önemli
konulardan
biridir. Ülkenin korunması için asker vermek halkın baslıca
borcudur.
Fakat, bir memleketin mevcut nüfusuna bakılmaksızın, şimdiye
kadar
yapıldığı gibi, kiminden tahammülünden çok, kiminden az asker
alınması
hem düzesizliğe; hem tarım, ticaret ve bayındırlık işerinin
kötü
gitmesine; hem ömür boyu askerlik bıkkınlığa; hem de nüfusun
azalmasına
yol açar. Bu nedenle, her memleketten alınacak asker miktarı
için
uygun yöntem konulmalı ve dört veya beş yıl hizmet için sıra usulsü

getirilmelidir. Bunlar yapılmadıkça devletin kuvvetlenip gelişmesi,
huzur
ve asayişin sağlanması mümkün olmaz. Bütün bunların dayanağı
yukarıda
açıklanan hususlardır.

Bu nedenle, bundan böyle suç
isleyenlerin durumları şeriat yasaları
gereğince açıkça incelenip
bir karara bağlanmadıkça kimse hakkında, açık
veya gizli, idam ve
zehirleme işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse,
başkasının ırz ve
namusuna saldırmayacaktır. Herkes malına, mülküne tam
sahip olacak,
bunları dilediği gibi kullanacak, bunu yaparken de devlet
büyüklerinin
müdahalesine uğramayacaktır. Birinin suçlulugunun
saptanmasi
halinde mirasçilarin o isle ilgileri bulunmayacagindan
suçlunun
mallari elinden alinip varisleri miras hakkindan yoksun
birakilmayacaklardir.

Yüce devletimizin
tab'asi Müslümanlarla öbür
uluslar bu haklardan tam
yararlanacaklardir. Can, irz, namus ve mal
konularinda, ülkemizin
tüm halkına şeriat yasaları gereğince garanti
verilmiştir. Öbür
konularda da oybirliği ile karar verilmesi için,
Meclisi Ahkam-i
Adliye üyeleri gerektikçe artırılacaktır. Yüce
devletimizin
bakanları ile ileri gelenleri belirli günlerde orada
toplanarak,
görüşlerini çekinmeden açıkça söyleyeceklerdir. Can, mal
güvenliğine
ve vergilerin belirlenmesine ait yasalar böyle
hazırlanacaktır.

Askerlikle
ilgili konular Baba-i Seraskeri Dar-i Şurası’nda görüşülüp
karara
bağlandıktan sonra sonsuza dek uygulanmaları için tasdik edilmek
üzere
tarafıma gönderilecektir. Söz konusu yasalar sırf din, devlet,
ülke
ve ulusu kalkındırmak amacı ile çıkarılacaklarından bunlara tam
uyacağımıza
yemin ederiz. Bu konuda, Hırka-i Şerife odasında, tüm din
adamları
ile bakanların hazır bulunacakları bir sırada yemin edecektir.

Din
adamı ve vezirlerden yasalara aykırı hareket edenlerin, kanıtlanacak
suçlarına göre, rütbelerine ve hatır ve göçüle bakılmaksızın
cezalandırılmaları
için özel ceza yasası çıkarılacaktır.

Memurlara yeterli maaş bağlanmış olup, henüz
bağlanmış
olanlarınkiler de belirlenecektir. Bu yolla da, şeriata aykırı
olan
ve ülkenin gerilemesinde başrolü oynayan rüşvet belası güçlü bir
yasa
ile ortadan kaldırılmış olacaktır.

Bütün bu sayılan hususlar eski hükümlerin tümden

değiştirilmesi demek olacağından işbu fermanımız İstanbul halkına ve
ülkemiz
halkına duyurulacaktır. Bundan başka, dost devletlerin de bu
yönetimin
sonsuza dek uygulanmasına tanık olmaları için fermanımız,
İstanbul’daki
tüm büyükelçilere resmen bildirilecektir.

Tanrı hepimizi
basarili kilsin; yasalara uymayanlar Tanrı’nın lanetine
uğrasın ve
ömürleri boyunca rahat yüzü görmesin. Amin.

İlanının

Nedenleri :

·Avrupalıların
içişlerimize
karışmasını engellemek

·Halkın sosyal
yapısında yenilikler yaparak
çağdaşlaşmayı sağlamak

·Mısır valisi M.li
Paşaya karşı Avrupalı devletlerin
desteğini sağlamak

Önemi :
Tanzimat fermanıyla Osmanlılara "
Kanun " gücü
girmiş oluyordu. Esaslı sonucu, Tanzimat dönemi aydın tipi
yetiştirerek
eğitimde vermiştir.


ISLAHAT FERMANI ( 1856 )

Tanzimat fermanı yeterli
bulunmayarak,
gayr-i Müslimlere daha fazla hakların verilmesi için
1856'da
yayınlanan ferman. Gül hâne Halt-i hümâyûnu gibi, imparatorlukta

yapılması kararlaştırılan yeni bir düzenin program ve prensiplerini
içine
alır. Bu ferman esâs olarak Tanzîmât hükümlerini tekrarlayan,
onları
açıklayan ve genişleten bir fermandır.

Rusya, Avrupa siyâsetinde
TED'
sırlı bir rol oynamaya başladıktan sonra, Osmanlı Devleti'ni
tasfiye
ederek sıcak denizlere inmeği ana siyâseti kabul etmişti. Bu
gayesine
erişebilmek için devletlerarası münâsebetlerin ortaya çıkardığı

imkânlara göre; ya Osmanlı topraklarını Rus imparatorluğuna katacak, bu
olmazsa ayni toprakları alâkalı Avrupa devletleriyle paylaşacak, bu da
olmazsa,
Osmanlı arazisi üzerinde muhtar veya müstakil devletler
kurulmasını
sağlayıp, bunları yeri geldikçe kontrolü altına alacaktı.
İlk iki
yol imkânsız göründüğü için Rusya bilhassa üçüncü yolu seçip,
faaliyetlerini
yoğunlaştırdı. Bu gayenin tahakkuku için Osmanlı Devleti
içerisindeki
Ortodoks tebeayi himaye etme ve imtiyazlarını çoğaltmak
isteklerinde
bulundu. Diğer taraftan, Rusya’nın sıcak denizlere
inmesini,
bilhassa Akdeniz'e inerek Hindistan yolunda tehlike teşkil
etmesini
istemeyen İngiltere de Ruslara karsı çıkıyor ve Osmanli
Devleti'ni
destekler görünüyordu. Böylece bir taraftan Ruslara mâni
olurken,
diğer taraftan Osmanlı Devleti'ni Ruslarla meşgul ederek
Hindistan'da
serbestçe hareket ediyordu. Fransa ise; Avrupa siyâsetinde
Rusya ve
İngiltere’den geri kalmak istemiyor, Rusya’nın Akdeniz'e
inmesinin
Fransızların buradaki ticâretine sekte vuracağını düşünüyordu.
Bu
maksatla Osmanlı Devleti'ni Ruslara karsı destekliyordu. Diğer
taraftan
da Osmanlı Devleti içindeki Katoliklerin hâmiliğine talim
oluyordu.
İste bu siyâsî atmosferde 1854 senesinde çıkan Osmanlı Rus
harbinde,
Avrupa devletleri Osmanlı kuvvetlerinin yanında yer aldılar.

İngiltere,
Fransa ve Avusturya daha Nisan 1855'de Viyana'da Kirim savası

sonrasında yapılacak antlaşmanın esaslarını görüşerek bâzı kararlar
almışlar
ve 16 Aralık 1855'de bir antlaşmaya varmışlardı. Bu kararlar
dört
madde olup, Avusturya imparatorunun ültimatomuyla çara bildirildi.
Bu
kararların dördüncü maddesi; "Osmanlı memleketlerinde bulunan
Hıristiyan
tebeanin hakları, pâdişâhın istiklâl ve hâkimiyetine asla
dokunulmamak
şartıyla tasdîk olunacak, pâdişâh bu hususta Rusya’nın
muvafakatini
icaba ettiren bir taahhütte bulunacak" idi. Bu maddede de
görüldüğü
üzere Osmanlı ordusunun kazandığı zafer bile, gayr-i
Müslimlere
imtiyaz sebebi oluyordu. Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa,
İngiltere
ittifakı tehlikesi karsısında bu kararları kabul etti. Osmanlı

hükümeti, kendi Hıristiyan tebersi ile ilgili maddenin devletin iç
islerine
karışma anlamına geleceğini bildirerek, 16 Aralık tarihli
kararlar
arasında yer almamasına çalıştı ise de basarili olamadı.
Neticede bu
maddenin programlaştırılması için su tezler ortaya atıldı.
Rus
tezi: "Osmanlı Devleti sınırları içinde yasayan Hıristiyanların hak
ve
imtiyazları Avrupa devletlerinin müşterek garantileri altına
alınmalıdır."
İngiliz tezi: "Tam ölçüde bir din serbestliği ve hukuk
eşitliği
sağlanmalıdır." Fransız tezi: "Müslüman tebaa ile Hıristiyan
tebaa
arasında cemiyet, haklar, vergiler, millî eğitim ve devlet meç'
murluklarina
geçme bakımından sürüp gelen farklar, bir ferman ile
kaldırılarak
Gülhâne hattında işaret edilen tebaa eşitliği tam manâsıyla

geliştirilmelidir." Baba-i âlî, Rusya’nın teklifini, hükümranlık
haklarına
müdâhale, İngiliz teklifini de İslâmiyet’i küçültücü gördüğü
için,
Fransız teklifini kabul etti. Ayrıca yapılacak Paris konferansında

Rusların gayr-i Müslimler konusunda bir istekleri ile karsılaşmak
istemiyordu.
Fransız tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline
getirilmesi
Baba-i Âli’ye bırakıldı.

Alî Pasa hükümeti
tarafından
îlân edilen bu fermanın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız
elçileri
de bulunmuştu. Bu şekilde hazırlanan ferman, Paris
konferansından
önce, 28 Şubat 1856'da Baba-i Âli’de Islâhat halt-i
hümâyûnu adıyla
devlet erkânı, şeyhülislâm, patrikler, hamambaşı ve
cemâatlerin
ileri gelenleri önünde okunarak îlân edildi. Otuz beş
maddeden
meydana gelen fermanın getirdiği önemli hususlar özetle
şunlardı:

1-
Tanzimat fermanı ile değişik din ve mezheplerdeki bütün tebaaya
verilen
teminât, bu fermanla yenilendiğinden, bunların uygulaması için
gerekli
tedbirler alınacaktır.
2- Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar kânun
önünde eşit olacaklardır.

3- Patrikhanelerde yeni
meclisler
kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar Baba-i âlî
tarafından
onaylandıktan sonra yürürlüğe girecektir.

4- Patrikler kayda-i hayat

şartıyla bu makama seçileceklerdir.

5- Cemâatlerin ruhanî
reislerine
verdikleri ceviz ve av âidât tamimiyle kaldırılarak hepsi
maaşa
bağlanacaktır.
6- Şehir ve kasabalarda bulunan azınlıklara ait
kilise, manastır,
mezarlık, okul ve hasta hâne gibi yerlerin tamir
veya yeniden
yapılmasına izin verilecektir.

7- Hiç kimse din
değiştirmeye
zorlanmayacaktır.

8- Devlet hizmetlerine,
askerlik
görevine ve okullara bütün tebaa eşit olarak kabul edilecektir.

9- Irk, din, dil, farkı
gözetilmeyecek
ve hiç bir mezhebe diğerine üstün sayılmayacaktır.

10- Bütün toplumlar okul
açabilecektir.

11- Hangi uyruktan olursa
olsun
her vatandasın eşit ve serbest şekilde ticâret ve ekonomik
girişimlerde
bulunması sağlanacaktır.

12- Müslümanlar ile gayr-i

Müslimler arasındaki dâvaları görmek üzere, karışık mahkemeler
kurulacaktır.

13-
Yabancı devlet ile yapılacak antlaşmalar gereğince yabancılar da
Osmanlı
Devleti sınırlan içerisinde mülk sahibi olabileceklerdir.

14- Her cemâatin ruhanî
reisiyle,
devlet tarafından bir sene müddetle tâyin edilecek birer meç'
mumu,
bütün tebeayi ilgilendiren meselelerde Meclis-i valeyi ah kâm-i
adliye
müzâkerelerine iştirak ettirilecektir.

Islâhat fermanı da,
maddelerinden anlaşılacağı üzere Tanzimat fermanı
gibi Osmanlı
imparatorluğu içerisindeki gayr-i Müslimleri, özellikle
Hıristiyanları
Müslümanlarla ayni haklara kavuşturmayı esas almıştır. Bu
iki
fermanın görünürdeki gayeleri, bütün Osmanlı toplumunu; irk, din ve

dil ayrımı gözetmeden kaynaştırmayı sağlamak idiyse de tatbiki aksi
oldu.
Bu ferman, gayr-i Müslimlerle Müslümanları kaynaştırmak söyle
dursun,
çeşitli gayr-i Müslim unsurların hattâ ayni mezhepten olan
çeşitli
ırkların bile birbirleriyle bir arada yasamalarını sağlayamadı.

Bu
ferman, konu olarak, sâdece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını
genişletmiştir.
Nitekim Tanzimat’ın ve arkasından 1856 Islâhat
fermanının getirdiği
yeni haklarla, Osmanlı tebersi içindeki gayr-i
Müslimlerin durumu
Müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi.
Avrupa’nın
himaye siyâseti sayesinde büyük ekonomik güce sahibe olan
azınlıklar,
yavaş siyâsî haklara da kavuşuyorlardı. Artık resmen millet
terimiyle
tanımlanan dînî cemâatlerin gelişme ve genişleme imkânları
artmış
bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin, Osmanlı hükümetini
böyle
bir fermanı îlâna mecbur bırakması, kendilerine siyâsî, ekonomik,
hukukî
ve kültür alanlarında yeni çıkarlar sağlamayı hedef alıyordu.
İngiltere,
Kirim savası ile Rusların sıcak denizlere inmesini önlemiş,
Fransa
da Akdeniz ticâretini emniyete almış, ayrıca Katoliklerin
hâmiliğini
üzerine almıştı. Rusya ise savaşta kaybettiğini bu fermanla
masa
basında kazanmıştı. Ayrıca Alî Pasa'nin bu fermanı Pâris antlaşması

maddeleri içinde yer almasını istemesi, batili devletlerin iç
islerimize
müdâhalesine imkân verdi.

Islâhat fermanı, Gülhâne Halt-i
hümâyûnu gibi sessizlikle karşılanmamış
ve çeşitli yönlerden
eleştirilmiştir. En büyük eleştiriyi Fransız
elçisi; "Devlet-i
âliyyenin bu kadar fedâkârlık edeceğini me' mûl etmez
idik
(ummazdık). Can ning (İngiliz elçisi) ne dediyse vükelâyı devlet-i
âliyye
(Osmanlı devlet adamları) kabul etti. Eğer biraz dayanılmış
olsaydı,
ben bâzı mertebe kendilerine yardim ederdim" diyerek olmaması
gereken
bir gafleti dile getirmiştir. Cevdet Pasa da; "Bu Islâhat
fermanından
dolayı millet-i islâmiyye dilgîr (gönlü kırık) olarak
vükelâyı
hâzirayi fasi ve mezemmet (kötüler) oldular" diyerek fermanın
nasıl
karşılandığını ifâde etmektedir. Hâriciye nâzın Fuâd Pasa ise
aksine
bu belgenin andlasmaya konulması ile yabancı müdâhalenin
önleneceğini
savunmuştur.

Islâhat fermanında gayr-i
müslim vatandaşların
lehine olduğu kadar, onları tedirgin eden hükümler
de bulunmakta
idi. Askerlik mükellefiyeti, Fâtih devrinden beri
bahsedilen dînî
imtiyazlarla muafiyetlerin yeni şartlar dâhilinde
tetkiki,
papazların öteden beri cemâatlerinden almakta oldukları haraç
ve
keyfî aidatın ilgâsıyla aylığa bağlanmaları ve bütün ruhanî reislerin
sadâkat yeminiyle mükellef tutulması gibi esaslar, onlara çok ağır
gelen
hükümler idi. Bu yüzden Müslümanlar kadar gayr-i Müslimlerde
(Tanzimat
fermanında olduğu gibi) Islâhat fermanının aleyhinde
bulunmuşlardır.
Devlet içerisinde bu şekilde karşılanan Islâhat fermanı,
uygulamada
da bir çok güçlüklerle karsılaştı. Bunlar, Osmanlı
Devleti'nin
yapısı, Avrupa’nın siyâset, cemiyet ve ekonomi alanında
geçirdiği
gelişme ve Paris andlasmasina imza koyan devletlerin islerine
karışmalarından
doğuyordu. Bu sebeple de bâzı hükümleri kağıt üzerinde
kaldı.

Mustafa Reşîd Pasa
tarafından
hazırlanan Tanzîmât fermanı ile onun yetiştirmesi Alî Pasa
tarafından
hazırlanan Islâhat fermanı arasındaki fark, hazırlık
safhasında
kendisini gösterir. Tanzîmât fermanı hazırlanırken açık bir
yabancı
tefsiri görülmezken, Islâhat fermanı Alî Pasa ile İstanbul’daki
Fransız
ve İngiliz elçileri arasında kararlaştırılmıştır. Gülhâne halt-i

hümâyûnu, yayınlandıktan sonra yabancı elçilere sâdece bilgi edinmeleri
için bildirildiği hâlde, Islâhat fermanı Paris konferansına katılan
devletlere,
Paris andlasmasinin bir maddesinde işaret edilmek için
gönderilmişti.
Bu durum, Osmanlı Devleti'nin iç ve diş siyâsetinde bir
yabancı
müdâhalesine yer vermişti.

Bâzı bati tarzı kuruluşların ülkeye
girmesi ile cemiyetteki kuruluş ve
anlayış farklılaşması, islimi
müesseselerin yanında bati taklitçisi bir
anlayış ve bati taklidi
kuruluşların TEDsisine sebebe olmuştur. Tanzimat
ve Islâhat
fermanları devletin çöküşünü engellemesinde hiç bir müspet
tefsiri
olmamış, aksine ülkedeki tebaa ve cemiyetler arasında yeni ve
daha
büyük problemlerin çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Meselâ Suriye'de büyük bir

galeyan başladı. Arkasından 1858'de Cidde'de Müslümanlar ile
Hıristiyanlar
arasında çatışma çıktı. Fransız ve İngiliz konsolostan
öldürüldü.
Bunun üzerine İngiliz ve Fransız donanmaları Osmanlı
Devleti'ne
sormadan şehri bombaladılar. Faillerden on kişiyi yakalayarak
idam
ettiler. Cidde bir Osmanlı toprağı idi. Bağımsız bir devletin
topraklarında
islenen bir suçun failini ancak o devletin cezalandırması
milletlerarası
bir kaide, teamül olduğu hâlde, batili devletlerin buna
aldırdıkları
bile yoktu. Nihayet, Lübnan'da da büyük bir isyan patlak
verdi.
Uzun mücâdelelerden sonra 9 Haziran 1861'de "Lübnan Nizâmnâmesi"
imzalandı.
Buna göre; Hıristiyan bir valinin başkanlığında Lübnan muhtar

eyâlet hâline getirildi. Böylece Islâhat fermanı batili devletlerin
istediği,
meyveleri vermeye başladı.


I.Meşrutİyet
( 23 Aralık 1876 ) (kanun-İ esasİ) ( İlk anayasa )
[/b]
·
Tanzimat döneminde, Avrupa ile yakın ilişkiler
içinde
olan, Avrupa'yı yakından gören ve onların Osmanlı Devleti üzerine

siyasi emellerini öğrenen bir aydın sınıf yetişti. Bunlara "Jön
Türkler"
ya da "Genç Osmanlılar " denilmiştir. Mithat Paşa, Namık
Kemal,
Ziya Paşa , Serasker Hüseyin Avni Paşa önemli temsilcileridir.

·Genç Osmanlılar,
Osmanlı
Devletinin kurtuluşunu içinde yaşayan halka yönetme hakkı
vermekle,
gerçekleşeceğine inanıyorlardı.Böylece halk yönetime
katılacak,
kendisini temsil edecek, dış devletlerin Osmanlı Devleti
içine
müdahalesine ortam hazırlanmamış olacaktı.

·Meşrutiyeti ilan
etme
sözü veren, II.Abdülhamit V.Murat'ın yerine tahta çıkarılmıştır.

Önemi :
·Osmanlı Devletinde
ilk
kez rejim değişikliği oldu.

·Tüm azınlık
guruplara
parlamentoda temsil hakkı tanınmıştır.

·Osmanlı halkı ilk
kez
yönetime katılma, seçme ve seçilme haklarına kavuşmuştur.

·Osmanlı Devletinde
ilk
kez Anayasal Düzen kuruldu.

·Osmanlı Parlamentosu
;
Padişahın seçtiği üyelerden oluşan Ayan Meclisi ve Halkın seçtiği
milletvekillerinden
oluşan millet Meclisi olarak iki meclisten
oluşmuştur.

·Hıristiyanlardan 44,

Yahudilerden ( Musevilerden ) 4, Müslümanlardan 71, (Toplam 119) ve
Padişahın
belirlediği 26, ayandan oluşmuştur. Meclis başkanlığına Ahmet
Vefik
Paşa seçilmiştir.

Not :
1877-78 Osmanlı - Rus Savaşının
başlaması üzerine,
meclisin uyumlu çalışmadığı gerekçesiyle
II.Abdülhamit, parlamentoyu
dağıtarak, Meşrutiyet rejimini yürürlükten
kaldırmış, 30 yıl
boyunca sıkı, baskıcı bir yönetim izlemiştir.


II.Meşrutiyet
( 24 Temmuz 1908 )
[/b]

1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşını ( 93 Harbi )
bahane
eden II.Abdülhamit Meclis-i Mebus an'ı kapatarak,Anayasayı
yürürlükten
kaldırdı.Ülkede İstibdat ( Baskı ) uygulayarak yönetmeye
başladı.
Aydınlar bu durum üzerine Meşrutiyetin yeniden yürürlüğe
girmesi
amacıyla gizlice mücadele etmeye başladılar.Bu mücadelede
merkezi
Makedonya'da Selanik bulunan " İttihat ve Terakki Partisi " en
etkili
olan kuruluştur. Bu dönemde M. Kemal’de Suriye'de " Vatan ve
Hürriyet
" adlı bir cemiyet kurduysa da bu cemiyetin Suriye'de etkili
olamaması
nedeniyle bu cemiyet İttihat ve Terakki Cemiyetiyle
birleşmiştir.
1908 yılında İngiltere ve Rusya'nın Reval'de

görüşmeleri , bu görüşmelerde İngiltere'nin Rusya'yı Osmanlı Devletine
karşı
izlediği politika da serbest bırakması üzerine mücadele hızlanmış
Makedonya'da
Resneli Niyazi adlı subayın isyan etmesiyle II.Abdülhamit
Meşrutiyeti
II.defa ilan etmek zorunda kalmıştır.( 24 Temmuz 1908 ).
II.Meşrutiyetle birlikte İttihat ve Terakki
Partisinin
karşısına " Ahrar " partisi kurulmuştu.Parti Meşrutiyet
rejimine
karşı tavır izlemekteydi.Sonuçta İstanbul'da 31 Mart Olayı ( 13

Nisan 1909 ) dediğimiz ayaklanma çıktı.

Önemi :
Osmanlı Devletinde rejime karşı çıkan ilk ayaklanmadır.

Bu ayaklanmayı merkezi Selanik'te bulunan
"Hareket
ordusu" bastırdı.Ordunun komutanı Mahut Şevket Paşa, Kolağası
(
Kurmay başkanı) M. Kemal’di.


Sonuçları :

·Hareket ordusu
isyanı bastırdı,İstanbul'da düzen
yeniden sağlandı.

·II.Abdülhamit
ayaklanmayı bastırmadığı, hatta
ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle
tahttan indirilerek yerine
V.Mehmet Reşad tahta geçirildi.

·Anayasada bazı
demokratik
değişiklikler yapılarak,Padişahın yetkileri sınırlandırıldı.

·Karışıklıklar tam
olarak
önlenemedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Osmanlı Devletinde Yenileşme Hareketleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
hukuk.forum.st :: Kültür ve Sanat :: Kültür & Sanat-
Buraya geçin: